Yeni Şafak yazarı ve AKP İstanbul Milletvekili Markar Esayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'la Aydın Doğan arasındaki 'Conrad Oteli' tartışmasına ilişkin olarak, "Bir devir kapanıyor. Aydın Doğan'ın mektubu bunun bir itirafı aslında" dedi. Esayan, "Sayın Erdoğan, dik durarak mücadelesini sivil ve hukuki alanda kazandı. Kağıttan kaplanların devri kapandı.
1 Kasım'da AK Parti tek başına iktidar olduğunda, bir sonuç/semptom olan bu tür medya, sabun köpüğü gibi eriyecek" ifadelerini kullandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul Conrad Oteli’nde Doğan'la yaptığı görüşmede Doğan'ın “Öyle dönemler oldu ki, biz hükümet getirdik, hükümet götürdük” dediğini, kendisinin ise “Kusura bakma. Ben doğma büyüme Kasımpaşalıyım. Hak bildiğimiz şeyden taviz vermeyiz" cevabını verdiğini iddia etmişti. Doğan açık mektupla yalanladığı iddiaya ilişkin olarak "Conrad Oteli’ndeki görüşmede size de böyle bir şey söylemedim, bu manaya gelecek bir söz sarf etmedim" şeklinde cevap vermişti.
Esayan'ın Yeni Şafak'ta "Bir kağıttan kaplan olarak Aydın Doğan..." başlığıyla yayımlanan (30 Eylül 2015) yazısı şöyle:
Aydın Doğan efendinin “hiç müdahale etmediği” gazetesinde, “Sevgili günlüğüm” tadında Sayın Cumhurbaşkanı'na yazdığı mektup birkaç hedefi amaçlıyor.
Aslında bu öncelikli olarak Sayın Erdoğan'ı kendisi ile eşitleyerek itibarsızlaştırma girişimi. Aklınca, “Pijama ile karşılatmadın ama, ben de gazetemden seni böyle muhatap alırım, her türlü bulaşırım” diyor.
Cumhurbaşkanı'nı seçim öncesi yine tartışmanın merkezine koyarak, buradan bir sinerji yaratma niyetinde.
“Sen Kasımpaşalıysan, Ben de Kelkitliyim” diyerek, gerçekte arkasında sağlam bir desteğin olduğunu fark ettirmek istiyor. Burada Kasımpaşa, “yerli ve özgünlüğü” ima ederken, Aydın Doğan'ın gücünü aldığı yöre, Cumhurbaşkanı'na yüzde 80 destek veren Kelkitliler olmadığına göre, burada ima edilen, “Arkam sağlam ve sen onların kim olduğunu biliyorsun” demek olmalı.
Korku... Bu tür siyasi kavgaya girişen gazete patronları bunu her zaman yapar. Gazetelerini ya saldırı, ya da savunma aracı olarak kullanırlar. İşin savunma kısmında, başarısız olunması halinde, “Bakın, ben zamanında böyle böyle demişim” şeklinde kanıt bırakmaya çalışılır.
Meselenin bir iktidar kavgası değil, Sayın Erdoğan'ın kişisel husumeti olduğuna dönük propagandaya gazetesini kullanarak malzeme üretiyor. Aklınca tarihi kendisi oluşturuyor.
Aydın Doğan, evlatlarını şehit veren bir halkı, “100 bin lira alabilmek için çocuklarını gözden çıkarmakla” itham edenlerin yazdığı bir gazetenin patronu.
Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir pespayelik, ahlaki çürümüşlük sergilenmemiştir.
Milli ve yerli hiçbir gazetede, 120 şehidin verildiği ve verilmeye devam edildiği günlerde acılı ana ve babaları bu kadar iğrenç bir şekilde itham edemezsiniz.
Aydın Doğan, Sayın Erdoğan ve AK Parti karşısında her türlü çılgınlığı göze alıp yapacak bir panik durumuna sürüklenmiş halde. Bunun bir ölüm kalım savaşı olduğunu ve paçayı ancak bu şekilde sıyırabileceğini düşünüyor.
Türkiye artık 28 Şubat günlerinde değil. Aydın Doğan efendi, sanırım hala o günlerdeki gücünün varolduğunu zannediyor. Oysa o günlerde, “gerçekliği” istedikleri gibi oluştururlar, en pespaye manşetleri atarlar ve bunun hem sonuç getireceğini, hem de cezasız kalacağını bilirlerdi.
Ortalık sahipsizdi, meydan boştu.
Aydın Doğan'la görüşmesinde, RTÜK yasası ile ilgili kendisine yapılan teklifi Muhsin Yazıcıoğlu'nun kendi ağzından dinlemiş olmalısınız. Dinlemediyseniz, internetten bulun izleyin veya dava arkadaşı Sayın Selçuk Özdağ (şu an AK Parti Genel Başkan Yardımcısı) tanıklığını da bir okuyun.
Gazete patronlarının kamu ihalelerine girmesini sağlayacak bu yasaya destek vermeleri, en azından çekimser kalmaları için Aydın Doğan Muhsin Yazıcıoğlu'na gözdağı veriyor. “Önümüzü açın önünüzü açalım” diyor.
Ret cevabını alınca da, Radikal gazetesini Yazıcıoğlu'nun üzerine salıyor. Yazıcıoğlu açtığı davaları kazanıyor.
Bunun gibi sayısız örnek mevcut.
Gazetemizin sahipleri Ahmet ve Nuri Albayrak, geçen gün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ifade ettiği sözlere kendileri de tanıklık etti.
Halis Toprak, kardeşinin intiharından Doğan'ı sorumlu tuttu.
Yani Cem Uzan gibi birisinin tanıklığına ihtiyaç dahi yok. Lakin olası bir davada tanıklık edebilir, ona bir şey diyemeyiz.
Aydın Doğan işte budur.
Cumhurbaşkanı'nı muhatap alacak birisi değildir.
Medyaya menfaat ve menfaat için siyasi baskı kurmak için girenler, her zaman yaptıklarının gazetecilik olduğunu iddia etmişlerdir. Öyle ki, tüm itirazları “Düşünce, ifade ve basın özgürlüğü” kalkanı ile savuşturur, hatta onu bile silah haline getirirler.
Siyasiler, yazar çizer takımı onlardan korkarlar. Çünkü kurbanları çoktur. Yetenekli züğürt aydınları istihdam ederler veya Ahmet Hakan gibi kompleksli kişileri karşı mahalleden devşirirler.
Aydın Doğan ile solcu entelektüeller arasında bir simbiyoz yaşam ilişkisi vardır. Bir holding patronunun himayesinde devrimcilik oynar, milletin seçtiği liderleri yıpratırlar. Aydın Doğanların yetişemediği kesimlere de Avrupa fonları yetişir. Gayrı milli bir ton haber sitesi ve sözde STK, insan hakları kurumlarına fonlarlar.
Onlar da neden istihdam edildiklerini bilirler ve hucum borusu öttüğünde saldırıya geçerler.
Ama artık o devirler geçti. Deşifre oldular. Marjinalleştiler, iyice savruldular.
Sayın Erdoğan, dik durarak mücadelesini sivil ve hukuki alanda kazandı. Kağıttan kaplanların devri kapandı.
1 Kasım'da AK Parti tek başına iktidar olduğunda, bir sonuç/semptom olan bu tür medya, sabun köpüğü gibi eriyecek. Normalleşme medyayı da kapsayarak devam edecek.
Bir devir kapanıyor. Aydın Doğan'ın mektubu bunun bir itirafı aslında.