Fehmi Koru: ABD de, Rusya da Türkiye'nin sınırlarını genişletmek istediğini düşünüyor
"Ankara da, sağ olsun, bir Suriye’ye döndürüyor ilgisini, bir Irak’a"
13 Ekim 2016 14:19
Fehmi Koru*
Okuyucularım çok kaliteli. Biri, “Son zamanlarda ‘filmler’ üzerine yazıyorsunuz, biz ise sizin Suriye ve Irak üzerine ne düşündüğünüzü öğrenmek istiyoruz” diyor.
Haklı.
Ama ben de haklıyım. Derdimi kısmen olsa anlatacak bir film/dizi/kitap/yazı buldum mu, ülkemle ilgili düşüncelerimi onun aracılığıyla –ortalığı kırıp dökmeden– anlatmaya çalışıyorum.
Kendi mülkün sağlam temeller üzerinde oturmuyorsa, başkalarının topraklarına göz koysan ne olur?
Ortadoğu benim coğrafyamdır
Ortadoğu denildiğinde benim dikkatim daha başka yoğunlaşır.
Bu sitenin üzerinde ‘Fehmi Koru’nun Günlüğü’ yazıyor, onun hemen altında da ‘Yazı hayatının 50. yılında’ notunu okuyorsunuz…
İsmimle ilk yazım 1966 yılında yayımlandı; bir grup arkadaşla İzmir’de çıkardığımız ‘Gurbet’dergisinde…
Peki o ilk yazının konusu neydi biliyor musunuz?
Hadi, onu da söyleyeyim: Mısır’da Müslüman Kardeşler (MK) örgütünün beyni sayılanSeyyid Kutub’un idamı…
O gün bugündür Ortadoğu ile ilgiliyim.
1979 yılını Suriye’nin başkenti Şam’da geçirdim; ‘Yeni Devir’ gazetesine oradan yazarak…
Bir dönem Milli Gazete’de, bir dönem de Yeni Devir’de ağırlığını Ortadoğu’nun teşkil ettiği dış politika konularında yazılarım yayımlandı.
1980 sonrasında, o dönemin çok satan dergisi ‘İslâm’ın dış politika sayfalarını hazırlarken, tahmin edeceğiniz gibi, Afganistan’da Ruslar’a karşı ‘cihad’, İran’da ‘İslâm devrimi’sayesinde yükselen değer zaten Ortadoğu’ydu; en fazla sayfayı o konudaki yazılar işgal etti.
Yüksek lisansımı Harvard Üniversitesi’nin ‘Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde yaptığımı da bu arada kayda geçireyim.
Suriye… Libya… Irak… gibi ülkelerin adı anıldığında benim yüreğim farklı çarpar.
İyi tanımayanlara kendimi bir kez daha tanıttıktan sonra esas konumuza geçebilirim.
ABD, Rusya… ve Türkiye
Türkiye kabına sığamıyor. Başımızda da ‘İslâm’ sözcüğünü duyunca heyecanlanan bir iktidar var. Bu ikisi birarada olunca, ister istemez, başka ülkelerin de dikkatleri ülkemiz üzerinde yoğunlaşıyor.
Bir çok başkentte politika belirleyiciler, “Bakalım Ankara ilgisini önce hangi ülkeye yönlendirecek: Irak’a mı, Suriye’ye mi?” sorusuna cevap arıyorlar…
Ankara da, sağ olsun, bir Suriye’ye döndürüyor ilgisini, bir Irak’a…
Suriye’de son zamanlarda borusu diğer ülkelerden fazla öten ülke Rusya olduğu için, orada sanki Rusya ile birlikte hareket etmeyi, bizi birkaç defa aldattığını gözlemlediğimiz ABD’ye tercih eder gibiyiz…
Irak da ise patron ABD görünüyor; orada da varlığımızı ABD ile yan yana durarak gösterme çabasındayız…
Aslında ne Moskova ne de Washington Ankara’nın niyetlerine olumlu gözle bakıyor…
Her iki başkenttekiler de, Ankara’dan çıkan sesleri, sonradan uydurulmuş bir Mehter marşında geçen “Alalım düşmandan eski yerleri” niyetiyle yorumluyorlar…
Kabına sığmayan Türkiye’nin sınırlarını genişletme çabası içerisinde olduğunu düşünüyor ABD de Rusya da…
Ve buna izin vermeye ikisinin de niyeti yok.
Türkiye’yi yanlarında istiyor her iki ülkenin yöneticileri; ancak sadece birlikte fotoğraf verecek kadar…
1990’dan 2016’ya Ortadoğu tarihi
ABD Ortadoğu’ya kalıcı kalmak niyetiyle askerleriyle 1990’da geldi. O zaman Beyaz Saray’da George Bush (‘Baba Bush’) vardı ve Turgut Özal’a çok üst düzey ilgi duyduğunu belli ediyordu.
