Gündem

'Evren ve Şahinkaya yetmez, 12 Eylül'ün tüm cuntacıları yargı önüne çıkarılmalı'

Kenan Evren ve Tahsin Şahkinya'nın müebbet hapis cezasına çarptırıldığı 12 Eylül davası hakkında, dönemin mağdur yakınları değerlendirmede bulundu

20 Haziran 2014 15:00

12 Eylül davası kapsamında Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın 765 sayılı TCK’nın “Devlet kuvvetleri aleyhine cürümler” başlıklı 146. maddesi uyarınca müebbet hapis cezasına çarptırılması sonrası,  Araştırmacı – Yazar Eylem Delikanlı, 7 Kasım 1980’de Mamak Askeri Cezaevi’nde dövülerek öldürülen yayıncı İlhan Erdost’un kızı Alaz Erdost, Ordu’nun Fatsa ilçesinin belediye başkanlarından ‘Terzi Fikri’ olarak belleklere kazınan Fikri Sönmez’in oğlu, YSGP Eşbaşkanı Naci Sönmez ve Müdahillerden Devrimci 78’lilerin İstanbul sorumlusu Yılmaz Yurkarıgöz T24’e konuştu.

Yukarıgöz, “Bu mahkeme sadece 2 cunta lideri ekseninde değerlendirilmemeli. Dönemin valileri, emniyet müdürleri, danışma meclisi üyeleri, suça karışmış kolluk güçleri yargı önüne çıkarılmalı ve işkence edilerek kaybedilen insanların akibetleri öğrenilmelidir" dedi.

Eylem Delikanlı, 12 Eylül Davası’ndan Evren ve Şahinkaya’ya müebbet hapis cezası çıkmasının darbe dönemi ile hesaplaşıldığını göstermediğini söyledi ve bunu iki açıdan değerlendirip şöyle dedi: “Birincisi, hesaplaşma yalnızca mahkeme kararlarına bağlı bir süreç değildir. Elbette ki hukuki süreç hesaplaşmanın en baskın kanallarından biridir fakat bunu toplumun genelinde yankısını bulan bir süreç haline getirmek de gerekir. İkincisi; darbe yalnızca iki generalden ibaret değil. Bunun arkasından bugüne kadar süregelen kurumları, özünden pek bir şey kaybetmemiş Anayasası gelmektedir. Bütün bunlara ek olarak işkenceci binlerce polis ve asker, cuntanın bütün mekanizmalarını işletmiş binlerce insan normal hayatlarına devam etmektedir. Bunlar da yargı önüne çıkarılmadan gerçek bir hesaplaşmadan söz etmek mümkün değil. Bütün bu olumsuzluklara ve eksikliklere rağmen dava sonucunda iki generalin müebbet cezası almış olmaları da önemli bir başlangıçtır. Mahkeme önüne giden ve davayı takip eden birçok arkadaşımızın da bu bilinçle gittiğini düşünüyorum. Sol içi polemikleri bir yana koyup, ki bu topluluğun içerisinde boykot / hayır / yetmez ama evet diyen’ler yanyanaydı, davanın ve bundan sonraki sürecin sol için yine de bir mücadele alanı olduğu bilinciyle uğraş verdiler. Yeterli midir? Hayır ama alternatifi hiçbir şey yapmamaksa en azından bu uğraşı kıymetli buluyorum. Ben şahsen Evren ve Şahinkaya’nın binlerce insanın hayatlarını kararttıkları 146/1’den ceza almalarını en çok da çocuklarını kaybeden anneler adına önemli buluyorum. Gerçek hesaplaşma ise ancak hepimiz elimizi taşın altına koyduğumuzda gerçekleşecek.”

