Fehmi Koru: Erdoğan'ın en yakın arkadaşlarından bile sakladığı bir projesi olabilir
"Ertuğrul Özkök'ün yerinde olsam oraya gitmezdim"
14 Ocak 2017 18:32
Hakkını en başta teslim edeyim: Bu kısır ortamda aklı başında tartışma konularının kapağını aralayan.. yine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan oldu.
O olmasa, cuma namazı çıkışında konuşmasa, Meclis’te sürdürülmekte olan ‘anayasa değişikliği görüşmeleri’, kırılan burun ile ısırılan bacak ikilisi arasına sıkışıp kalacaktı.
Bakın ne demiş:
“İkide bir, tek adamcılık gibi laflar ediliyor. Bir defa Türkiye’de eğer tek adamcılık konuşulacaksa, tek adamcılığın bugüne kadar uygulamasını yapan siyasi parti Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Daha kuruluşundan beri tek adam üzerine gelmiştir zaten.”
Atatürk’ün tek adamlığı…
Mustafa Kemal Atatürk öyleydi. Atatürk’ü anlatan kitaplar arasında en bilinenin adı zaten ‘Tek Adam’; ölümüne kadar ülkenin kaderine tek başına hâkim bir devlet adamı görüntüsü verdiği de muhakkak…
En başlarda.. Meclis başkanı ve aynı zamanda hükümetin de başıydı Mustafa Kemal. Ayrıca başkomutanlığı da uhdesinde barındırıyordu. Başkomutanlıkla ilgili kanunun ikinci maddesi kendisine Meclis’in yetkilerini kullanma –yani kanun yapma– izni veriyordu. Sürekli bir olağanüstü hal uygulaması ve ‘İstiklal mahkemeleri’ gibi muhalifleri sindirmeye yarayan bir de yargı mekanizması bulunuyordu.
1920’lerde böyle bir tablonun olduğu bir gerçek; ancak bir başka gerçek daha var: Yetkilerin tek elde toplanmasını doğru bulmayan, kuvvetler ayrılığı ilkesine sahip çıkan, olağanüstü yetkili mahkemeler fikrine sıcak bakmayan Birinci Meclis gerçeği…
Nitekim.. sıkı bir muhalefet sonucu.. Meclis başkanlığı ile hükümet başkanlığı birbirinden ayrılıyor.. başkomutanlık kanununun ikinci maddesi kaldırılıp kanun yapma yetkisi elinden alınıyor.. İstiklal mahkemeleri lâğvediliyor ve yeniden getirilme ihtimali akılda tutulup.. kanununa Meclis denetimi mekanizması ekleniyor…
Daha da önemlisi.. 1923 yılı Şubat ayında, Meclis, herkesin temel hak ve özgürlüklerden yararlanmasını güvence altına alacak bir kanun çıkarmadan kendisini feshetmiyor…
Tek adama karşı, dönemine göre bile ileri bir anlayışla onun yetkilerini budamayı görev bilen bir Meclis’imiz vardı…
[Bu konuda daha geniş bilgi sahibi olmak isteyenler, ‘Birinci Meclis’i yıllardan beri kitaplarında işleyen Prof. Ahmet Demirel’in eserlerine başvurulabilir.]
İstiklal Savaşı şartlarında var olan Birinci Meclis’in anlayışı 1923’ten sonra da sürebilseydi.. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi çok farklı yazılabilirdi.
Sonrasında tek partili bir Meclis var; 287 mebusun –tek istisna ile– hepsi Halk Fırkası (HF) üyesi… Mustafa Kemal de yalnız cumhurbaşkanı değil, aynı zamanda sonradan Cumhuriyet Halk Partisi adını alacak HF’nın da başkanı… Bir eksik sürekli olağanüstü hal; o eksiklik de 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ile gideriliyor…
Mustafa Kemal ondan sonra her anlamda ‘tek adam’ haline geliyor…
İyi bir şey mi olan?
Bazıları, 1923’ten sonra gerçekleştirilen çeşitli alanlardaki köklü değişikliklere bakarak, bu soruya hiç düşünmeden “Tabii” cevabını verecektir. ‘Devrimler’ diye adlandırılan o değişiklikler, Birinci Meclis ruhu devam etseydi, herhalde hayata geçirilemezdi.
Tartışmanın kapısını aralayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, açıklamasının üslubundan, yukarıdaki soruya olumlu cevap vermediğini mi varsaymalıyız?
Eğer öyleyse.. o dönemin –hiç değilse bazı– uygulamalarına eleştirel olarak yaklaşıyorsa.. AK Parti grubunun Meclis’ten olduğu gibi çıkması için cansiperane çaba gösterdiği anayasa değişikliği paketini kendisinin de arzu etmesini nasıl yorumlayabiliriz?
Mustafa Kemal’in Türkiye’nin kaderinde önemli roller oynamaya başlamadan çok önce, 1923 sonrasında birbiri ardına gerçekleştirdiği projeyi kafasında taşıdığı.. hakkındaki kitapların hepsinde mutlaka yer alır.
Projesini en yakın arkadaşlarıyla bile paylaşmayıp kendine sakladığı da söylenir…
Tayyip Erdoğan’ın da “Bir gün cumhurbaşkanı olur ve Meclis’te istediğimi hayata geçirecek bir çoğunluğu elde edersem, şunları mutlaka yapmalıyım” dediği bir projesi olabilir.
En yakın arkadaşlarından bile sakladığı…
Herhalde onu öğrenmek için anayasa paketinin referandumdan da onay almasını bekleyeceğiz.
…
Afiyet olsun ama..
Ertuğrul Özkök‘Trump Amerikası’nı yakından izlemek için New York’ta; bugünkü yazısında, yeni seçilen başkanın Washington öncesi karargâh olarak kullandığı Trump Tower’da yaşadıklarını anlatıyor…
Yar-ı vefakârı sayabileceğimiz, yakınlarda görevini bırakmak zorunda kalmış Bild’in eski yayın yönetmeni Kai Diekmann ile birlikteler…
Trump Tower’ın altındaki ‘The Grill’de buluşmuş ve orada ‘burger’ yemişler…
Ben onların yerinde olsam Manhattan’ın o bölgesinde çok daha güzel restoranlar varken, merak saikiyle bile olsa, Grill’e uğramazdım.
Vanity Fair dergisinin yönetmeni Graydon Carter’a benzetirim Ertuğrul Özkök’ü; havasıyla, tavrıyla, zevkleriyle onu andırır.
Carter, dergisinde, bu ay, Tine Nguyen’in yazısı ile, The Grill’i, ‘Amerika’nın muhtemelen en kötü restoranı’ olarak ilân etti de, Trump hemen, hem dergisine hem de Carter’ın kendisine hücum eden Twit’ler attı.
Nguyen’e birisi vaktiyle bir hayvanın gözünü yedirmiş, midesi kalkmış… “O göz The Grill’in burgerinden kat kat iyiydi” diye yazıyor…