Tiyatrocu Metin Zakoğlu, başlattığı 'evde tiyatro' konseptiyle tiyatro sanatının sıradan bir evin salonunda dahi icra edilebileceğini ispatlıyor. Gogol'un tek kişilik "Bir delinin hatıra defteri" adlı oyununu sahneleyen 17 yıllık tiyatrocu Zakoğlu, 2004 yılından bu yana 'Kulis Oda' adını verdiği sahnesinde alternatif tiyatronun ilginç bir örneğini sergiliyor. Taraf'ta yer alan Funda Karakaya imzalı röportajda Metin Zakoğlu oyununu ve sahnesini anlatıyor.
***
Tiyatroda mekân deneyleri: Evde TiyatroBir süredir Caddebostan’da, bir apartmanın alt katında oyunlar sergileniyor. Nasıl mı? Metin Zakoğlu’nun evde tiyatro kavramıyla bir evin salonunu tiyatro salonuna çevirmesiyle. Gayet sıcak ve hiçte yadsımadığımız bir atmosferde gerçekleşiyor bütün bunlar. Kapıdan içeri alınıyorsunuz ve hemen girişteki siyah perdeyi aşınca salona girip öncelik sırasına göre yerinizi alıyorsunuz. Ön tarafta rahat, siyah koltuklar iki sıra halinde dizili. Ama tren gibi de değil, yanında önünde sehpalar var. Koltukların arkasında ve bir yanında ise masalar var. Onlarda siyah... Masalarda kırmızı mumluklar var ve sol tarafınızda kalan duvarda projeksiyonla perdeye yansıtılan bir konser... İçecek servisi de mevcut. Karşınızda sahnenin bordo perdeleri... Siyah ve kırmızı tonlarının hâkimiyeti hoş bir atmosfer yaratırken, perde açılınca sahnenin küçüklüğü ise hiç göze batmıyor. Ölçeği küçültülmüş bir ortam gibi, ama eksik olan hiçbir şey yok. Oyun başladığında ise çabucak içine giriyorsunuz. Zaten Zakoğlu’nun kendisi de sizi dahil ediyor. Gogol’ün “Bir Delinin Hatıra Defteri” adlı tek kişilik oyununu, bir delinin tüm kafa karışıklıklarını, inişlerini çıkışlarını, farklı kişiliklere bürünmesini ustalıkla oynuyor. Bir epik tiyatro örneği olan oyun, Zakoğlu’nun performansından 17. yılını doldururken, bizde kendisiyle evde tiyatro kavramını ve yöntemini konuştuk.
Evde tiyatro fikri ne zaman oluştu ve uygulamaya geçti? Ben 2004 yılında kurdum Kulis Oda sahnesini. Evde tiyatro kavramıyla. Ondan önce şehir tiyatrolarında oynadım 11 yıl. 1994 senesinde profesyonel tiyatromu kurdum. Ama bu getirdiğim konsept 2004 yılında ortaya çıktı ve aslında ondan sonra istediğim hedef kitleme ulaştım. Alternatif bir yol bence tiyatro adına, bir anlamda bir öncülük. Bu yaptığım çalışmaları tiyatroda mekan deneyleri adı altında topluyorum. Sadece burada değil, Bozcaada Kalesi’nin burçlarında oynadım, Çimenlik Kalesi’nin içinde oynadım, Çanakkale’de Aleksandra Truva antik kentinin içinde oynadım. Truva antik kentinin içinde oynadım. Bayramiç’te sokaklarda oynadım. Bir hanın içerisinde 10 metre karelik bir odanın içinde oynadım. Ayağı yeni kesilmiş bir ağabeyimin gidip evinin odasında oynadım. Yani benim için tiyatroda işte bu önemli. Deney yapıyorum. Ne kadar daha zorlayabilirim tiyatroyu diye. Bu anlamda bu gördüğünüz mekanda bu deneyin bir parçası.
Muhsin Ertuğrul ekolünün öğrencilerindensiniz değil mi? Muhsin Ertuğrul’un son öğrencilerinin öğrencisiyim. Yani Çetin İpekkaya’nın, Ayla Algan’ın öğrencisiyim. O cümle de şuradan çıkmıştı. Birileri evde tiyatro yapıyorum diye eleştirdiler. Yaptığım bu işi küçültmeye çalıştılar. Evde de tiyatromu olur, tiyatroyu bu kadar düşürmemek lazım gibi sözcükler etti bazı tiyatrocular.
