Eski AKP milletvekili ve Karar yazarı Mehmet Ocaktan, İslamcı ideolojiyi sorguladığı bugünkü yazısında "Kültürel kodlarımız demokrasi için uygun mu?" sorusunu ele aldı. Soruya hem "evet" hem "hayır" cevabı veren Ocaktan, "Eğer 'Sultanlar Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir' şeklindeki sıhhati tartışmalı hadis üzerinden modern dünyayı okumaya çalışırsanız, demokrasiyle buluşmanız asla mümkün olmayacaktır" değerlendirmesinde bulundu.
Mehmet Ocaktan'ın Karar gazetesinde yayımlanan yazısı (19 Eylül 2018) şöyle:
Bir medeniyet tasavvuruyla baktığımızda, kültürün her çağın ruhuna, toplumların sosyolojik yapılarına, coğrafi özelliklere göre değişen son derece dinamik bir karakter arzettiğini görürüz. Ama aynı zamanda dünyadaki ekonomik ve siyasi gelişmeler, bilimsel ve teknolojik devrimler toplumların kültürel hayatını derinden etkilemektedir. Kuşkusuz teknolojik değişimler farklı toplumlarda farklı sonuçlar üretmektedir. Doğal olarak bu etki, toplumların sosyolojik karakterlerine ve kültürel şartlarına göre farklı bir renge bürünebilmektedir. Çünkü her toplum değişimin etkilerini kendine göre içselleştirir, ama bu süreç içinde doğal olarak kendisi de değişir.
Eğer toplumlar evrensel ölçekteki bilimsel ve teknolojik değişimlere kapılarını kapatır ve kendi içinde kültürel bir yenilenmeyi gerçekleştiremezse, o toplumlarda yozlaşma kaçınılmaz hale gelir. Zira hemen bütün toplumlarda kültür, aynı zamanda dünyadaki değişimlere de açık olmak durumundadır.
Unutmayalım, değişimin etkisine direnen ve kendini yenileyemeyen kültürler kaçınılmaz olarak kısırlaşacak ve giderek kendi içinde yasaklar üretmeye başlayacaktır.
Bu zaviyeden bakıldığında geçmişte büyük medeniyetler kurmuş, parlak kültürel iklimler yaratmış İslam toplumları dünyadaki değişim dalgasını ıskaladıkları için, bugün maalesef kelimenin tam anlamıyla bir çölleşme yaşamaktadırlar.
Tarihsel olarak baktığımızda İslam toplumlarının belli bir dönemden itibaren, özellikle Avrupa’daki sanayi devriminden ve bilimsel devrimlerden sonra bilim, kültür ve sanat alanında dünya ölçeğinde yeni eserler üretemedikleri ve giderek kendi içlerine kapandıkları bir vakıa. Mesela Osmanlı 16 Asırda hukuk alanında Avrupa’ya göre üstün bir durumda olmasına rağmen, o günün dünyasında hukuk literatüründeki yeni gelişmeleri yeterince izleyip yeni açılımlar gerçekleştiremediği için bu üstünlüğünü kaybetmiştir.
Doğal olarak medreselerde başlayan bilimsel gerileme ile birlikte, Osmanlı’nın Avrupa’daki bilimsel, hukuki ve teknolojik devrimlerle arasındaki mesafe giderek açılmış ve sonrasında gelişen demokratikleşme adımlarının gerisinde kalmıştır.
Bu fotoğrafa bakarak, “Acaba bizim kültürel kodlarımızın demokrasi ile bir kan uyuşmazlığı mı var?” şeklinde bir soru sorulabilir. Herhalde bu soruya verilecek en doğru cevap hem ‘hayır’, hem de ‘evet’ şeklinde olması en makulüdür.
Hayır, kültürel kodlarımızın demokrasi ile kan uyuşmazlığı yoktur; çünkü adaletin sağlanması, hakka- hukuka riayet edilmesi, insanların hürriyetlerinin teminat altına alınması İslam’ın temel evrensel mesajları arasında yer almaktadır. Aynı ilkeler demokrasinin de temel hedefleridir.
