10 Mayıs 2015 12:08
Hürriyet Gazetesi eski Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu, "Hürriyet, anayasal düzenin tarif ettiği sınırlar içerisinde bir gazete yapmayı kabul etmiştir. Bu Anayasa’yı göstere göstere çiğneyeceğini ilan eden bir adamın karşısında ben suskun kalınca ciğerime oturdu" dedi.
Enis Berberoğlu, Hürriyet’teki istifalar ve işten çıkarmalarla ilgili olarak “Oktay Bey (Oktay Ekşi – T24) sürecini yönetemedim. Özdemir İnce sürecini yönetemedim. Rahmi Turan sürecini yönetemedim. Bu insanların gazetede en azından ben var olduğum sürece devamını sağlamakla yükümlüydüm. Yapamadım. Süreç çok sert geçti, idare edemedim. Topu göğsümde yumuşatıp, ayağıma alıp süremedim. Tayyip Erdoğan nokta atışı yapmadı. Hürriyet’e sopayla girdi. Ne çıkarsa bahtına. Tahmin edemeyeceğiniz kanallar kullanıldı o süreçte” dedi.
Berberoğlu, 1999'daki Magazin Gazetecileri Derneği ödül töreninde Kürtçe şarkı söyleyeceğini ve bir de klip çekeceğini açıklamasından sonra linç kampanyasına maruz kalan Ahmet Kaya için, o dönem Genel Yayın Yönetmeni olduğu Hürriyet gazetesinde "Vay Şerefsiz" manşetini atan Ertuğrul Özkök'le ilgili olarak, "Ertuğrul Bey de o tercihte bulunmak istemediğini söyledi zaten. O, 'O başlığı atmasaydım' dedikten sonra benim 'O başlığı atmazdım' demem ucuz kahramanlık olur. O haberin arkası var. O haberin içeriğinde de sorun var. O haber o masada oturanları, o tepkiye sevk etti. Haberin kaynağında ve teyidinde sorun var. Sonuç olarak o haber baştan başa bir Ahmet Kaya düşmanlığı yansıtıyordu. Ertuğrul Bey, “O başlık atılmamalıydı” diyor. Katılıyorum ama o başlık olmadan çıksa da zaten sorunlu. Haberde deniyor ki, şurada şunu yaptı, arkasında da şu manzara var.E yok diyorlar. Bitti" diye konuştu.
Enis Berberoğlu, 17 Aralık soruşturmasında yer alan yasal dinleme kayıtlarında dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın Habertürk'ün yayınlarına müdahale için Ciner Medya Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Fatih Saraç'ı aramasıyla ilgili olarak ise "Bizim içimizde ‘Alo Fatih’ olamazdı. ‘Alo Fatih’ olabilecek tek kişi Aydın Doğan’ın kendisidir. Bir tek ondan gelen emir demiri keser" dedi.
Hürriyet’in 5 yıl genel yayın yönetmenliğini yapan CHP Genel Başkan Yardımcısı Enis Berberoğlu, partisinin İstanbul 2. bölge milletvekili adayı. Berberoğlu, Hürriyet’ten istifasıyla ilgili süreci ve Türkiye'nin sıcak gündemini Bugün gazetesinden Hüseyin Keleş’e değerlendirdi.
Hüseyin Keleş’in Enes Berberoğlu’yla yaptığı söyleşi şöyle:
CHP’nin vaatleri oldukça fazla gündem oldu. Kaynak soruldu. Hakikaten başarılamaz bir vaatler silsilesi miydi?
Esnafın dükkânları boş, alışveriş yok. Merdiven altı olarak tabir edilen yerleri gezdik. 10 tezgâh varsa 7-8’inde işçi yok. Mahalleli bir esnafa dedi ki, “İşçi problemin var mı?” Esnaf da dedi ki, “İş yok ki işçi problemim olsun.” Şimdi bunları dinledikten sonra doğru bir iş yaptığımıza inandım. Yıllarca bize yapılan eleştiri seçmenin bize şans vermemesinden dolayı ülkeyi yönetip yönetemeyeceğimizle ilgiliydi. Biz bunu tersine çevirme niyetindeyiz.
