Kültür-Sanat

Farklı bir zaman duygusunun peşindeyim

Besteci ve viyola sanatçısı Ahmet Altınel, Berlin'de Young Classical Müzik Festivali kapsamında düzenlenen beste yarışmasında birincilik ödülü aldı

04 Eylül 2008 03:00

İnsanların alışkanlıklarından vazgeçmeleri zordur. Uzun zaman belli kavramlar ve kalıplarla düşünmüşler, hayatı belli bir çerçevenin sınırları içinde algılamışlardır çünkü onlar. Belirlenmiş kalıpları kıran bir müzik eserini dinlemek de, aynı alışkanlıkların üzerimize giydirdiği dar giysilerden sıyrılmak kadar güçtür. Geleneklerin dışına çıkan, farklı ve özgün bir müzik dili geliştirmeye çalışan besteciler popüler olamazlar. Aslında onların dertleri çok fazla insan tarafından dinlenmek değil, kendilerini en iyi şekilde ifade edebilmektir. Heybelerine doldurdukları renkli taşları vardır o bestecilerin. O taşları seslere dönüştürüp zamanın içinde yüzdürmek isterler.

 

Besteci, eğitmen ve viyola sanatçısı Ahmet Altınel, klasik müzikte "atonal" eserler üretiyor. 20. yüzyıl başında Arnold Schönberg tarafından geliştirilen bu müzik anlayışına göre bestelenmiş yapıtlar, belli bir ton sistemine bağlı olmadıkları için atonal olarak tanımlanıyorlar.

 

İçinde "tonal anlar" bulunsa da genel anlamda atonal bir yapı içinde ilerleyen Les Sources de la Nuit isimli eseri Altınel'e, Berlin'de Young Euro Classic Müzik Festivali kapsamında düzenlenen beste yarışmasında birincilik ödülü kazandırdı.

 

Eserin dünya prömiyeri 16 Temmuz akşamı Cem Mansur yönetimindeki Türkiye Ulusal Gençlik Senfoni Orkestrası tarafından Berlin'de yapılmıştı.

 

Berlin'de birincilik ödülü kazanan Les Sources de la Nuit isimli eserinizden biraz söz eder misiniz? Bazı Türk besteciler çok sesli müziği Anadolu'ya özgü motiflerle bezemeyi seviyorlar. Sizin eserinizde de bu tür motifler var mı?

 

Eser tek bölümden oluşuyor ve büyük orkestra için yazıldı. Süresi ise 7.5 dakika. İçinde Anadolu'ya özgü hiçbir tema yok. Benim öyle bir derdim yoktu çünkü yazarken, Les Sources de la Nuit Fransız sairi Robert Desnos'un bir şiirinin adı aslında. Eserin adını Türkçe'ye ‘Gecenin Kaynakları’ olarak çevirebiliriz.

 

Bu yarışmaya katılmaya nasıl karar verdiniz? Yarışma için mi bestelediniz Les Sources de la Nuit’yi?

 

Şubat ayında orkestra şefi Cem Mansur bana Ulusal Gençlik Senfoni Orkestrası İle birlikte katılacağı festivalden ve kompozisyon yarışmasından söz etti. Konserler ve festival için bir müzik yazmamı rica etti. Ben de bunu çalışmaya başladım ve mayıs ayında tamamladım eseri. Orkestra temmuzda provalara başladı. Yarışma kapsamına dâhil olması için eserin daha önce hiçbir yerde çalınmamış olması gerekiyordu. Dolayısıyla Berlin’de dünya prömiyeri yaptık.

 

Ne kadar zamandır kompozisyonla ilgileniyorsunuz. Sizi özellikle bestecilik üzerine yoğunlaşmaya iten ne oldu?

 

Asılında lise yıllarından beri ilgileniyorum ama 20’li yaşlarımda başladım. Mimar Sinan Üniversitesi devlet konservatuarında kompozisyon eğitimi almaya. Daha önce keman bölümünde okuyorum. Özellikle son yıllarda bestecilik üzerine yoğunlaşmaya başladım. Beste yaparak daha iyi ifade edebiliyorum kendimi. Özellikle Türkiye’de klasik müzik resitallerinde sürekli bilindik bir repertuar dönüp duruyor. Bu repertuarla da kendinizi istediğiniz gibi ifade etmekte zorlanıyorsunuz.

 

Ama siz aynı zamanda viyola sanatçısısınız ve Akbank Oda Orkestrası’nda viyola grup şefisiniz. Viyola eğitimini nerede aldınız?

