19 Temmuz 2015 17:39
AKP'nin 13 yıllık tek başına iktidarında ilk Başbakanlık Müsteşarlığı görevini yapan Prof. Ömer Dinçer, Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler'in, "Anadilde eğitim konusu Türkiye için hiçbir şekilde kabul edilemez bir şey midir? Mesela anayasa değişikliği içerisinde yer alabilir mi?" sorusu üzerine "Bence alabilir. Ben o konularda rahat olunması gerektiğini düşünüyorum her zaman. Zaten küresel değişmeler kendi gerçeklerini ve kendi gereklerini toplumlara dayatıyor. Bugün Türkiye'de Kürtçe anadilde eğitimin serbest olması halinde çok fazla talep göreceğini düşünmüyorum, tıpkı özel eğitimlerde ve dil öğrenme meselesinde olduğu gibi. Zorunlu değil ama insanların tercihlerine bırakıldığında, dünyanın gerçekleri ve beklentileri Kürtçeyi desteklemiyor" ifadesini kullandı.
Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler'in sorularını yanıtlayan (19 Temmuz 2015) Ömer Dinçer'in açıklamaları özetle şöyle:
Prof. Ömer Dinçer ile söyleşimizin son bölümünde, yeni bir anayasa, başkanlık sistemi, anadilde eğitim ve eğitim politikalarını konuştuk. Dinçer, ülkenin demokratik hale gelmesi için demokrasinin geliştirilmesi ve ikinci aşamada konsolidasyonuna işaret ediyor.
Türkiye'de anayasayı da önemli bir mesele olarak görüyorsunuz?
Konuşmanın en başında Türkiye'deki vesayetin kaldırılması, devletin tanımının ve algısının değiştirilmesi, vatandaşın yeni bir anlam kazanması, hepsinden önemlisi ise hak ve özgürlüklere dayalı gelişmelerin yanında, hak arama yolunun genişletilmesi hakkında size madde madde bilgi verdim. Bir ülkenin demokratik hale gelmesinin iki safhası vardır.
İkinci safhası nedir?
Birincisi demokrasinin geliştirilmesi safhasıydı. İkinci safha ise demokrasinin konsolidasyonudur. Demokratikleşme süreçleri hakkında yapılan bazı bilimsel araştırmalara göre, herhangi bir ülkede eğer diktatoryal bir yapılanma varsa, ister şahıs diktatoryası olsun ister oligarşik bir yapılanma olsun, herhangi bir yolla bu yapı yıkıldığında, bunun demokratik hale dönüşme ihtimali yüzde 30 civarında. Yani, diktatörlüğü yıkan yüz ülkeden yaklaşık üçte biri demokrasi ile sonuçlanıyor. Diğerleri ya yeni bir diktatörün ya da yeni bir sınıfın eline düşüyor. İşte Türkiye'nin gerçek demokratik bir ülke olması sürecinin ikinci safhasına gelindiğini vurgulamak gerekir. Türkiye'de demokrasisinin geliştirilmesi yönünde çok ciddi adımlar atıldı. Ama demokrasinin sağlamlaştırılmaya ihtiyacı var. Bunun önemli adımlardan biri anayasanın değiştirilmesidir. Türkiye'de sivil toplumla devlet arasında karşılıklı sözleşmeye dayalı, demokratik, temel ilkeleri ve değerleri ihtiva eden kısa bir anayasa şart gözüküyor. Anayasayı çıkarmadan Türkiye'de demokratik gelişmelerin hiçbir güvencesi yok bence. O yüzden de demokrasinin sağlamlaştırılması için anayasa çok kritik bir yerde duruyor.
AK Parti Anayasa'yı değiştirmek istedi de değiştiremedi mi? Yoksa gerçekten uzlaşma sağlanamadı mı?
Hükümet bence bu konuda çok iyi niyetle ve ısrarlı şekilde çalışmalar yürüttü. 2007 yılından önce AK Parti Anayasa'yı değiştirmeye teşebbüs etti. Ergun Özbudun Hoca'nın başkanlığında sivil bir heyet oluşturuldu. Taslak konusunda çalışmalar yapıldı. Sonra bu TBMM dışında bir çalışma olduğu için eleştirildi, halbuki o sonradan Meclis'te çalışılacak bir taslak olarak düşünülmüştü. Daha sonra TBMM içerisinde 2011 seçimlerinden sonra partilerle mutabakat sağlanacak bir çalışma başlatıldı. Ama partiler çağdaş gelişmeleri kabul eden bir bakış açısıyla uzlaşmak yerine maalesef kendi ideolojilerini yeni anayasaya derç etmek gibi dayatma içerisinde oldular. Sonuçta kendi aralarında mutabakat sağladıkları 60 civarında maddenin değiştirilmesi konusunda bile birbirleriyle işbirliği yapamadılar. Türkiye'de anayasa meselesi ortada durduğu müddetçe, derin devletin farklı versiyonlarını görmek zorunda kalabiliriz ve hala Türkiye kendi geleceğini tartışmak yerine çekişmeler içerisinde enerji kaybeder.