Bunu da seçmenin en fazla ilgi durduğu yerden çevirmeliyiz. Kamuoyu yoklamalarında baktık ki hiç çıkarımız yok ekonomiden bahsetmek zorundayız. Vaatlerimiz başarılamaz değil. Bu kadar zorda olan bir kesime iktidar 50 kuruşu fazla görüyor.
CHP laiklik eksenli bir politikadan vazgeçmiş gözüküyor. Daha halkla bütünleşebileceği noktalarda siyaset yapmaya başladı.
Türkiye’de zamanın ruhu var. 2007 seçimlerine gidilirken başka bir şey tartışılıyordu. 2009’da başka şey tartışıldı, 2011’de başka şey… Ben o tarihte CHP’li değildim, gazeteci olarak söyleyebilirim. 2010’dan itibaren ekonomideki gidişat hiç parlak değil. İnsanlar açken, işsizken onları birtakım siyasi idealler etrafında toplamak çok zor.
Zamanın ruhu dediniz ama o dönemde şu birkaç yıldır sürdürülen politikalara ufak ufak geçilemez miydi? Vakit kaybı olmadı mı?
CHP tarihi boyunca hep koalisyondur. CHP her zaman ana akım parti olarak birden fazla düşünceyi demokratik bir şekilde tartıştıran ve iktidar alternatifi olarak da barındıran bir yapı. Ben geleli sekiz ay oldu. O zaman öyle takdir etmişler, ben ne diyeyim ki. Sonucunu da ona göre almışlar. Ben daha doğru bir şey yaptığımızı düşünüyorum. Farklı bir sonuç alacağımızı düşünüyorum. Aynı yöntemleri uygulayıp da farklı bir sonuç bekleyemezsiniz.Onu yapmıyoruz Allah’tan.
Siyasete girdiniz, medyadan koptunuz. "İleride tekrar dönerim" diyor musunuz?
Hayır dönmem. Ben yapabileceğimi yaptım hocam. Bazı şeylerin tekrarı olmuyor. Bıktım. Bıktırdılar. Bir faninin bir meslek için daha fazlasını çekmesine gerek olmadığını düşünüyorum.
Gazeteci olmak zor mu Türkiye’de?
Gazetecilik çok keyifli ve şerefli bir iş. Başa dönsem yine gazeteci olurdum. Amma ve lakin, bunda da zamanın ruhu var. Medya patronlarının akıllarını başlarına toplamaları lazım; siyasetçilerin akıllarını başlarına toplaması lazım. Medyasız bir demokrasi düşünülemez. Şu anda maalesef böyle bir seçeneğin konuşuluyor olduğu bir dönemdeyiz. Medya profesyonelinin baskın bir siyasetçiyle korkak bir patron arasına sıkışması kadar kötü bir manzara yok. Şu anda tamamen böyle bir manzara var. Korkmakta haklı mı diye sorarsan, evet haklı. Haklı olması benim işimi kolaylaştırmıyor.
Gazeteciliğe dönmem dediniz; peki sizi koparan en kritik nokta ya da olay neydi?
Hürriyet Gazetesi bugün şeriata karşıdır, devlet içindeki illegal yapılanmaya karşıdır, DHKP-C’ye karşıdır, PKK’ya karşıdır, uyuşturucu kullanmaya karşıdır. Bu ne demek? Anayasal düzenin tarif ettiği sınırlar içerisinde bir gazete yapmayı kabul etmiştir. Bu Anayasa’yı göstere göstere çiğneyeceğini ilan eden bir adamın karşısında ben suskun kalınca ciğerime oturdu. O zamana kadar ben Tayyip Erdoğan’la ilgili hiçbir meşruiyet sorununu tartışmadım ve tartıştırmadım. Gazetenin arşivleri orada, yazdığım yazılar orada, attığım başlıklar orada. Ama kendisi getirdi oraya. Tayyip Erdoğan Türkiye’de kendisiyle ilgili meşruiyet tartışması açtı, cumhurbaşkanlığı makamıyla ilgili meşruiyet tartışması açtı. Bu çok ayıp. Bunun karşısında Hürriyet gibi bir gazetenin suskun kalmasını içime sindiremem. Yapamayacağımı değerlendirdim. Sonra ayrıldım.
