Gündem

Eski Yargıtay Birinci Başkanı Sami Selçuk: İlk mahkeme, beğenmese bile Anayasa Mahkemesi kararına uymak zorunda

“İlk mahkemenin kararı yetki aşımıyla (excess of power, excès de pouvoir, eccesso di potere), dolayısıyla mutlak butlanla (absolute, nullity nullité absolue, nullità assoluta)sakatlanmıştır”

16 Ekim 2020 10:17

T24 Özel

Eski Yargıtay Birinci Başkanı, Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sami Selçuk, CHP’li Enis Berberoğlu hakkında verilen Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmaması konusunda, şu yorumları yaptı:

"Anayasa Mahkemesi'nin, CHP’li Enis Berberoğlu ile ilgili olarak verdiği “yeniden yargılama” kararının İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından uygulanmaması konusunda, “Anayasa Mahkemesinin kararı istisnasız herkesi bağlar. Yasamayı da, yürütmeyi de, yargıyı da bağlar. İlk mahkeme, Anayasa Mahkemesinin verdiği kararı hiçbir açıdan asla ve kat’a değerlendiremez. Anayasa’nın buyruğu da, hukuk düzeninin buyruğu da budur. Dolayısıyla ilk mahkemelerin, Anayasa Mahkemesinin kararlarını tutarlılık, yerindelik (opportunity, opportunité, opportunità, maslahata uygunluk) açısından asla değerlendirme yetkileri yoktur. Bu yüzden “benim alanıma girdin, kararı beğenmedim, uymuyorum, eski kararımda direniyorum” diyemez. Beğenmese bile yargıçlar, o karara uymak ve gereğini yapmak zorundadırlar. Ama isterlerse daha sonra o yargıçlar, ya da onlardan biri, bir inceleme yazısı yazar. Kamuoyuna kararın hukuk açısından neden doğru olmadığını anlatır, eleştirir, bu görüşünü yayımlar. Bizler de öğreniriz.  Ama onun dışında mahkemelerin bir değerlendirme yaparak AYM’nin verdiği kararı dışlama yetkisi asla ve kat’a yoktur. Bu nedenle İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, ilk mahkemenin verdiği karar, yetki aşımıyla (excess of power, excès de pouvoir, eccesso di potere), dolayısıyla mutlak butlan”la (nullité absolue) sakatlanmıştır. Yaşanan olayın hukuksal yönü budur.

Öncelikle bir düzeltme yapmak gerek. Herkes görsel ve yazılı basında  Anayasa Mahkemesi için “yüksek mahkeme” diyor. Yüksek mahkeme, bir hukuk kavramı ve terimidir. Bu terimleri, kavramları kullanırken çok duyarlı olmak gerekir. Bizde yüksek mahkeme yoktur. Anglosakson sisteminde vardır yüksek mahkemeler. Sözgelimi, İngiltere, ABD, Kanada, KKTC’de var. Yüksek mahkeme üç görevi birden yapar. Yargıtay'ın yaptığı adli yargı görevlerini, Danıştay'ın idari yargı görevlerini ve de Anayasa Mahkemesi'nin yaptığı yasaların anayasaya aykırı ve hak ve özgürlüklerin çiğnenip çiğnenmediği görevlerini yapar. Bu üç görevi birden üstlenmiştir yüksek mahkemeler. Yüksek mahkeme, tek olduğu için de ilk derece yargıcı, sözgelimi, bir yasanın anayasanın, bir tüzüğün bir yasanın maddesine aykırı olduğunu görürse, onu uygulamaz. Çünkü bu konunun tek olan Yüksek Mahkemeye gideceği varsayılır bu sistemde. Biz ise kara Avrupa hukuk sistemini benimsemişizdir. Bu sistemde yüksek mahkeme kurum olarak da kavram olarak da yoktur. Kendi alanlarında son sözü söyleyen üç ayrı yargı organı vardır. Adli yargıda Yargıtay, idari yargıda Danıştay, anayasaya aykırılık ve hak ve özgürlükler konularında son sözleri söyleyen ve denetim yapan Anayasa Mahkemesi vardır. Bu üç mahkeme, birbirlerinin alanlarına giremez. Üç mahkeme de, hukuk açısından eşit düzeydedir. Birisi öbürünün üzerinde değildir. Nitekim, bu yüzden 1961 Anayasası, hukukun en ağır yükünü omuzladığından Yargıtay'ı başa alarak düzenleme yapmıştır. Önce bunları bilmemiz gerekir. Yüksek Mahkeme diye bir şey yok ülkemizde. Birbirine eşit düzeyde üç organ var. O kadar. 