Kültürel kodlarımızla demokrasi arasında kan uyuşmazlığı yoktur; çünkü ilk dönem Müslümanları bizzat Hz. Ömer’e üzerindeki elbisenin hesabını soracak kadar hür düşünceli insanlardı. Demokrasi de hesap verilebilir olmayı, şeffaflığı, hukukun üstünlüğünü, eşitliği esas alan, güven unsurlarına dayanan bir yönetim düşüncesidir.
Kültürel kodlarımızla demokrasi arasında kan uyuşmazlığı yoktur; çünkü yüzyıllar öncesinde İslam hukukunun inşasında büyük emeği olan, aklı ve hür düşünceyi esas alan İslam alimi Ebu Hanife, gerek Emevi, gerekse Abbasi dönemlerinin despotizmine karşı adaleti savunduğu için zindana atılmış ve hukuku en üstte tutmanın bedelini canıyla ödemiştir. Demokrasi için de esas olan hukukun üstünlüğüdür.
Kültürel kodlarımıza baktığımızda esas itibariyle demokrasiyle bir kan uyuşmazlığımız yoktur; mesela ‘İslam hukukunun iktisadi dönüm noktası’ olarak kabul edilen “Kitab’ül-Harac”ın yazarı ve Ebu Hanife’nin talebesi Ebu Yusufkitabın mukaddimesinde halifeye yönelik hitabındaki şu ifadeleri bir hukuk manifestosu niteliğindedir: “Diğer insanlar gibi siz de mes’ulsunüz. Reayanın işlerini hakkaniyete uyarak hemen görüp yürütünüz. Halkın refah ve saadeti ancak adaletle mümkün olur. İdarecilerin hakkaniyet yolundan ayrılmaları ise halkın birbirinin hukukuna tecavüzlerine ve düşmanlıklarına sebep olur.”
Demokrasiyle kan uyuşmazlığımız yok; çünkü İspanya’yı fetheden Tarık b. Ziyad’ın, ilkelerini Kur’an’dan türeterek Endülüs’te kurduğu uygarlıkta farklı inanışlara sahip insanların inançlarını özgürce hayata geçirebildikleri sivil özgürlükler ortamı yaratılmıştı. Demokrasi de özünde farklı dinlerin, farklı dillerin birlikte yaşamasını öneren bir yönetim düşüncesidir.
Bir başka zaviyeden bakıldığında da ne yazık ki ‘evet kültürel kodlarımızla demokrasi arasında kan uyuşmazlığı vadır’ demek gerekiyor. Zira tarihsel süreç içinde dünyadaki bilimsel, kültürel ve teknolojik değişimleri izlemekte ve yorumlamakta geri kalan Müslümanlar, doğal olarak Kur’an’ın ve Hz. Peygamberin evrensel mesajını yaşadıkları çağa taşıyarak insanlığa sunmakta başarısız olmuşlardır. Ve maalesef bu yüzden dinle hayatın arasındaki mesafe giderek açılmış ve Müslümanlar yeterli bir İslami bilince sahip olamadıkları gibi yaşadıkları çağın da dışında kalmışlardır.
Aslında kültürel kodlarımızla demokrasi arasında bir kan uyuşmazlığı olmamakla birlikte, dini düşüncenin modern zamanlarda kendini yenileyerek insanlara yeni alternatifler sunmak yerine, klasik İslam kültürünün asırlar önceki uygulamalarını çözüm olarak sunmaları, İslam toplumlarıyla modern sistemler arasına kalın duvarlar örmüştür.
Eğer “Sultanlar Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir” şeklindeki sıhhati tartışmalı hadis üzerinden modern dünyayı okumaya çalışırsanız, demokrasiyle buluşmanız asla mümkün olmayacaktır.