İstifanızın ardından MHP’li Lütfü Türkkan, sizin Deniz Baykal’la bir röportaj yaptığınızı, bu röportajdan iktidarın rahatsız olduğu yönünde bir iddiası vardı. Var mı doğruluk payı?
Yok… Anlatayım. O gün Deniz Baykal beni aramış. Ama ben o ara istifa etmekle meşguldüm. Yazı işlerinde istifamın anonsunu yaptım. Sonra da Hürriyet’e ait olduğu için cep telefonumun kartını çıkardım attım. O gün bugündür beni arayanlardan da buradan özür diliyorum. Deniz Bey bana ulaşamamış. Ulaşsaydı, söyleyeceklerini varsayarak böyle bir senaryo kuruldu.
Peki Deniz Bey sizi neden aramış?
Kasetle ilgili bir konuda itiraz etmek için. Anladığım kadarıyla bizim gazetede ufak bir haber çıkmış. O da itiraz hakkını kullanmak için aramış. Ulaşsaydı bana mutlaka kullanırdım. Ama manşet olur muydu diye sorarsan, anlamsız olur. Çünkü o gün manşeti ben atmadım.
Kasetle ilgili Tayyip Erdoğan’ın söylediği bir şeye mi itiraz edecekti
Evet, Erdoğan’ın söylediği bir şeydi. Cevap hakkı kullanmak istemiş. Deniz Bey’in aradığını görsem iki elim kanda olsa açardım.
Oktay Ekşi’nin, istifasıyla ilgili şöyle bir ifadesi olmuştu: “Erdoğan’ın amacı Aydın Doğan’ı batırmaktı, beni de bahane etti.” Katılır mısınız buna?
Sonuç olarak yönetemediğim süreçler oldu bu gazetede. Oktay Bey sürecini yönetemedim. Özdemir İnce sürecini yönetemedim. Rahmi Turan sürecini yönetemedim. Bu insanların gazetede en azından ben var olduğum sürece devamını sağlamakla yükümlüydüm. Yapamadım. Süreç çok sert geçti, idare edemedim. Topu göğsümde yumuşatıp, ayağıma alıp süremedim. Tayyip Erdoğan nokta atışı yapmadı. Hürriyet’e sopayla girdi. Ne çıkarsa bahtına. Tahmin edemeyeceğiniz kanallar kullanıldı o süreçte.
Tayyip Erdoğan neden kanal kullansın ki?
İçeriden, dışarıdan… O kadarını söyleyeyim.
Sizin dışınızda, Oktay Ekşi, Yılmaz Özdil, Emin Çölaşan, Ferai Tınç, Bekir Coşkun Hürriyet’ten koptu. İktidarın baskısına boyun eğmek değil midir bu?
Ferai Tınç yaptığımız gazeteyi beğenmemiş olabilir. O yüzden gittiğini bilirim ben. Bekir Bey de Emin Bey de benden evvel gitti, onu Ertuğrul Bey’e sorun. Haksızlık da etmemek gerekir. 20 yıl Ertuğrul Bey yönetti, 5 yıl ben yönettim; hiçbir şey değişmeden kalamaz ki… Bakın ben diyorum ki, Oktay Bey’le devam etmek isterdim. Hürriyet’e yakıştığını düşünüyorum. Ama idare edemiyoruz bazen. Süreci idare edemiyorsun, yüzüne gözüne bulaştırıyorsun. İnsanlık hali. İnsanlar şirket batırıyor, partileri bitiriyor.