Alaz Erdost, “Bana kimse kızmasın, dün kararı duyunca gülümsedim.” dedi. Erdost, bu yargılamanın ne koşullarda yapıldığını bildiğinin altını çizdi: “Ağzımıza bir parmak bal çaldıklarını görüyorum. Bunun bir adalet sağlama olmadığını algılayabiliyorum. Oyunun farkındayım. Değiştirip yargı yolunu açtıkları insanların hazırladıkları anayasayla bu kararı verdiler, evet. Onların anayasasıyla yaşamaya devam ediyoruz, mahkum olsalar ne olur? Haklısınız. Hukuksuzluk, adaletsizlik, 80’lerde işkencehanelerde uygulanan zulüm, sokakta artık. Mimarı da, uygulayanı da bu davanın tarafları aslında. “Bunca yıldan sonra gelen adalet, adalet değil, bu yaştan sonra yatsalar ne olacak, zaten yatmayacaklar, gündem değiştirmeleri için malzeme ediyorlar...” Beni kendime getirmeye kimse çalışmasın. Gözümü açmaya da. Kızmasın da kimse. Gülümsedim evet… Çünkü ben anaların saçlarının pamuk beyazına döndüğünü gördüm, tek istekleri Kenan Evren’in hüküm giymesiydi. Gördü pamuk anam. Yüzü güldü dün. İçi soğudu. Rütbesi söküldü örneğin. Er o artık. Ölürse devlet töreniyle gömülmeyecek. Yine paşalar gibi bakılacak hastanede, öldükten sonra ne töreniyle gömüldüğü önemli olmayacak, evet. Ama ben, mahkeme salonunda, acıdan yol yol olmuş yüzlerle, tekrar tekrar ölürken; onlar karşımızda, yata yata kahve içtiler. “Çocuklarımızın kanlarını içiyorsun” diye bağıran anayı duyunca, gülümsediler. Aynı salondan çıkan “müebbet hapsine” cümlesini de duydular ama ve acıdan kırışmış yüzlerin gülümsediğini. Bu bana yeter. İç hukuk yolları tükendi örneğin. Gidenler geri gelir mi? Gelmez. Amaç tazminat almak mıdır? Değil elbet. Ama hukuksuz bir ülkenin tekrar tekrar mahkum edilmesidir, görülmek istenen. Ha bir de son söyleyeceğim şey; ellerini öpmeye doyamadığı onca seneden sonra, müebbete mahkum olmasını sağlayan yasa değişikliğini yapıp, sözünü tutanlar! Gün olur devran döner…”

Naci Sönmez ise 12 Eylül mahkemesinden Evren ve Şahinkaya’ya müebbet hapis çıkmasının sıradan bir karar olmadığını belirtti.  Sönmez, “Bu olay Türkiye’de gerçekleşmiş ve binlerce insanın işkence görmesine katledilmesine ve zulüm görmesine neden olmuş bir karanlık dönemin ilk kez mahkum edilmesidir. Sonuçları itibarıyla tarihsel bir özellik taşımaktadır. Çalınan hayatlarımız ve kaybettiğimiz arkadaşlarımıza sözümüz gereği bunu bir başlangıç olarak görüyorum. Bu daha başlangıç mücadeleye devam eşiğindeyiz diye düşünüyorum.” dedi ve ekledi: “Müdahillik başvurum babamın cezaevinde öldüğünü kanıtlayamadığım için kabul edilmemişti. Çünkü Adalet Bakanlığı’na ve benzer kurumlara yazdığım dilekçelere hiçbir yanıt alamadım. Sadece Amasya Devlet Hastanesi, babamın cenazesini aldığımız hastane, yazılı yanıt verdi. Onlar da söz konusu tarihlerde babanız Fikri Sönmez’e dair ölüm kaydına raslanamamıştır dedi. Yani ben bu bariz ölümü belgeleyemediğim için de davaya müdahil olamadım.”

Son olarak, Yılmaz Yurkarıgöz, 12 Eylül mahkemesinin mahkumiyetle sonuçlanmasının yürütülen yolsuzluk, işkence ve insan yaşamına yönelik 12 Eylül cuntası tarafından işlenen suçların yargı önüne çıkması açısından çok önemli olduğunu vurguladı ve “Bu mahkeme sadece 2 cunta lideri ekseninde değerlendirilmemeli. Dönemin valileri, emniyet müdürleri, danışma meclisi üyeleri, suça karışmış kolluk güçleri yargı önüne çıkarılmalı ve işkence edilerek kaybedilen insanların akibetleri öğrenilmelidir. Bu mahkumiyetle birlikte 12 Eylül’ün tüm yasaları yok sayılmaktadır. İdamlar cinayet olarak resmen kabul edilmelidir. 12 Eylül’ün düzmece mahkemelerinde alınan kararlar iptal edilerek tekrar yargı hakkı tanınmalıdır.” dedi.