İstediği Baba Bush Amerikası’nın, Irak’ı işgalinde Türkiye’nin de yanında yer almasını sağlamaktı.
Tek başına yerine, hemen yanında Müslüman bir ülkenin bulunmasıyla diğer Müslüman ülkelere fotoğraf vermek istiyordu Bush…
Askerler çok istekli görünen Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın arzusunu kursağında bıraktılar.“Irak’ta biz de olalım” diyen Özal’ın baskısına boyun eğmektense, Genelkurmay BaşkanıOrg. Necip Torumtay, istifasını sunmayı yeğledi.
Şu oldu: Türkiye’yi yanına alamayan ABD bölgeden çekildi…
On yıl sonra, kendisine yönelik saldırılara (11 Eylül 2001) cevap teşkil edecek yeni işgal programına kadar…
Yine ‘Türkiye ile’ niyetiyle yola çıktı ABD ve bu defa Oğul Bush Türkiye’nin fotoğrafa girmesini çantada keklik görüyordu.
Meclis hesapları boşa çıkardı. ‘1 Mart tezkeresi’ reddedilince, Türkiye, ABD’nin bölgeyi işgal projesi içerisinde yer almadı ve Washington’un bir kez daha elleri böğründe kaldı.
Bugünlerde yaşananları ancak bu tabloları aklımızda tutarak anlayabiliriz.
Tablo şunu söylüyor:
ABD ile Rusya kendi hesapları açısından Türkiye’yi yanlarında görmeyi olağanüstü arzu ediyorlar; ancak sadece birlikte fotoğraf vermek için…
Yoksa, ne Moskova Suriye’de yeni bir rejim kurulmasını, kurulacaksa bile Türkiye’nin söz sahibi olmasını istiyor; ne de Washington Irak’ta IŞİD’i dize getirmek için çıkacağı seferde Türkiye’nin belirleyici bir rol üstlenmesini…
Bu arada hem ABD hem Rusya Türkiye’nin isminden yararlanmayı ihmal etmiyor…
Halep’in güneyi büyük bir yıkıma uğradı, muhalif güçlere karşı rejime bağlı askerler kentin kuzeyini ele geçirdi, geçirecek…
Rusya’nın aktif desteği sayesinde gerçekleşiyor bu yeni durum.
Moskova ile yenilenen ilişkilerimize nakise getirmemek için Türkiye’nin bayağı dikkatli davrandığı bir dönemde oluyor bu.
İktidara yakın manşetler ve kalemler Rusya’nın hatırını kırabiliriz diye nefes bile almıyorlar.
Washington Musul’a girip IŞİD’i oradan sürecek, bunun için bir koalisyon kurdu; ancak Türkiye’nin Musul üzerinde gözü olduğu kanaati Batı medyası tarafından yayılınca… Irak’tan gelen itirazları kullanarak… Türkiye’yi kol uzaklığında tutmaya çabalıyor…
Böyle bir durumda Türkiye ne yapsın?
Türkiye’nin yapabileceği fazla bir şey yok; hiç değilse ben öyle görüyorum.
‘Yeni Türkiye’ yapıyordu; ‘yeni yeni Türkiye’ zorlanıyor
Yapacağını yaptığı bir dönem oldu Türkiye’nin ve bayağı başarılı sonuçlar da aldı.
‘Arap baharı’ denilen ve bölgeye demokrasi getireceği umudunu veren hareketlenme Türkiye sayesinde olmuştu.
Ortadoğulu bir ülkenin ABD ile iyi ilişkilere sahip iken Avrupa Birliği üyeliğine doğru yol alabilmesi… İsrail ile ikili ilişkileri sayesinde Filistin sorununun çözümünde işe yarayabileceği hissini vermesi… Kendi içindeki sorunları da demokratik yöntemlerle geride bırakabileceğini düşündürmesi…
Bütün bunlar, İslâm Dünyası’nı oluşturan insanlar için, taklit edilmeye değer bir ‘model’olarak görüldü.
Örnek almak için ABD’ye veya Rusya’ya bakmaya alışmış yığınlar için bir vaha gibiydi Türkiye…
En başta dediğimi burada bir daha tekrarlayayım: “Kendi mülkün sağlam temeller üzerinde oturuyor olmazsa, başkalarının topraklarına göz koysan ne olur?”
Ne olur sahi?
Bu günün dünyasında sınırlar başka ülkelerin topraklarına tecavüz ederek değişmiyor; ancak başka ülkelerle iyi geçinerek ve onların seni taklide değer bulmasıyla zihinler üzerindeki sınırlar kalkıyor ve ülkeniz öyle gelişiyor…
Korkum, Rusya ve ABD ile yol arkadaşlığımızın, esas birlikte yürümemiz gerekenler gözünde değerimizi kaybettirmesi…