Peki anadilde eğitim konusu Türkiye için hiçbir şekilde kabul edilemez bir şey midir? Mesela anayasa değişikliği içerisinde yer alabilir mi?
Bence alabilir. Ben o konularda rahat olunması gerektiğini düşünüyorum her zaman. Zaten küresel değişmeler kendi gerçeklerini ve kendi gereklerini toplumlara dayatıyor. Bugün Türkiye'de Kürtçe anadilde eğitimin serbest olması halinde çok fazla talep göreceğini düşünmüyorum, tıpkı özel eğitimlerde ve dil öğrenme meselesinde olduğu gibi. Zorunlu değil ama insanların tercihlerine bırakıldığında, dünyanın gerçekleri ve beklentileri Kürtçeyi desteklemiyor.
Milli Eğitim dışında böyle bir organizasyon yapabilir mi?
Belki insanların tercihine bırakabilir. Bazı okullar Kürtçe eğitim yapabilir ve insanlar oraya gidebilir. Öyle bir tercih olduğunda, Türkçe'yi öğrenmek onlar için zorunlu hale getirilebilir, Türkçe eğitimin olduğu yerlerde, Kürtçe tercihli ders olarak düşünebilir. İki dil imkanı sağlanır. Öyle durumlarda, bunun çok istisnai olacağını varsayıyorum, önemli olan, engellerin kaldırılmasıdır, engeller kaldırıldıktan sonra insanların tercihlerini belirleyen faktörler çok çeşitlendi zaten.
HDP'nin barajı geçmesi üniter yapıyı etkiler ya da zedeler mi?
HDP, Türkiye partisi olma arzusunu devam ettirirse bölünme fikri ortadan kalkar diye düşünüyorum. Bence HDP'nin Kürt partisi olması ulusal parti olmasından daha tehlikelidir.
Anayasa analiz edilirken Yücel Sayman Anayasa'nın ilk 4 maddesindeki ruh değişmeden geri kalanın değişmesinin işe yaramayacağını söylerdi.
Bu ruh gerçekten önemli. Hatırlarsanız Kamu Yönetimi Reformu Projesi için hazırlanan Temel Kanun Tasarısı tartışılırken, bazı hukukçular tasarının Anayasa'ya aykırı olduğunu iddia etmişlerdi. Biz açıkça meydan okuduk; 'Anayasa'ya aykırı bir tek madde varsa tasarının tamamını geri çekeceğiz' diye. Hatta Danıştay'da daire başkanlarıyla bir atölye çalışması yaptık. Bütün iddialara tek tek cevap verdikten sonra, haksız olduklarını fark edince, ama tasarı 'Anayasa'nın ruhuna aykırı' demişlerdi. 12 Eylül darbe şartlarında hazırlanmış Anayasa'nın ruhunu koruyarak, çağdaş dünya karşısında yaşam kalitesi ve rekabet üstünlüğü nasıl yakalanabilir?
Başkanlık sistemi ile ilgili kanaatiniz ne? Türkiye'nin önündeki sorunları açacağını düşünüyor musunuz?
Türkiye'de mevcut herhangi bir yapı etkisiz ve verimsiz olduğunda, yeni bir yapı kurmak gibi bir tercihte bulunuluyor. Bunun birçok örneğini vermek mümkün. Mesela Enerji İşleri Genel Müdürlüğü ihtiyaçlara cevap veremez hale gelince, Batı'ya bakıp benzer bir örgütlenme yoluna gidiliyor. EPDK kuruldu. Benzer birçok üst kurul var. Bu kurumlar hızla geleneksel bürokratik mekanizmalara dönüşmeye başladı. AK Parti iktidarının ilk dönemlerinde konuyla ilgili yeni bir düzenleme yapmak zorunda kalındı.
Bu noktaya nasıl gelindi?
Anlatmaya çalıştığım husus yönetimin sadece bir yapıdan ibaret olmadığıdır. Yönetim öncelikle bir zihniyet meselesidir. Sonra amaç ve stratejiler gelir, daha sonra yapı, süreçler, tarzlar, kültür ve değerler, teknoloji vs. Sadece yapıyı değiştirerek modern bir kamu yönetim sistemi kurulamaz. Geleneksel zihniyetle modern bir ülke ortaya çıkmaz. Sahip olunan sistem ister parlamenter olsun, ister başkanlık olsun, esas olan bunları bütün öğeleriyle bütünlük içinde kabul etmek ve uygulamaktır.
Başkanlık sisteminin de böyle olacağını mı düşünüyorsunuz?
Sistem bir tercih meselesidir. Tarihinize, geçmiş tecrübelerinize, ülkenin gelişmişlik şartlarına, ekonomik ve coğrafi büyüklüğüne, sosyal yapınıza bakarak bir rejim tercihi yapabilirsiniz. Ancak bunun yönetsel şartlarını yerine getirmezseniz bütün sistemler etkisiz ve verimsiz kalır.
