Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Başdanışmanı Etyen Mahçupyan, yaklaşan 7 Haziran seçimleri ile ilgili "İktidarın gelecekle ilgili tasavvurlarının büyüklüğü ve tarihsel önemi, bugün yaşanabilecek bir muhtemel kırılganlığın kritik anlamını da değiştiriyor. AKP’lilerin bugüne ilişkin endişe duyguları ve güvence arayışları çok daha ön plana çıkıyor" dedi.
Etyen Mahçupyan'ın Akşam gazetesinde 'Kutuplaşma kime yarıyor?' başlığıyla yayımlanan (24 Mart 2015) yazısı şöyle:
'Kutuplaşma kime yarıyor?'
İktidarın gelecekle ilgili tasavvurlarının büyüklüğü ve tarihsel önemi, bugün yaşanabilecek bir muhtemel kırılganlığın kritik anlamını da değiştiriyor. AKP’lilerin bugüne ilişkin endişe duyguları ve güvence arayışları çok daha ön plana çıkıyor. Böylece iktidar daha yüksek olan oy potansiyelini yakalamaya çalışmaktansa, ‘muhafazakâr’ bir yol izlemeyi ve elinde olan gücü daraltma pahasına kimlikleştirerek konsolide etmeyi tercih edebiliyor.
Kutuplaşmadan şikayet edenlerin öncelikle kendilerinin kutuplaştırıcı olmaması beklenir. Çünkü sonuçta kutuplaşma bir ilişki… Tek taraflı bir olay değil. Eğer bir taraf bundan yarar sağladığı için böyle bir strateji uyguluyorsa, en azından diğer tarafın farklı bir yol izlemesi gerekir. Öte yandan öyle olabilir ki kutuplaşma her iki tarafa da yarayabilir. Ama bu durumda taraflardan herhangi birinin şikâyetçi olması epeyce abes kaçar. Türkiye’deki siyasi ortam kutuplaşmanın her iki kanada da avantajlar getirdiğini ama bunun uzun vade maliyetinin hiç de az olmayabileceğini ortaya koyuyor.
İktidar açısından bakıldığında kutuplaşma şu anki yüzde 45-50 aralığındaki oyu konsolide ediyor, kemikleştiriyor ve muhtemel kaçakları önlüyor. Ama buna karşılık AKP potansiyeli olan yüzde 60’lara doğru yükselme imkânından vazgeçiyor. İktidara yönelik beğeni oranlarının bu partiye verilen oyları fazlasıyla aşması, AKP’nin farklı bir yönetim dili, üslubu ve yöntemi geliştirdiğinde çok daha yüksek bir oy alabileceğini göstermekte. Bunun sosyolojik zemini de mevcut. Laik ve İslami kesimler arasında genel gündelik hayat, tüketim ve özellikle çocuğa yatırım alanlarında giderek ortaya çıkan benzerlikler, AKP’nin laik kesimin de belirli bir kısmının onayını aldığını ama muhtemelen oyunu alamadığını hatırlatmakta.
Aynı şekilde muhalefet de kısa vadede kutuplaşmadan epeyce yararlanıyor. CHP hiçbir siyaset üretmeden kabaca yüzde 25 alırken, MHP de iyice anakronik hale gelmiş bir korku Türkiye’si resmi çizerek 15’e ulaşabiliyor. HDP ise Kürt oylarının bileylenmiş halde kalması uğruna kutuplaşmadan yana davranıyor. Ne var ki bu üç parti de bu tutumuyla geleceğin siyasetini üretmek açısından önemli maliyetler yüklenmiş oluyorlar. CHP ve MHP bir anlamda devranın dönmesini ve tarihe gömülmeyi bekleyen yorgun savaşçılar gibiler. Gelecekle ilgili olarak topluma sunabilecekleri herhangi bir tasavvurları yok ve kutuplaşma böyle bir ihtimali tümüyle gerçek dışı kılıyor. HDP’nin gelecek tahayyülü ise şeffaflıktan yoksun ve belirsiz. Çünkü maksimalist beklentilere kapıyı kapamama arzusu Kürt siyasetini dolambaçlı bir söyleme mahkûm ediyor ve bu da bugünü önemseyen, safların sıklaşmasını amaçlayan bir siyaseti öne çıkarıyor.
İktidar ile muhalefet arasındaki temel fark AKP’nin gelecekte yapacakları uğruna bugün kutuplaşma nedeniyle daha az oya sıkışmaya razı gelmesi, muhalefetin ise gelecekte yapacak bir şeyi olmaması ya da bu geleceği açıkça sahiplenememesi nedeniyle bugünkü oya sarılmak zorunda kalması. Kutuplaşma AKP’yi potansiyelinin altına çekerken, muhalefeti alabileceği en üst oya taşıyor. Niceliksel açıdan bakıldığında kutuplaşma en çok iktidara yarıyor gibi gözükmekte, çünkü onun oyu zaten daha büyük ve kutuplaşmanın olmaması halinde yaşanacak dalgalanma daha geniş. Ama gerçek ve stratejik anlamda ele alındığında kutuplaşmanın asıl muhalefete yaradığı açık. CHP ve MHP bu sayede arkaik niteliklerini arka planda tutarak seçmen nezdinde ‘anlamlı’ kalmayı becerebiliyor. HDP de geleceği belirsiz kılıp kendi tabanını bugün üzerinde yoğunlaştırabiliyor.
Böyle bakıldığında kutuplaşmadan şikâyet tablosunun tersyüz olması gerekirdi. Öte yandan muhalefetin şikâyetçiliği gayet işlevsel. Kutuplaşma olmasa daha demokratik bir siyaset ortamının geleceğinden hareketle, kendilerinin de daha demokrat oldukları izlenimini yaratmaya çalışırken, böylece eksik ve belirsiz olan gelecek tasavvurlarının yerine de muhayyel bir ‘demokratlığı’ yerleştirmek istiyorlar. Yani kutuplaşmadan asıl yararı sağlamalarına karşın, sırf kutuplaşmaya karşı olduklarını söyleyerek siyasi açıklarını kapatacaklarını sanıyorlar. Diğer taraftan AKP ise kendi ürettiği ‘yeni’ Türkiye sosyolojisinin getirdiği imkânları hâlâ kavrayabilmiş gözükmüyor. Geçmişten gelen tedirginlikler ve korkular bugünü kaybetmenin maliyetini sürekli hatırlatmakta… Tehditlerin yaşananlarla da doğrulanan gerçekliği, AKP yönetiminin kazanç hesabını bir kenara koyarak risk unsuruna yoğunlaşmasına neden oluyor. İktidarın gelecekle ilgili tasavvurlarının büyüklüğü ve tarihsel önemi, bugün yaşanabilecek bir muhtemel kırılganlığın kritik anlamını da değiştiriyor. AKP’lilerin bugüne ilişkin endişe duyguları ve güvence arayışları çok daha ön plana çıkıyor. Böylece iktidar daha yüksek olan oy potansiyelini yakalamaya çalışmaktansa, ‘muhafazakâr’ bir yol izlemeyi ve elinde olan gücü daraltma pahasına kimlikleştirerek konsolide etmeyi tercih edebiliyor.
Seçim sonrasında bu tablonun devam etmesi mümkün görünmüyor. Bu değişikliğe kim hazırsa o kazançlı çıkacak…