Doğaçlama ve deneysel tiyatro adına birçok örnek görüyoruz artık. Bu durum hakkında şöyle bir eleştiri var. Bunlar zaten tiyatro okullarında ders olarak yapılan şeyler, niye tiyatroda yeni bir akım gibi yansıtılıyor diye... Tabii sizinki öyle bir şey değil... Değil evet. Ama o denilene bende katılıyorum. Bende tiyatro antropoloji okudum. Mesela doğaçlama tiyatro yapan, ismini vermediğimiz bir tiyatro grubunun yaptığı, dünyada tiyatro sporu olarak bilinir. Kendi içimizde yaptığımız bir müsakaba olarak eğitim için yapılan bir çalışma şeklidir. Biz bunları yılları önce gördük ama bununla ilgili bilet satıpta seyirciye böyle sunmak hiç aklıma gelmedi. Hatta hadsizlik bildim ben böyle bir şeyi. Çünkü benim için atrenman olan bir şeyin seyirci için değeri olabileceğini akıl edemedim. Ama akıl edenler bu konuda çok başarılı olduklarını zannediyorlar. Bu ülkede aslında ne yaparsanız, başarı bir şekilde geliyor. Ona bakarsanız kafasını bir yere çarpıp “Ben sanatçıyım” diye çıkan insanları da kafamızın üstünde taşıyoruz biz biliyorsunuz. O dediğiniz cümleyi bir yerlerden hiç duymamıştım ama kendim de bunu dile getiriyordum. Oyuncuların okulda yaptığı çalışmayı tiyatro gibi sunuyorlar. Benim yaptığım şey öyle bir şey değil. Ben yabancılaşması bol, epik tiyatro örneği yapıyorum. Klasik tiyatro, işte Gogol’ün metnini izliyorsunuz, ben aslında seyirciyi tiyatroya çekmek için çaba sarfediyorum. Elimden gelse, eğer seyircinin her oyunumu dolduracağına inansam, belki yabancılaşma anlarımı bile sonuna kadar kısaltmaya çalışırım. Ama seyirci bir dönem birbirinin tekrarı insanlar tarafından, birbirinin tekrarı oyunları izlemekten ötürü tiyatrodan uzaklaşmaya başlamışlardı. Onları tiyatroya çekmek için yenilikler getirmek ve rahatlatmak gerektiğini düşündüm. Benim yaptığım şey esasen, ekşi sözlükte bir seyircimin yazdığıdır. Çok güzel yazmış. “Metin Zakoğlu’nun bu yaptığı 20 kişiye sanatın ne olduğunu göstermektir. Ve tiyatroyla stand up’ı harmanlayıp seyirciyi kazanmaktır” demiş. Yaptığım bu aslında. Ama burda insanlar stand up’larıma gülerken, “Bir Delinin Hatıra Defteri”nin tamamını da izleyerek Gogol adlı bir yazardan haberdar oluyorlar. Ve böyle bir yazarın, böyle devasa bir metnini de sonuna kadar hiç bozmadan izliyorlar. Onunda tamamını oynuyorum çünkü, hiç bozmuyorum.
“Bir Delinin Hatıra Dfeteri”nin 3000’e yaklaşan bir gösterim sayısı var. Evet 17. yılındayım bu oyunun. Çok uzun zamandır oynuyorum. Genco Erkal’dan sonra Türkiye’de bu oyunu oynayan tek kişiyim. Ve bu oyunu Genco Abi’nin direk elinden aldım, oynama iznini yani. Çok ilginç bir anıdır. Muammer Karaca tiyatrosunda, Genco Erkal ustamdan etkilenerek bu oyunu oynama kararı aldım. Çok gençtim, 19 yaşındaydım ve o kadar etkilendim ki 18 defa izlemiştim. “Bu oyunu oynamak istiyorum” dedim. Genco Abi, önce bir gençlik hevesi gibi görse de, sonra kendisi her türlü desteği verdi. Hatta ilk oyunu kendi kurdurduğu dekoruyla oynadım. Bunlar benim hayatımdaki en önemli izlerdir. Ondan sonra artık Genco Abi bu oyunu oynamayıp başka oyunlarla devam etti. Ve ben bu oyunu o günden bu yana bayrak taşır gibi taşıyorum.