Ancak sokaktaki insandan siyasetçilere dek uzanan bu bilgi eksikliğini, bir bakıma hoş görmek gerekir. Çünkü geçmişte de bir Anayasa Mahkemesi Başkanı, sık sık “en yüksek mahkeme” biziz diye söylevler çeker, övünürdü.

Bu bir.   

İkincisi de şu: Mahkemeler, beğenmeseler bile, yazılı yasalara uymak zorundadırlar. Fransa’dan bir örnek vereyim. Taşınmaz mal kirasıyla ilgili bir yasayı doğru bulmayan bir ilk mahkeme yargıcı, söz konusu yasaya uygun bir karar vermiş, ancak kararının gerekçesinde bu yasayı eleştirmişti. Verilen karar her açıdan doğruydu. Ama Fransız Yargıtayı, bu gerekçe yüzünden kararın kesinleşmesine izin vermedi. Dedi ki, “ilk mahkeme yargıcının görevi yürürlükteki yasaları uygulamaktır. Eleştirmek değildir. Eleştiriyi yargılama görevi dışında her zaman yapabilir. Ama kararında yapamaz, yaparsa o karar yetki aşımıyla sakatlanır.” Kararı da elbette bozdu.

Bizdeki son durum ise, bunun da ötesindedir. Sıradan bir kiralama yasasını değil, kurucu iktidar tarafından benimsenen Anayasa’nın 153’üncü maddesini ilk mahkeme açıkça çiğnemiştir.

Özetle ilk mahkemeler kararlarında Anayasa Mahkemesinin verdiği kararı, kararlarında ne eleştirebilir ne de olumlu ya da olumsuz olarak ele alıp değerlendirebilir.  İlk mahkemeler bu kararlara uymaya mecburdur. Anayasanın emri de bu, hukuk düzeninin emri de bu. İlk mahkeme ne diyor? “İnceledim, Anayasa Mahkemesi yerindelik (maslahata uygunluk) denetimi yapmıştır, beni bağlamaz”. Gerçekten çok çarpıcı biçimde Anayasa Mahkemesinin kararı yanlış bile olsa, ilk mahkemelerin onu değerlendirme yetkisi yoktur. Olamaz da. “Ben bunu değerlendirdim, beğenmedim” diyemez. Beğenmese bile verilen karara uymak zorundadır. Olayımızda Anayasa hükmü çiğnenmiş, mutlak butlanla sakat bir karar ortaya çıkmıştır. Durum bu denli açıktır.

Yerel mahkemenin üç yargıcı, aralarında sözüm ona tartışmış, Anayasa Mahkemesi kararını eleştirerek uymamaya karar vermişler. Düşümde görsem inanmazdım. Ama bir gerçek bu. Her mahkemenin kararı elbette eleştirilebilir. Ama karar verirken değil.  Önce uyarsınız karara, daha sonra da belirttiğim gibi bir yazı yazıp eleştirirsiniz. O kadar. Yapılan yanlış çok boyutludur; bağışlanamaz çapta büyüktür.

Bu karar yüzünden TBMM’nin yeni bir açmazla karşı karşıya kaldığını görüyorum. Gerçekten TBMM de ne yapacağını şaşırdı. Karardan önce Meclis buna el koymalı ve gereğini yapmalıydı aslında. Anayasanın 83. madde açıktı. Dokunulmazlık yeniden kazanıldığında Meclis'in yeniden karar vermesi gerekirdi. Bu yapılmadan milletvekilliği düşürülmüştür. Şimdi ortada bir Anayasa Mahkemesi kararı ve bir de ilk mahkemenin son kararı var. İlk mahkeme kararı olağan yoldan ya kaldırılacak ya da Yargıtay süreci bekleyecek. Ve bu durum mahkemenin verdiği yanlış karardan kaynaklanıyor. Hangi dürtüyle verdikleri beni ilgilendirmiyor, ama bu karar çok üzücü ve uyarıcı olmuştur. Üzücü olması yukarıda açıkladığım gerekçeler nedeniyle. Uyarıcı olması Türk hukukunun, hukukun temel ilkelerinden çok uzak olduğunu göstermesi nedeniyle... Görülüyor ki, yargı bu kararıyla sıradan bir yanlış yapmamış, bunalım yaratmıştır. Bunun da ötesinde, varlık nedenini yadsırcasına, bir hukuk kargaşası, kaosu da yaratmıştır. Çok, ama çok üzgünüm. ”