Eğitim

Eski Milli Eğitim Bakanı PISA'yı yazdı: Devletin yarattığı okullar arası kalite hiyerarşisi, adaletsizlik doğurdu

"Eğitimin en öncelikli sorunlarından biri, niteliğin yaygınlaştırılması meselesidir"

12 Aralık 2016 14:38

Eski Milli Eğitim Bakanı ve Habertürk yazarı Ömer Dinçer, 15 yaşındaki öğrencilere yapılan PISA testinde Türkiye'nin Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ülkeleri arasında son iki sırada yer almasını değerlendirdi. "Devletin kendi eliyle yarattığı okullar arası kalite hiyerarşisi, büyük bir adaletsizlik doğuruyor" görüşünü savunan Dinçer, "Kalite hiyerarşisinin üstünde yer alan 'fen ve sosyal bilimler liseleri', eğitim sistemi içinde oldukça küçük bir paya sahip iken tüm eğitim sisteminin kararlarının belirleyicisi konumunda" görüşünü dile getirdi. 

Öğretmenler gününde medreseye övgü:

Ömer Dinçer'in Habertürk'ün bugünkü (12 Aralık 2016) nüshasında yayımlanan 'PISA, TIMSS ve PIAAC bize neler söylüyor? (I)' başlıklı yazısı şöyle:

Kasım ayı sonunda TIMSS’in, aralık ayı başında PISA’nın, 2015 yılı sonuçları açıklandı. Bunlardan çok kısa bir süre önce de PIAAC’nin sonuçları duyurulmuştu. Bu 3 program, hem ayrı ayrı hem de birlikte bizlere çok önemli mesajlar taşıyor. Eğitim sisteminin sorun alanları, insan gücü niteliği ve verimsizliğin nedenleri, ekonomik kalkınmanın dinamikleri hakkında sadece eğitimle ilgilenenlere değil, hepimize öğütler veriyor.

PISA sonuçları OECD

tarafından yürütülen PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı), temel bilgi ve beceriler ile bunların gerçek hayattaki uygulamalarını ölçüyor. 15 yaş grubu öğrencilere uygulanan ve her 3 yılda bir tekrarlanan PISA’ya, Türkiye 2003 yılından beri katılıyor.

2015 yılı sonuçları maalesef hiç iç açıcı değil. Türkiye, 2003-2012 döneminde sürekli iyileşme gösterirken, 2015 sonuçlarıyla önemli ölçüde geriye gitti ve yaklaşık olarak 2003 puanlarına döndü.

Ancak bu noktada, hem OECD ortalamasının hem genel ortalamanın hem de en yüksek puana sahip ülkelerin puanlarının düştüğü de not edilmelidir. Bu not sadece durum tespiti açısından önemli, yoksa Türkiye’nin eğitim başarısızlığına mazeret oluşturmak için değil. Çünkü ülkemizin aldığı puanlar ve uluslararası sıralamadaki yeri, ortalamaların çok altında kalmaktadır. Kaldı ki, uluslararası alanda rekabet gücünü artırmak ve küresel bir güç olmak isteyen bir ülkenin mukayese ölçeği, ortalamalar değil en yüksek puanı alan ülkeler olmalıdır.

2015 PISA sonuçları değerlendirilirken, 4+4+4 sistemi nedeniyle eğitimin kalitesinin kötüleştiği gibi toptancı veya önyargılı çıkarımlar sorunu anlamamıza yardım etmez. Nitekim daha sonra açıklayacağım gibi, TIMSS sonuçları böyle bir genellemeyi boşa çıkaracak niteliktedir. Ayrıca PIAAC sonuçları da, 8 yıllık kesintisiz eğitim müdafilerini mahcup edecek türden. Öyleyse tartışmayı ideolojik ve siyasi bir noktaya çekerek sorunun üzerini örtmek yerine, sağlam ve geçerli teşhisler koymak gerekir.

“Sonuçlar niçin düştü?” sorusunun makul cevaplarından biri, ortaöğrenimin zorunlu hale gelmesi ve dolayısıyla 15 yaş grubundaki çocukların okullaşma oranlarındaki memnuniyet verici artıştır. 2012 yılında başlayan 12 yıllık zorunlu eğitim nedeniyle, 15 yaşındaki çocukların okullaşma oranı 2003’te yüzde 36 iken, 2015’te yüzde 70’i geçmiştir. PISA’nın değerlendirmeye girecek öğrencileri seçiyorken tüm okul türlerinden ve farklı bölgelerdeki okullardan katılım sağlaması nedeniyle, yoksul ve dezavantajlı çocuklar da testin kapsama alanına girdi.

Ancak sonuçlardaki düşüşler sadece zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmasıyla açıklanamaz. Böyle olsa bile, bu sonuçlar bize başka bir sorunun varlığını ima ediyor: Eğitime erişimin arttığı, eğitim niteliğinin yaygınlaştırılamadığı bir yapıyla karşı karşıyayız.

Nitekim fen lisesi ile sosyal bilimler lisesi öğrencilerinin PISA’da gösterdikleri başarı, yukarıdaki tespiti teyit ediyor. Eğitimin en öncelikli sorunlarından biri, niteliğin yaygınlaştırılması meselesidir. Fen, matematik ve sözel konuların en az birinde, üst dilimler olan 5. ve 6. dilime giren öğrencilerin oranı sadece yüzde 1.6; en düşük iki dilime girenlerin oranı ise yüzde 31.2. Oysa OECD ortalaması, sırasıyla yüzde 15.3 ve yüzde 13.

Devletin kendi eliyle yarattığı okullar arası kalite hiyerarşisi, büyük bir adaletsizlik doğuruyor. Kalite hiyerarşisinin üstünde yer alan “fen ve sosyal bilimler liseleri”, eğitim sistemi içinde oldukça küçük bir paya sahip iken tüm eğitim sisteminin kararlarının belirleyicisi konumunda.

2010-2014 yılları arasında, genel liseler Anadolu liselerine dönüştürülmeye başlandı ve “fen ve sosyal bilimler liseleri”nin sayısı hızla artırıldı. Ayrıca, 2013-2014 yılından itibaren bütün öğrenciler TEOG puanları temelinde sıralanarak liselere yerleştiriliyor. Yani, liseler de kendi arasında en başarılıdan en başarısıza doğru sıralanarak nitelik hiyerarşisine tabi olmaya başladı. Meslek liselerinin, İHL’lerin ve temel liselerin kendi zihnimizdeki yerleri bile sorunlu değil mi?

Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmasına rağmen, okul çağındaki çocukların çıraklık eğitimi ile Kuran kursunun zorunlu eğitim kapsamına alınması, açık liseler yoluyla örgün eğitimden uzaklaşma ve nihayet eğitimin asgari fiziki standartlarına bile uymayan ve dershane mantığıyla eğitim yapan temel liselerin sonuçlar üzerindeki etkisi göz ardı edilebilir mi?

Bütün bunlar ortaöğretimin yapısal sorunlarına işaret ediyor. Dahası var...

İlgili Haberler