Son dönemde ‘Alo Fatih’ olayı ortaya çıktı. Hürriyet’ten beklenti bu hattın içine girmesi miydi?
Denemediler bile. Bizim içimizde ‘Alo Fatih’ olamazdı. ‘Alo Fatih’ olabilecek tek kişi Aydın Doğan’ın kendisidir. Bir tek ondan gelen emir demiri keser. Hürriyet Gazetesi para kazanmak için yapılan bir gazete. Satılmak, ilan almak için yapılan bir gazete. Bu gazetenin kimyasını bozacaksanız, buna bir tek kişi karar verebilir. O da patronun kendisi. Emin olun genel yayın müdürünün emriyle ‘Alo Fatih’ başlığı atılmaz, ‘Alo Fatih’ gibi haber saklanmaz. Mümkün değil.
Akif Beki’nin Hürriyet’te yazması oldukça tartışıldı?
Ben getirdim. Bizim yeterince AK Parti’ye yakın yazar barındırmadığımız gibi bir kanaat oluştu. O çerçevede Akif zaten bizim grubun insanıydı. Radikal’deydi. Bir ara dışarı gidip geldi. Döndüğünde ben gittim patrondan istedim kendisini. ‘Madem böyle bir eksiklik görülüyorsa Akif olsun’ dedim.
Kalemi var, zekası var. Ben bıraktığım zaman okurlarımız arasında yüzde 26 kadar AK parti seçmeni vardı; yüzde 40 CHP’li seçmene karşı. Bu iyi bir dengedir bence. Bunlara dönük de bir yazar yazabilir diye düşünüldü. Mesela Cüneyt Ülsever’in de Hürriyet’e geliş kadrosu AK Partili olmak. Hazin olan bu zaten.
Hürriyet’in çok muhalif bir yayın politikası yok. Buna rağmen neden bu kadar vergi cezaları geldi?
Çünkü Hürriyet çok etkin bir gazete. Basit bir kuraldır, medyada satıştan aldığı payla reklamdan aldığı payın bu kadar orantısız olduğu bir örnek dünyada çok enderdir. Yabancılara Hürriyet’in bilançosu gösterildiği zaman şaşırıyorlar. Tiraj payının üç katı kadar reklamdan pay alıyor. Bu etkinlik katsayısıdır. Bu sebeple Hürriyet’le uğraşıyor. ‘Amiral Gemisi’ tabirini sevmiyorum, Hürriyet’e hep ‘Oyun Kurucu’ olarak baktım.
‘Oyun Kurucu’ dediniz; oyunu mu bozmak istediler?
Korkutmak istiyorlar. Gazetecilikte üzerine gelemiyorlar. Kalktılar Havuz medyası kurdular. Rekabet edemediler. Çünkü işi bilmiyorlar. Çünkü adamların televizyonları izlenmiyor, gazeteleri okunmuyor. Ancak işte kamu bakanlarının himmetiyle; sağdan soldan maaş paraları için telefonlarla ayakta duran bir medya. Baktı tutmadı, bir de başlarına bela oldu. Hürriyet’i kendilerine benzetirlerse biliyorlar ki satmayacak, ilan alamayacak, etkisiz hale gelecek. Her zorba yönetimin yaptığı medyayı susturma taktikleri.
Hürriyet denince hep 28 Şubat’taki yayın politikası tartışılır. O dönemde asker kanadından bir baskı söz konusu oldu mu yayın politikanızı belirlerken?
Zamanın ruhu dediğim şey o zaten. Bugün niye CHP olarak ekonomiden bahsediyorsak, o gün de haber kaynağı askerlerdi. Hürriyet her zaman yüzünü habere doğru döner. O konuda bir kompleksi yoktur. Asker de yasal bir zeminde bir şey söyleyeceğim diye çağırıyor. Gittim. O zaman yazı da yazıyordum. Çoğunluğunu beğenerek yazdım. Bazısını beğenmeden yazdım. Sonra bir gün sıkıldım ve ‘Benim için 28 Şubat bitmiştir’ diye de yazdım. Yani Hürriyet böyle bir yapı. Ben ertesi gün hangi manşeti atacağımı bilmeden gidiyordum. İşin keyifli yanı da bu.
