Frankfurter Allgemeine Zeitung sertleştirilmiş ekonomik yaptırımların İran'ın radikal güçlerin eline düşme tehlikesini arttırdığı görüşünde:
"ABD İran yaptırımlarını ağırlaştırmakla, hem İran yönetimi üzerindeki baskıyı arttırıyor, hem de İran halkının sıkıntılara dayanma gücünü sınıyor. Ama aynı zamanda Ortadoğu'daki gerginlik de artıyor. Yoksa İsrail İran'dan gelecek muhtemel misilleme saldırılarına birbiri ardına tatbikatlar düzenlemezdi. İran İsrail'i ve Suudi Arabistan'ın petrol kuyularını vurmaya kalkışabilir. İran askeri gücüyle övünse de, ülke ekonomisi çökmenin eşiğine gelmiş bulunuyor. Böylece İran'ın bölgedeki milislere verdiği desteğin faturası da kabarıyor. Yaptırımlar İran'ın Suriye'deki varlığını azaltmasını sağlayabilir. Büyük tehlike ise devrim muhafızlarındaki şahinlerin sistemin çökmesinden sonra yönetime tamamen hâkim olma ihtimalinden kaynaklanıyor. Batının şimdilik hiç olmazsa Ruhani gibi ılımlı bir muhatabı var.”
Neue Osnabrücker Zeitung'un aynı konudaki yorumu ise şöyle:
"Washington İran yaptırımlarının dozunu arttırmakla bu ülkeye ekonomik savaş ilan etmiş oldu. Donald Trump'ın başkanlığındaki ABD, uluslararası eleştirilere rağmen güçlü pozisyonundan, şantajdan başka anlamı olmayan uygulamalar için yararlanıyor. Nükleer anlaşmadan çekilmekle devletler hukukunu ihlal etmiş olmakla kalmayıp, anlaşmazlıkları giderme yolunda sağlanan cüzi ilerlemeyi de boşa çıkarıyor. Amerikan yaptırımları küresel ticari ilişkilere hissedilir zarar verecektir. Avrupa bu politikaya, Amerikan yaptırımlarını bypass edecek yöntemlerle direnmeye çalışıyor. Ama nükleer anlaşmanın bu yoldan kurtarılabileceği şüphe götürür. Şurası kesindir ki, zaten istikrarsız olan bir bölgeyi, aktörlerden birini cezalandırarak istikrara kavuşturma girişimi hiçbir zaman sonuç vermemiştir. Dolayısıyla Trump usulü şantajcılığın işe yarayacağı kuşkuludur.”
Süddeutsche Zeitung ABD Kongre seçimlerini konu alan yorumunda kampanya sırasında kimlik arayışının diğer konuları bastırdığına vurgu yapıyor:
"Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasındaki seçim mücadelesinde ekonomi, vergi indirimi, altyapı, bütçe ya da artan suçlarla mücadele gibi konular rol oynamadı. Parti programları ve temel siyasi tercihler ABD'deki siyasi tartışmaların ikincil konuları oldu ve Trump'ın Başkanlığa seçildiği 2016 yılındakinden de az rol oynadı. Kongre seçiminde oylar kimlik tercihine göre kullanılacak. ‘Bana kim olduğunu söyle, ben kimi seçeceğini söyleyeyim'. Ya da ‘bizim grup sizin gruba karşı'. Bu fenomen aslında yeni değil. Öteden beri azınlıklar çoğunlukla Demokratları, beyazlar ise Cumhuriyetçileri seçer, fakat taraflar halk gruplarını birbirine düşürmemeye özen gösterirdi. Ama artık iki büyük parti de, Amerikalıların kimlik politikası dedikleri oyunun farklı versiyonlarını oynuyor. Demokratlar seçim gününe kadar, normal olarak sandığa gitmeyen azınlıkları harekete geçirmeye çalıştı. Cumhuriyetçiler ise 2016 yılında Trump'ı Beyaz Saray'a taşıyan yüksek motivasyonlu seçmen grubunun desteğiyle Kongre çoğunluğunu kurtarmayı umuyorlar. Bu oyunu kazananın ödülü Amerikan halkının bölünmesi ve sorunları çözecek politikaların rafa kalkması olacaktır.”
Mittelbayerische Zeitung Cumhuriyetçi partinin Kongre'nin her iki kanadındaki çoğunluğunu korumasının Trump'ın daha da radikalleşmesine yol açacağına işaret ediyor:
"Erken seçimlere katılan kadın ve gençlerin artması umut veriyor. Ancak bu umut, kamuoyu araştırmacılarını yalancı çıkaran 2016 yılındaki Başkanlık seçiminin de kanıtladığı gibi, aldatıcı olabilir. Trump'ın, milliyetçilik, ırkçılık ve himayecilik karışımı şeklindeki zehirleyici ‘Önce Amerika' sloganı sanıldığından etkili çıktı. Trump yine bu yöntemle başarılı olursa, icraatını daha da radikalleştirme cesaretini kendinde bulacaktır. Bu bakımdan Başkanlık döneminin ortasına isabet eden Kongre seçimleri büyük küresel önem arz ediyor. Söz konusu olan Kongredeki güç dağılımı değil, Amerikan demokrasisinin geleceğidir.”
DW,AFP,dpa/AG,BK
© Deutsche Welle Türkçe