 

Burada kompozisyon bölümünü bitirdikten sonra Almanya’ya gittim ve orada viyola tahsili yaptım

 

Neden keman ve kompozisyondan sonra bir de viyola eğitimi almayı tercih ettiniz? Sonuçta viyola için yazılmış solo eser sayısı keman ve çelloya nazaran çok az. Bu anlamda viyola solistinin yorumlayabileceği çok fazla malzeme yok.

 

Evet, haklısınız, viyola repertuarı keman ve çelloya göre çok kısıtlı. Aslında viyolaya yönelmem tesadüf eseri oldu. Konservatuardaki oda müziği derslerinde viyolacı eksiği vardı.

 

Bu yüzden bazı eserlerde viyola çalmaya başladım. Sonra enstrümanın sesi çok hoşuma gitti ve bana çok uygun olduğunu keşfettim. Kemandan çok viyola ile haşır neşir olmaya başladım. Daha sonra eğitim almak için Almanya'ya gittim

 

Uzun süredir bestecilik yapıyorsunuz ve bu konudaki başarısı tescillenmiş birisiniz. Bize biraz bestecilik anlayışınızdan ve tarzınızdan söz edebilir misiniz?

 

Benim için ses çok önemli bir malzeme ve sesle oynamayı çok seviyorum. Etkilendiğim müzikler ve bazı besteciler var. Les Sources de la Nuit’yi Çağdaş Klasik Müzik kategorisinde değerlendirebiliriz. Ne kadar doğru ne kadar yanlış bilmiyorum ama müzikte böyle kategoriler var biliyorsunuz

 

Çağdaş Klasik Müzik derken atonal müziği kastediyorsunuz, değil mi?

 

Evet, atonal müziği kastediyorum. Ancak ben müzikte tonal, atonal diye keskin bir aynm yapılmasını doğru bulmuyorum. Bunlar çok fazla ciddiye alınan, akademik hayatta da çok abartılan kategoriler. Esas olan müzikal klişelerden kurtulabilmek... Müzikte yeni bir dil oluşturmak İçin tonalite, atonalite gibi kavramlar tabii ki çok önemli. Ama benim asıl yapmak istediğim farklı bir zaman duygusunu müzikte algılayabilmek. Müzik, diğer sanat dallarından farklı olarak zaman içinde başlayan, süregiden ve biten bir şey. Fakat aslında dinlerken zamanı başka bir hızda algılıyorsunuz. Tonalite ve atonalite gibi kavramlar, zamanı yoğurmaya yarayan malzemeler. Benim müziğim atonal bir müzik ama zaman zaman tonal pasajlar da duyabilirsiniz içinde.

 

Türkiye'deki klasik müzik dinleyicisine bile yabancı gelen bir dal atonal müzik. Birçok İnsan için de dinlemesi zor. Neden atonal müzik yapmayı tercih ediyorsunuz?

 

Çünkü kendimi o dile daha yakın hissediyorum. Ama tonal müzik artık yazılmamalı gibi bir düşüncem de yok. Müziğimde tonal anlar da mevcut. Fakat yeni bir müzikal dil kurarken eski klişelerden kendimi kurtarmaya çalışıyorum.

 

Klasik müziğin, ‘atonal’ tabir edilen dalının çok fazla dinleyicisi olmadığı kesin. Bizim yazdığımız eserleri, klasik müzik konserlerinde duyma imkânı bulamazsınız. Aslında bu normal bir şey... Çünkü klasik müzik dinleyicisi, almaya hazır olduğu bir şeyi dinlemek için gidiyor konsere ve oradan bir arınma duygusuyla ayrılıyor. Yeni bir şeyi deneyimlemek İçin konsere gitmiyor insanların çoğu. Bu tür müziğin dinleyicisinin başka bir yerde olabileceğini düşünüyorum.

 

Kaç tane eseriniz var? İçlerinde daha önce icra edilmiş olanlar da var mı?