Doğu Perinçek’in şöyle bir ifadesi oldu: “CHP ve MHP’nin bir kasetlik işi var.” Nasıl karşıladınız bu açıklamayı?
Doğu Perinçek kasetleri nasıl sayıyor bilmiyorum. CHP çok kaset gördü geçirdi. Hâlâ ayakta ve bu ülkenin iktidar alternatifi. Marjinal bir parti değil. Dolayısıyla marjinal bir partinin başındaki bir insanın lafıyla derin tartışmaya girmem. Türkiye’de siyasetin ne kadar kirlendiğini en iyi bilmesi gereken insanlardan biri kalkıp da bu şekilde bel altı vuruyorsa cevap hak etmiyor demektir.
Aydın Doğan’ın damadı Mehmet Ali Yalçındağ’ın sizden “Ertuğrul Özkök’e yazı yazdırma” gibi bir talebi oldu mu? O gün bu iddia da gündeme gelmişti.
Yok öyle bir şey. Benim yönetim kurulu başkanım Vuslat Doğan Sabancı’dır. Kendisinden de böyle bir şey gelmedi.
Peki, Ertuğrul Bey’le ilgili siyasi kanattan rahatsızlık size geldi mi?
Hocam gelmez mi. Ertuğrul Özkök bu gazetenin 20 yıl genel yayın yönetmenliğini yaptı. O rahatsızlığı zaten kendisine de söylemişlerdir. Gazeteciden şikâyet etmek bizim memlekette milli spordur. Türkiye’de herkes gazetecilikten anlar, futboldan anlar bir de siyasetten anlar. Mesele bu baskı altında zaten marifetini göstermek. Bu baskıyı yok saymak mümkün değil. Bu baskıyı mazeret gösterip de işini yapmamak da bana yakışmaz.
Peki Enis Berberoğlu baskılara boyun eğmedi mi?
Önce gazetemi düşündüm. Benim sermayem ismim. İsmim dahil, kariyerim, ailem dahil hiçbirisi gazetemin önüne geçmez. Boyun eğdim, eğmedim çok adil bir soru. Ama onun ben cevabını vermem. Okur karar versin, o dönem çalıştığım arkadaşlarım karar versin. Egomu, hırsımı ve gelecek korkumu gazetemin önüne geçirmedim.
Şemdinli dağlarındaki fotoğrafınız vardı. Bir masa, üstünde yapay çiçekler… Mesajınız neydi orada?
Aslında basit bir mesajdı. Yani bir şeyi yapıyorsan gözden kaçmaması lazım. Tartışılması lazım. O olay dışında hiçbir zaman gazetemin önüne geçmedim. Ama o olayda geçtim, evet. O da şu. Hürriyet Gazetesi’nin ne olduğu belli. Bölgede nasıl algılandığı belli. O zaman bir foto muhabirim Sebati Karakurt vardı bir de ben. Ben gidip de o masayı oraya kurup, kahvemi kaynatıp, tabletimi açıp keyfime bakabiliyorsam, o bölge vatan toprağıdır. Hürriyet Gazetesi’nin genel yayın yönetmenine bir şey yapılmadığı bölgede iç barış, huzur vardır. Vermek istediğim mesaj bundan ibarettir. O tarihte bir partinin lideri TSK için “Şuradan öte gidemez” diyordu. Ne TSK’sı ya, Enis Berberoğlu gidiyor. Bir başka kıymetli paşamız “Hakkâri düştü” demişti. Bunlar çok ağır laflar. O olaydan sonra Şemdinli’de hiç karakol basılmadı.