Peki Türkiye başkanlık sistemini tercih etmeli mi?
Doğrusu objektif bir şekilde baktığımda başkanlık sisteminin daha etkin olduğunu görüyorum. Sanıyorum Türkiye'nin yeni şartlarında bu tür bir tercih farklı bir sinerji yaratabilir.
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi bu durumu kolaylaştırır mı?
Elbette. Yeni şartlardan biri de halkın Cumhurbaşkanını seçmesidir. Çünkü Türkiye'de ikili bir meşruiyet alanı oluştu. Türkiye bunu kültürel olarak kaldırabilecek siyasi bir tecrübeye sahip değil. Nitekim bunun kültürel çatışmalarını görüyoruz.
Mevcut haliyle bu sistemin toplumda kabul görmesi için nelerin yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Ben başkanlık sisteminin, bir bütünlük içerisinde ve içeriğini de tanımlayarak toplumun karşısına çıkılması halinde, toplum tarafından kabul edileceğini düşünüyorum.
Milli Eğitim Bakanlığı da yaptınız. Milli eğitimde yapılması gereken ne sizce?
Birincisi zihniyet, ikincisi ortaöğretimin yeniden yapılandırılması… Zihniyet dediğim şu; Milli Eğitim Bakanlığı, öğretmen bakanlığı olmaktan çıkarılmalı ve Eğitim Bakanlığı haline getirilmelidir. Bakanlık eğitimin kalitesiyle, öğretmenin kalitesiyle, öğrenme ve öğretme yöntemlerinin geliştirilmesiyle ve müfredatı çağdaş hale getirmekle ilgilenmelidir. Türkiye'deki dershanelerin ve TEOG gibi sınavların kaldırılabilmesi veya ÖSYM sınavlarının daha rasyonel hale getirilmesi ortaöğretim yapılandırılmasına bağlıdır. Ve Türkiye'nin eğitimdeki en önemli sorunu ortaöğretimin yapılandırılmasıdır.
Türkiye'nin eğitim seviyesi nedir?
Şu anda 7,2 ye çıktı. 7 civarında.
Gelişmiş bir ülke standardında nereye oturuyor?
Gelişmiş ülke standartlarına oturmuyor. Gelişmemiş ülke standartlarına uyuyor. Bir kere özellikle 2010 yılından sonra batılı ülkelerin eğitim hedefleriyle kıyaslandığında Türkiye'yle aralarında çok mesafe olduğunu görürsünüz. Japonya artık lise eğitim meselesini çözdüğü için nüfusunun yüzde yüzünü üniversitede okutmak istiyor. Mesela ABD toplam nüfusun yüzde 40'ını üniversite mezunu yapmaya çalışıyor. Onlar orta öğretim seviyesini çoktan aştılar. Bizse henüz nüfusun yüzde 70'ini lisede okutabiliyoruz. Üniversite okuyan nüfus yüzde 35. Toplam nüfusun ise yüzde 5-6'sı. Şimdi düşünün aradaki mesafeyi…
AK Parti'nin bundan sonra önüne koyacağı hedefin ne olması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Önce anayasa değişikliği, sonra kamu yönetimi reformu ve nihayet ekonomideki yapısal reformlar devam ettirilmeli. Dünyanın en katı çalışma hayatına sahibiz. Türkiye'de çalışma hayatının katılığı istihdamı önleyici bir fonksiyon icra ediyor. Mevcut çalışma şartlarında, bir puanlık ekonomik büyümede yaklaşık 110 bin istihdam sağlanıyor. Ama çalışma hayatının katılığı uluslararası indekslere göre bir puan düşürülebilirse, ekonomideki 1 puanlık büyüme 160 bin insanın istihdamını sağlayacak. Yani aynı ekonomi içinde esnek bir çalışma ortamında 50 bin kişi daha dazla istihdam edilmiş olacak.
Bu katılığı düşürmenin yolu ne?
İş Kanunu ve çalışma hayatıyla ilgili diğer düzenlemeleri değiştirmek. Mesela Türkiye'de işe giriş çıkışlar çok zordur, işe giriş çıkışların maliyetleri yüksektir. Kıdem tazminatı çok yüksektir, bunları söylediğinizde bazı emek yanlıları ayağa kalkar. Halbuki Türkiye'de kıdem tazminatı alan işçiler yüzde 8'dir, yüzde 92'si kıdem tazminatı alamaz. Sebebi çok açıktır; çalışma hayatının katılığı. Halbuki bana göre kıdem tazminatı bir işçinin hakkıdır, bir ay bile çalışsa almalıdır. Kayıt dışı ekonominin azaltılması, sosyal güvenlik sistemlerinin gözden geçirilmesi, emekli ve aktif çalışan arasındaki oranın düşürülmesi, tasarrufların artırılması... Bunlar çok ciddi yapısal reformlar gerektirecektir.
© Tüm hakları saklıdır.