Seyircilerle interaktif durum her oyunda var mı? Bunu bir yöntem olarak mı kullanıyorsunuz? Seyirci dahil olur mu olmaz mı gibi bir endişeniz oldu mu? Veya seyirci rahatsız olur mu kaygısı?
Yo hayır, şimdi hiçbir kaygı duymuyorum. Çünkü hepsine bir çözüm buldum. O kadar çok oynadım ki bu tarz tiyatro, hepsinin bir cevabını buldu bedenim, gestuslarım, repliklerim. O yüzden bununla ilgili sıkıntı yaşamıyorum. En kepenkleri indirmiş seyircinin bile kepenklerini açıp gönderiyorum buradan. Bu bir yöntem. Aslında interaktif özelliği, yabancılaşma efekti olarak kullanıyorum. Yani oyuna yabancılaşıp, o anda “bu adam kim”, “ben seyirci miyim”, “o mu seyirci”, “o mu oyuncu, ben mi oyuncuyum” “ne oldum, nerdeyim” gibi sorular sordurtmak seyirciye amaç. Ve bunları çok kısa anlar içerisinde yapıp tekrar oyuna geri döndürmek. Bu bir yöntem ve herhalde bu yöntemi ilk uygulayanlardan biriyim. Ama bunu da bana öğreten kişiler tabi ki, Eugenio Barba’lar, Ayla Algan’lar, Erol Keskin’ler, Beklan Algan’lar... Hem onlardan gelen, hem benim kendi yetilerimin, bilinç kusmalarımın buluştuğu bir yöntem.
6 günde 11 oyun sahneliyorsunuz. Bütün oyunlarda siz var mısınız? İki tanesi dışında bütün oyunlarda ben varım ve çoğunlukla her akşam oynuyorum.
Çok yoğun ve yorucu bir tempo herhalde... Çok yorucu evet ama ben alışkınım. Şimdi genç arkadaşlar, yeni mezunlar, arka arkaya iki oyun koyduğum zaman bana şaşkınlıkla bakıp, “ne yapıyorsunuz, çok yoruldunuz” diyorlar. Biz şehir tiyatrolarındayken haftada, yani arka arkaya gene 11 oyun oynardık. Hatta cumartesi-pazar 6 oyun üst üste oynardık. Bir gün üç, diğer gün üç oyun şeklinde. Tiyatro böyle bir şey, dudağınızın çatlaması lazım bu işi yaparken, ter akması lazım.
Geçiminizi bu şekilde sağlıyor musunuz? Malum tiyatroyla ilgili para kazandırmıyor denilir... Ben buna da inanmıyorum. Gayet güzel sağlıyorum.
Oyunlarla ilgili duyuru, reklam nasıl yapıyorsunuz? Bu fısıltı reklamıyla oluyor. Hiçbir gazete ilanım yok. Zaten parayla verdiğim ilanlarla da hiç geri dönüş alamamıştım zamanında. Ben tiyatronun, hatta sinemanın da fısıltı reklamıyla oluştuğuna inanıyorum. Zaten 80 bin kişiye yakın insan geldi. Bu akşam gördüğünüz gibi her akşam burası dolu ve her hafta 11 oyun oynuyorum. Her akşam dolu olduğu zaman, küçük bir tiyatro salonu kadar seyirciye ulaşıyorum. Ve burda benle beraber 17 kişi ekmek yiyor. Ben tiyatrocuların, “para kazanamıyorum”, “öldük bittik” demelerine kesinlikle katılmıyorum. Eğer siz tiyatro adına seyirciye yeni bir şey sunuyorsanız, o seyirci onu mutlaka kabul edecektir. Yeter ki yeni bir şey sunun o insanlara. Ben yeni bir şey sundum ama nereye kadar bu sunum devam eder, nereye kadar bunu kabul ederler? Benim de kendimi yenilemem lazım... Hep bunlar için mücadele ettiğim zaman, o insanların gelip izleyeceğini düşünüyorum.
İlgili haberler:'Kalitesiz diziler tiyatroya ilgiyi artırdı'