Hürriyet’te Ahmet Kaya’yla ilgili “Vay…” ile başlayan bir haber çıkmıştı. Çok eleştirildi, hâlâ da eleştiriliyor. Gülten Kaya, “O haber bizim hayatımızı bitirdi” demişti. Siz böyle bir tercihte bulunur muydunuz?
Ertuğrul Bey de o tercihte bulunmak istemediğini söyledi zaten. O, “O başlığı atmasaydım” dedikten sonra benim “O başlığı atmazdım” demem ucuz kahramanlık olur. O haberin arkası var. O haberin içeriğinde de sorun var. O haber o masada oturanları, o tepkiye sevk etti. Haberin kaynağında ve teyidinde sorun var. Sonuç olarak o haber baştan başa bir Ahmet Kaya düşmanlığı yansıtıyordu. Ertuğrul Bey, “O başlık atılmamalıydı” diyor. Katılıyorum ama o başlık olmadan çıksa da zaten sorunlu. Haberde deniyor ki, şurada şunu yaptı, arkasında da şu manzara var.E yok diyorlar. Bitti.
Baykal, kaset olayından sonra, o işin hükümetten bağımsız ve habersiz olamayacağı yönünde açıklamalarda bulundu. Sizin görüşünüz ne yönde?
Hükümetin haberi olmadan o iş olur mu, o iş yayılır mı, yayınlanır mı? Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana her konuyu çay lekeli kağıtlarla izah etmeye çalışan hükümet medyası, MİT, polis istihbarat, hükümetin kesin talimatı olmasa o işi kimin yaptığını bulmamazlık eder mi. 5 sene geçti üzerinden. Yapmayın, Türkiye’de yaşıyoruz. Hepimizin saatlerce telefon kaydının olduğu, hepimizin hayatının film gibi bir yerlerde saklandığı ülkeden bahsediyoruz. Bu ülkede o türden bir faaliyet anamuhalefet liderine karşı planlanacak, icra edilecek, yayılacak… İktidarın bilgisi dışında olması mümkün değil. Şunu da söyleyeyim ayrıca. Bu işi iktidarın yaptığına dair elimde şüpheden başka bir şey yok. Amma ve lakin iktidarın bunu nasıl kullandığını biliyoruz.
Tayyip Bey dört kişiyle kurduğu partide tek kaldı. Bunlar tesadüf değil. Üçünün emekliye ayrılması ancak bir niyetle izah edilebilir, imkânla izah edilebilir ya da taktikle izah edilebilir. Tayyip Bey başından beri tek kalma arzusundaydı, sonunda da tek kaldı. Sistem, Tayyip Erdoğan’ın tek kalması üzerine dizayn ediliyor. Ondan sonra çıkan bütün yasalar, yargıda yapılan operasyonlar…
Hepsi tek adam arzusunun tezahürü. Tayyip Erdoğan bana sorarsanız şöyle bir adam. Uzun vadeli stratejik hedefleri olan ve o hedefe yürürken taktik adımları hiç korkusuzca göze alabilen bir siyasetçi. 28 Şubat’ta bizim mahalleyi korkutma ile Cemaat’le hesaplaşma arzusu arasında kaldı. İkinciyi seçti.
24 saat içinde tersini de yapabilir. Bunun iyi bir örneği Dolmabahçe fotoğrafıdır. Kalıcı olarak işine gelen Güneydoğu’da kanın durmasıdır. Ama seçime iki ay kala ‘O fotoğraf bana oy kaybettiriyor’ diye düşündüğü zaman fotoğrafa ağzına geleni söyleyebilir. Bunun neticelerini de yine kendisinin telafi edebileceği kadar bir kibri var. Yani risk alabilen, ‘Dün dündür bugün bugündür’ felsefesini damarlarına kadar hissedebilen, üzerine bir de kibir taşıyabilen bir siyasetçi. Demirel’in kibirli hali iyi bir benzetme olur.
© Tüm hakları saklıdır.