Her on yılda bir gerçekleşen darbelerle siyasetin zemininin tahrip edildiğini, bu yüzden de Türkiye’nin yarı askeri bir rejim görüntüsü verdiğini eleştirip ‘vesayetsiz’ bir Türkiye hayaline inandık.
Ara rejim hükümetleri dahil siyasi iktidarların basiretsizliği yüzünden Türkiye anlamsız yasaklara mahkum edildi ve kendi ülkelerinin üniversitelerinin kapılarından kovulan başörtülü genç kızlar eğitimlerini Avrupa ülkelerinde tamamlamak zorunda kaldılar. Hepimiz yasaklar ülkesi olmaktan dolayı yıllarca mahcubiyet içinde yaşadık.
Yıllarca dindar insanların inançları yüzünden ikinci sınıf vatandaş muamelesine maruz kalması, Kürtlerin asimilasyona tabi tutulması ve Kürt demenin bile yasak olduğu bir Türkiye utancıyla yüzümüz kızardı.
***
Her köşe başını mafyanın, çetelerin tuttuğu, işkencenin sıradanlaştığı, faili meçhullerin aydınlatılamadığı bir ülkede yaşamaktan dolayı yıllarca yüzümüzü yere eğerek dolaştık.
Her yıl uluslararası insan hakları kuruluşları ve Avrupa Birliği’nin hazırladığı raporlarda insan hakları ve özgürlüklerle ilgili ayıplarımız yüzümüze vurulduğu için çaresizlikler içinde çıkış yolları aradık ve bir türlü demokrasi liginde geri sıralardan kurtulamadık.
Evet yıllarca inatla ve ısrarla insanların inançları, düşünceleri, etnik kimlikleri, mezhepleri ve meşrepleri yüzünden ayrımcılığa tabi tutulmasına, hukuksuzluklara, özgürlük fukaralığına karşı çıktık ve daha demokratik bir Türkiye için haklı ve güzel hayallere inandık.
Sonra bir gün, yeni Türkiye rüyasına inanan bir ekip yani AK Parti ortaya çıktı ve herkese yeni hayaller kurduracak bir yolculuk başlattı. Ve yola çıkarken dedi ki:
• Temel hak ve özgürlükleri ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde, özellikle Kopenhag Kriterleri’nde belirtilen seviyeye yükseltmek için Anayasa ve yasalarda gerekli değişikliği yapacaktır.
• Temel hak ve özgürlüklerin, sadece anayasal ve yasal güvenceye alınması ile yetinmeyip, fiilen uygulanması v e siyasal kültürüm üzün yerleşik bir boyutu olarak güçlenmesi yönünde çaba sarf edecektir.
• Toplumumuzda kısır çekişmelere yol açan, din, mezhep, cinsiyet, etnik ayırımcılık konularındaki tartışmalı uygulamaların temelinde, hak ve özgürlükler konusundaki eksiklikler yatmaktadır. Demokrasimizi evrensel düzeye taşıyacak “insan haklarına dayanan” devlet anlayışının yerleşmesiyle bu kısır çekişmeler sona erecektir.
• İşkence, kayıp, gözaltında ölüm, faili meçhul cinayet gibi demokratik hukuk devletinde kabul edilemez insan hakları ihlallerinin üzerine ciddiyetle gidecektir.
• Yaşama ve mülkiyet hakkını, düşünce, ifade, inanç, teşebbüs ve örgütlenme özgürlüğünü sınırlayan hükümler, evrensel hukuk ve özgürlük anlayışı dikkate alınarak yeniden düzenleyecektir.
• Mevzuatımızdaki yasakçı hükümler nedeniyle, ülkemiz hukuk devletinden çok kanun devleti görüntüsü vermektedir. Türkiye, kanunlarını hukuka, hukukunu evrensel adalet ve insan hakları esaslarına dayandırarak ve temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını sınırlayan yasakçı hukuk sistemini değiştirerek gerçek anlamda hukuk devleti olacak ve uluslararası camiada saygın bir yer kazanacaktır.
***
Ancak devran döndü ve sonunda, başladığımız noktanın bile gerisinde sislerle kaplı bir iklime geldik.
Artık haktan, hukuktan, adaletten, kuvvetler ayrılığından bahsetmiyoruz, dahası bu kavramları dillendirenlere vebalı muamelesi uyguluyoruz.
Türkiye’yi özgürlükler ve insan haklarında bir üst lige taşıma hayalini çoktan unuttuk, demokratik değerleri buzdolabına kaldırdık, bununla da yetinmeyip evrensel değerleri dillendirenleri ihanetle suçlar hale geldik.
Her türlü ayrımcılığı, ötekileştirmeyi, kutuplaşmayı ve gerilim politikalarını reddederek yola çıktık. Üstelik bunları büyük ölçüde hayata geçirerek kardeşliği ve barış iklimini tesis etmemize rağmen, şimdi muhalefet liderine linç girişiminde bulunanları neredeyse kahraman ilan etme noktasına geldik.
Ve en acısı da bütün iddialarımızı, söylemlerimizi AK Parti’nin genleriyle asla uyuşmayan ‘şoven’ bir dolaba kilitleyip anahtarı da başkalarına teslim ettik.