 

Yirmi civarında eserim var. Bir kısmı daha önce yorumlandı. Ama İlk defa orkestra İçin yazdığım bir müzik icra edilmiş oldu Berlin'de. Onun dışında oda müziği, solo enstrümanlar, elektronik ve akustik enstrümanlar için yazdığım bazı müzikler çalındı. Flüt, klarnet, piyano, keman, viyolonsel ve vurmalı çalgılar için yazdığım Gnomus isimli 10 dakikalık tek bölümlü oda müziği eserim geçen ekim ayında İstanbul'da, mart ayında ise ABD'de çalındı,

 

Mussorgsk/nin aynı adlı tablosundan esinlenerek yazdım o müziği, Daha önce bir kuartetim ve solo arp için yaptığım bir müzik de yorumlanmıştı. Elektronik müzik türünde yaptığım çalışmaların ise bir kısmını kendim yorumladım. Bu alanda en son Barkın Engin ve Burak Tamer ile birlikte kilise orgu ve elektronikler için Zaman Dönüşümü projesini hazırladık. Üçümüzün birlikte bestelediği bu müziği yine birlikte yorumladık.

 

Burada elektronikler derken, bilgisayar ortamında üretilmiş ya da çeşitli işlemlerden geçirilerek dönüştürülmüş seslerden söz ediyoruz değil mi?

 

Sentetik olarak üretilen elektronik seslerden söz ediyoruz evet. Bunlar kaydedilip sonrada dönüştürülüyor yani işlemden geçiriliyor. Mesela biz konser sırasında org sesini canlı olarak işlemden geçirip öyle kullanmıştık

 

Sizin de üyelerinden biri olduğunuz Akbank Oda Orkestrası, bilinen Klasik Müzik repertuarının dışına çıkmaktan ve az bilinen eserleri dinleyiciye sunmaktan çekinmeyen bir müzik topluluğu. Sizin Akbank Oda Orkestrası’na katılmanız nasıl oldu? Kuruluşundan ber mi oradasınız?

 

Hayır

 

Hayır, kuruluşundan itibaren içinde değilim. Sanırım orkestra 1992 yılında kuruldu. Ben orada 1996 yılında çalmaya başladım.

 

Orkestranın, ilk dönemlerinden itibaren fazla bilinmeyen eserleri bulup ortaya çıkarmak gibi arayış var mıydı? Yoksa Cem Mansur'un Akbank'a şef olarak gelmesinden sonra mı böyle bir arayış oluştu?

 

Cem Mansur'un gelmesinden beri var. Bu durum biraz da Cem Mansur'un araştırmacı kişiliğinden kaynaklanıyor.

 

Siz aynı zamanda Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Kompozisyon bölümünde öğretim görevlisisiniz. Türkiye'de konservatuar eğitiminin yetersiz olduğu, öğrencileri belli kalıplar içine sokarak yaratıcılıklarını törpülediği yönünde sürekli dillendirilen bir eleştiri var. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

 

 

Sadece Türkiye'dekiler için değil tüm dünyadaki konservatuarlar için bu eleştiri hep yapılabilir bence. Çünkü Klasik Batı Müziği eğitimi sırasında çok kısıtlı bir repertuar öğretiliyor öğrencilere. Gerçi deneysel işlere açık olan kurumlar da var ancak çoğunluk böyle. Bu açıdan bence bizdeki konservatuar eğitiminin yurt dışındakinden pek farkı yok. Benim Türkiye'deki konservatuar eğitimine ilişkin en çok eleştirmek istediğim şey şu: 11 yaşında ilkokulu bitiren öğrenci tam zamanlı olarak konservatuara giriyor ve üniversiteyi burada bitiriyor. Bir insan 11 yaşında mesleğini seçmemeli. Öte yandan çoğu enstrümana belli bir yaştan sonra başlamak da çok mümkün değil. Bu durumda en iyi çözüm, öğrencilerin yarı zamanlı olarak konservatuara girmeleri. Böylece hem dışarıda ilköğretim ve liseye devam edip, hem de yarı zamanlı olarak konservatuarda eğitim alma şansları olur. Zaten Avrupa'da bu sistem uygulanıyor. Üniversite düzeyine gelince karar veriyor öğrenci, müzisyenliğe devam edip etmeyeceğine

 

Sizin 1990’lı yıllarda aktif olan rock grubu Kumdan Kaleler’e de kemanınızla eşlik ettiğinizi biliyoruz. Kumdan Kaleler’e katılmanız nasıl oldu?

Kumdan Kaleler’in üyeleri benim Galatasaray Lisesi’nden arkadaşlarım. Onlar grubu ilk kurduklarında albümlerinde keman çalmamı rica etmişlerdi. İlk albümlerinde öyle bir katkım oldu ama grup üyesi değilim ben.

 

Bir dönem Kardeş Türküler’le de çalışmışsınız.

Evet. Kardeş Türküler grubu ilk kurulduğu zaman teknik ve müzikal danışmanlık yapmıştım onlara