Fehmi Koru*
Özel televizyonların yaygınlık kazanmaya başladığı ilk dönemlerdeydi diye hatırlıyorum; farklı düşünen birkaç ismin karşısında yer almam gereken bir tartışma programına çıkmıştım. Yaşa bağlı çeşitli hastalıklarla şimdilerde cezaevinde başa çıkmaya çalışan Ali Bulaç’la beraberdik o programda.
Birkaç gün sonra karşı cepheden biri gazetedeki sütununda şunu yazacaktı: “Bunlarla bizimkiler TV’de karşı karşıya gelince zihinler karışıyor, bizimkiler yeniliyor; en iyisi bunları birbirleriyle karşı karşıya getirip aralarındaki farklılıkları sergilemek…”
Gecikmeli de olsa o beklenti yerine getirildi.
Tabii bugün artık farklı düşünenler tartışmalarda yer alamıyor, hatta çoğumuzun yazı hayatları da erken sona erdi. Aykırı seslerin yer almadığı bir tartışma ortamında insanların önüne düşünce olarak fazla seçenek sunulmuyor.
Kafalar bu sayede konforlu, zihinler dinç.
Savaş için dua edildi
Yazıya böyle girmemin sebebi dün dinlediğim bir cuma hutbesi…
İstanbul’un selatin camilerinden birinde cuma namazını eda ettim. Namazdan önce minbere çıkan hatip birlik ve beraberlik eksenli bir hutbe okuduktan sonra uzunca sayılacak bir dua etmeyi de ihmal etmedi.
Dua sırasında da ülkemiz sınırları dışındaki topraklarda bulunan kahraman Türk silahlı kuvvetleri mensupları ve hepimizin huzur içerisinde gününü geçirmesini sağlayan güvenlik güçlerimizden sonra ‘istihbarat örgütümüze’ de dua etti ve cemaate de ettirdi.
İstihbarat örgütünün adının cami minberinde anılmasını ilginç buldum.
Zihnim orada durmadı ve savaşa kaydı; geçmişte katıldığım TV tartışması sonrasında dile getirilen temenniyi de öyle hatırladım.
Batıda tarih boyunca ‘iç hesaplaşma’ diye tanımlanabilecek türden savaşlar yaşandı. 30 Yıl Savaşları, 100 Yıl Savaşları gibi onlarcası var Hıristiyan Dünyası’nın tarihte. En son geçen yüzyılda patlak veren ve toplam 80 milyon insanın canına mal olan iki dünya savaşı da bir iç hesaplaşma sayılabilir…
Avrupa ülkeleri sona doğru ABD’nin katılmasıyla birbirleriyle savaştılar iki dünya savaşında.
Osmanlı Devleti’nin ilk dünya savaşında Almanya’nın yanında yer alması o savaşı bizim için ‘cihad’ haline soktu; ama bu da Batı’da çıkan savaşların bir ‘iç hesaplaşma olduğu’ tezini zayıflatmaz.
İslâm’ın belli başlı iki versiyonu olan Sünniler (Osmanlı) ile Şia (İran) arasındaki en son karşı karşıya geliş (1623-1638) hayli eskidir ve o savaşın sonunda imzalanan Kasr-ı Şirin Anlaşması (1639) sonrasında başka savaş olmadı iki blok arasında.
Haçlı Seferleri ile başlayan Müslümanlara karşı Hıristiyan güçlerin savaşı ise modern zamanlara kadar devam etti.
Son zamanlardaysa, sanki birileri, bizdeki “Kendi aralarında TV ekranlarından hırlaşsınlar”temennisi gibi, “Bırakalım bunlar birbirlerini savaş meydanlarında yesinler” demiş manzarası var.
Müslüman müslümanla savaşıyor gerçekten.
İslâm Dünyası’nda ihtilâfların zor kullanılarak, çatışmalar ve hatta savaşlarla çözülmek istenmesi olaylarıyla tarihte hiç karşılaşılmadı mı?
Elbette karşılaşıldı, İslâm’ın daha ilk yüzyılında bile iç-savaşlar oldu; ancak İslâm Dünyası onlardan ders çıkararak sorunlarını ‘barışçı’ yöntemlerle çözmeyi öğrendi.
Türklerin hükümran olduğu dönemde “İslâm’ın iç-barışı” yaşandı.
Modern zamanlara kadar.
Irak-İran Savaşı.. Saddam’ın Kuveyt’i işgali.. Halepçe’de Kürtler’in kimyasal silâhlarla yok edilmeye kalkışılması.. bunların hepsi hayatımızda tanık olduğumuz kanlı ihtilâflar…
İslâmi kesim hep karşı çıktı
Türkiye bu kanlı ihtilâfların hiçbirine karışmadı; Müslümanlar arası kavgalarda yumruk sallayan, kan döken taraf olmaktan sürekli kaçındı ülkemiz. İkinci Körfez Savaşı’na ABD yanında katılma girişimi de 1 Mart tezkeresi ile reddedilmiş oldu.
Silâhlı çatışmaların dışında kalma biraz da İslâmi kesimin hassasiyetleriyle ilgilidir.
Birinci Körfez Savaşı sırasında savaşta daha aktif yer alma girişimleri Meclis’te en ciddi karşı çıkışları Refah Partisi sözcülerinden gördü. 1 Mart tezkeresi 100 kadar AK Parti milletvekilinin muhalefetin ‘Hayır’ cephesine katılmasıyla reddedildi.
Şimdilerde manşetleri ve sütunlarından savaş çığlıkları atılan o kesimin gazeteleri de, o dönemde, savaş karşıtı saflarda yer almaktaydı.
Savaşın âdili olmayacağı için savaşın da olmaması gerekir
İster farklı dinlere mensupları ister aynı dinden insanları karşı karşıya getirsin, savaşlar tasvip edilemez.
Dinler, Hıristiyanlık da İslâm da, ancak ağır şartlarla ihtilâfların çözümünde savaşı yöntem olarak kabul eder; önlenmesi için çaba gösterilmesini bekler.
[Hıristiyanlıkta, Thomas Aquinas’ın Summa Theologica’da vasıflarını belirlediği (amaç âdil, niyet doğru olacak.. her önüne gelen ilân edemeyecek.. ve orantısız güç kullanılmayacak) çatışmalara ‘âdil savaş’ deniliyor. İslâm’da ise iki tarafın da müslüman olduğu ihtilâflarda üçüncü bir grubun çözüm için taraflar arasında arabuluculuk yapması isteniyor.]
Şimdi bölgemizde olanları gözünüzün önüne getirin: Kendini halife eden biri dünyaya savaş ilân ediyor.. ülkenin yöneticisi 500 binden vatandaşının ölümüne yol açan bir iç-savaşı sürdürebiliyor.. bölgemiz kan gölüne dönüyor…
Yanlışlık yok mu bu tabloda?
İhtilâfların barışçı yollarla çözümü için ellerimizi duaya kaldırsak daha doğru bir iş yapmış oluruz.
* Bu yazı Fehmikoru.com'da yayınlanmıştır