* Fehmi Koru
İran, gelen haberlere göre, Mesut Barzani’nin ‘bağımsızlık referandumu’ konusundaki ısrarı üzerine kapattığı sınır kapısını açmış…
Bizde pek duyulmadı, ama önemli bir haber bu.
Irak Merkez Bankası da, yine aynı olay üzerine aldığı Irak’ın kuzeyiyle ilgili finansal kısıtlamalar kararını hafifletmiş…
Doğru mu, yanlış mı, doğrulatamadım.
Aldanma var, aldanma var…
Doğru olma ihtimali yüksek bu iki haberi alt alta neden yazdım?
Şundan: Türkiye başka ülkelerle ilişkilerine olağanüstü ilkesel yaklaşıyor; oysa her ülkenin dış politikası o ülkenin çıkarları istikametinde oluşur ve bu alanda hemen tek ilke, ilişkilerin ‘milli çıkar’ üzerine oturmasıdır.
“Bir yemin ettim ki, dönemem” şarkısı dış politikada geçerli değildir.
Eski dostlar kolayından düşman, eski düşmanlar da bir bakmışsınız dost haline geliverir.
Bazı ülkeler zorlanabilir, ama çoğu kez bunu izah etmek bile gerekmeden herkes günün şartlarına uygun dış politika değişikliğini fazla dert etmeden kabullenir.
Galiba biraz da bu kabule ters bir anlayışa sahip olunduğu için bugünün Türkiyesi yanılan taraf haline dönüşüyor.
En son, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Irak’ın kuzeyini yönetenler tarafından yanıltıldığımızı açıkladı.
Yakın zamanlarda kendileri hakkında buruk hisler taşıdığımıza dair açıklamalar yapılagelen İran ve Irak’la şimdilerde yakınlaştık; yarın onlar tarafından da yanıltılma ihtimalini bugünden düşünmemiz gerekiyor.
ABD’nin hamleleri bugünü belirledi
Modern çağda yaşanmış dünya ve bölge tarihinin kaderini değiştiren iki önemli olaya yakından baktığımızda ne demek istediğim daha iyi anlaşılabilir.
Bunlardan biri, Sovyetler Birliği’nin yıkımıyla sonuçlanan Afganistan’ı işgali olayıdır…
Diğeri de, Ortadoğu’yu yangın yerine dönüştüren Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgale kalkışması…
İkisinde de, ABD, karşı tarafı yanıltacak bir yönlendirmeyle bunu sağlamıştı.
Afganistan’a asker göndermesine ve ülkenin ‘komünist’ bir yönetime kavuşmasına ses çıkarmayacağı hissini verdi Washington; bu hissi gerçek sanan Moskova Kabil’den gelen davete olumlu cevap vererek askerlerini Afganistan’a gönderdi (Aralık 1979).
Tam 10 yıl sonra, ABD destekli direniş yüzünden ‘yenilen’ Sovyet ordusu Afganistan’dan çekilmek zorunda kalacaktır (Şubat 1989).
Meydana gelen gelişmeler sonrasında Kremlin’deki kızıl bayrağın indirilmesiyle Sovyetler Birliği tarihe karışacaktır (Aralık 1991).
Soğuk Savaş ABD’nin galibiyetiyle sona ermiş oldu.
İş orada kalmadı; ABD eş zamanlı olarak Moskova’nın etkisi altında kalmış Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek üzere çabalar sergilemeye başladı.
Saddam’ın Kuveyt’i işgali ( Ağustos 1990) ABD’ye bu fırsatı sağladı.
Peki Saddam durup dururken mi Kuveyt’i işgale kalkıştı?
Hayır, ABD’nin Bağdat Büyükelçisi April Gillespie’nin böyle bir girişime Saddam’ı cesaretlendirmesi gerekti.
Öncesi de var:
Oğul Bush döneminde savunma bakanlığı görevini üstlenen Donald Rumsfeld, Baba Bush’un Başkan yardımcısı olduğu dönemde Bağdat’a gönderilmiş ve Rumsfeld’in ayağına kadar gelmesi (Aralık 1983) Saddam’ın ABD’nin arkasında bulunduğu izlenimine kapılmasına sebep olmuştu.
Kuveyt’le Irak arasındaki sınır ihtilafının da ağırlıklı olarak konuşulduğu Saddam-Gillespiegörüşmesi (25 Temmuz 1990) sırasında, ABD büyükelçisi, kendisinin 20 yıl önce Kuveyt’te görev yaptığını duyurduktan sonra, “Biz Araplar arası sorunlara karışmayız” deyivermişti.
Kuveyt işgali ABD’ye bölgeye asker gönderme fırsatı sağladı.
Bunlar ‘komplocu’ bir yaklaşımın ürünü müdür?
Öyle görünebilir, ama her iki olay öncesinde bu anlattığım gelişmeler aynen yaşanmıştır.
Bu anlatımın özeti şu: Yaşanan gelişmelerin yaşanabilmesi için bazı beklenmeyen söz ve davranışların önceden devreye girmesi gerekebilir; gerçeği her şey olup bittikten sonra fark edenler her zaman kaybetmeye mahkumdur. Önemli olan, ilk söz ve davranışın nelere yol açabileceğini öngörebilmektir.
Suriye politikamıza bakabiliriz
Türkiye ‘Arap baharı’ ile ülke hareketlenene kadar Suriye yönetimiyle daha önce hiç olmadığı kadar yakınlaşmıştı.
Bölgedeki diğer ülkelerle de yakın olma derdi vardı Türkiye’nin ve Suriye ile yakınlaşma bir örnek olay olarak başkaları tarafından da olumlu değerlendirilmekteydi.
Beşşar Esad tatilini yakın dostu Tayyip Erdoğan’ın konukseverliğinden yararlanarak Türkiye’de geçiriyor, iki ülkenin bakanlarını biraraya getiren toplantılar düzenleniyordu.
Halkın sokaklara taşmasıyla Suriye hareketlendiğinde, Türkiye, o sıralarda yaşanan yakınlığın da etkisiyle, “Beşşar Esad’lı çözüm” diye özetlenebilecek bir yaklaşımı benimsedi.
ABD’nin hemen müdahale edilmesi yolundaki baskılarına da başta direndi Türkiye.
Sonrasını biliyoruz.
Washington’un Suriye politikası, her adımında ulusal çıkarlarını ön planda tuttuğu görülecek biçimde, birkaç kez değişti süreç içerisinde.
Türkiye ise, önceki tavrından vazgeçti vazgeçeli o politik tercihinin sonuçlarını bugün de göğüslemek zorunda kalıyor.
Ne yapmalı?
Dış politikada belirlenmiş bir temel strateji vardır, “Komşularla iyi geçinmek” gibi; bir de o amaç yolunda atılan ve her seferinde üzerinde uzun uzadıya düşünülmesi gereken taktik adımlar…
Her ikisinin de ülkenin çıkarları istikametinde dinamik biçimde kullanılması gerekir.
Aksi halde? Aksi halde hep aldanan taraf biz oluruz.
______________________________________________________________
Bu yazı Fehmi Koru'nun kişisel web sitesi fehmikoru.com'da yayımlanmıştır