Ertuğrul Özkök, "Küçük güzel şeyler" başlığı altında yazdığı ve "newsletter" olarak paylaştığı yazılarında bugün, bugünlerde kendini "muhalif" olarak tanımlayan bir medya kuruluşunda çalışmanın kolay olmadığını belirterek, "Hele hele aylardır iktidarın değişeceğine inanarak, seçim sonucunu görmeden, ekrandan parmak sallayarak 'hesaplaşmadan', 'kadrolaşmadan' söz eden, kendilerine medyanın zirvelerinde makamlar dağıtırken, bazılarını da kovan konuşan kafalar için zor günler" ifadelerini kullandı.
Ertuğrul Özkök'ün "Seçim sonrası Yılmaz Özdil'den itiraf: En büyük hatam şuydu" başlıklı yazısı şöyle:
Seçim sonrası Yılmaz Özdil'den itiraf: En büyük hatam şuydu
Herhalde iflah olmaz şeytanım dürttü, seçim gecesi bir sakinleştirici alıp uyuduktan sonra sabah Yılmaz Özdil’i aradım.
Neden aradın diye sorarsanız hiç öyle bir nedeni yok.
Öylesine yani…
O sabah çevremde herkes herkesi öylesine arıyordu, ben de birini arayayım dedim.
Bir tür kaybetmişler dayanışması diyebilirsiniz.
"Yılmaz nasılsın" diye sordum "tuhaf ama" diye cevap verdi
Yılmaz, Meral Akşener olayında farklı tavır alan gazetecilerden biriydi ve ondan sonra yazarlıktan ayrıldı.
Oy vermek için İstanbul’a gelmiş.
“Nasılsın” diye sordum…
“Tuhaf bir şey, çalışmıyorum ama bugünlerde mutluyum” dedi.
Yanlış anlamayın seçim sonuçlarından dolayı mutlu değil.
Seçimden önceki ruh halini anlatıyordu.
İşsiz bir gazetecinin gururlu bir mağduriyeti olur be arkadaş
İşsiz bir gazeteci…
Sosyal medyada gördüğüm bütün işsiz gazetecilerde gururlu bir mağduriyet okuyorum.
Adeta övünüyorlar bu halleriyle…
Şimdi karşımda işsiz olduğu için mutlu hissettiğini söyleyen bir gazeteci var.
Doğrusu, aynı durumda olup da mutlu olan tek kişi benim diye düşünüyordum. Meğer yalnız değilmişim.
Meğer hayatındaki en büyük hatası çalışmakmış
Hadi, ben emeklilik yaşındaki işsiz gazeteci olduğum için anlaşılabilir bir durumdu.
Yılmaz ise daha genç.
Arkasından daha da ilginç bir şey söyledi.
“Hayatım boyunca yaptığım en büyük hatayı fark ettim…”
Merak ettim “neymiş” dedim.
“Çalışmakmış” cevabını verdi…
“Meğer hayatımdaki en büyük hatam çalışmakmış” diye tekrarladı cümlesini…
Yılmaz şaka mı yapıyor, yoksa bir gerçeklik var mı?
Herhalde anlamışsınızdır, kendimizi rahatlatmak için gülerek ve espri yaparak konuşuyorduk.
Tabii ki işsizlik iyi bir şey değildir ve işsiz gazeteci arkadaşlarımız için ikimiz de çok üzülüyoruz.
Üzüntümüzü atmanın bir yolu da kendimizle dalga geçmek.
Yine de kendi içimden, yani "bana göre”, altını çizerek tekrar söyleyeyim, "sadece bana göre" bir sorgulamayı paylaşayım.
Bu sözlerde bir gerçeklik payı da olamaz mı?
Siyaset yazmanın, yazabilmenin sınırları iyice daraldığında, “çalışmamak”, dolayısıyla “yazı yazmamak” mutluluk olmasa bile bir şans haline dönüşemez mi?
Kendi payıma son yıllarda bu duyguyu çok yaşadım.
Çünkü siyasetin “Erdoğan’a vurmak” ile “Erdoğan’ı övmek" arasında sıkıştığı günlerde, yazma dediğimiz eylemin çocuk havuzunda veya onlarca metre yürüseniz de bir türlü diz boyunu geçmeyen sığ bir denizde yüzme mecburiyetine dönüşmesi bana da çok bunaltıcı geldi.
Tıkılmak istendiğim bir yankı odasında, kendimi, sadece alkış ve yuhalama hakkına sahip bir gladyatör seyircisi, bir amigo gibi hissettim.
Okyanuslara açılmak isteyen bir insanın, çocuk havuzunda veya onlarca metre yürüdüğünüz halde bir türlü diz boyunu geçmeyen sığ sularda yüzmeye mahkum edilmesi gibi bir duyguydu bu…
Kendi yarattığımız fanatik ve holiganlaşmış bir okuyucu ve izleyici ile tuhaf bir ilişki…
İki tarafın da memnun olduğu bir tür öfke ve umut ticareti…
Bazen konfor alanında kalmak iyidir, emniyetlidir
Seçim sonrasında da çok farklı bir duygu içinde değilim.
Düşünün bugün içinde Kılıçdaroğlu’nun istifa etmesini yazmaktan başka kaç konu kalıyor ki bir yazara…
Beklenen ve istenen duygu ekseriyeti bu değil mi…
Oysa bana göre, Ecevit dışında bugüne kadar görmediğim ölçüde başarılı, umut veren, pozitif bir kampanya yaptı…
Neyse ağır ve tehlikeli mevzular bunlar…
Toplumun yarısının derin bir düş kırıklığı yaşadığı şu günlerde, sahip olduğumuz tek lüks, bu çok küçük konfor alanımız…
O üç beş metre duygu alanımızı “olağan bir şüpheli” olarak tarumar etmeyeyim.
Bazen sığ sularda kalmak emniyetlidir.
Biliyorum Allah'ın verdiği zekâ onu rahat bırakmaz
Yılmaz’la güzel, neşeli ve arkadaşça dertleşmeye döneyim.
Yılmaz’ı çok iyi tanıyorum…
Çalışmadan duramaz. Allah'ın ona verdiği zekâ ve yetenek onu rahat bırakmaz. Eminim bir kitap üzerinde çalışıyordur.
Ama şu sıralarda kurumsal bir yerde yazıyor olmamanın verdiği rahatlığı da hissettim.
Bugünlerde muhalif kanallarda konuşan kafa olmak istemezdim
Biliyorum hiç zamanı değil, ama yine de her türlü riski alarak kendi etrafımla biraz dalgaya geçeyim.
Durumu Yılmaz Özdil kadar kolay olmayan arkadaşlarımız var.
Bugünlerde özellikle kendini “muhalif” olarak tanımlayan bir medya kuruluşunda çalışmak kolay bir şey değil.
Hele hele aylardır iktidarın değişeceğine inanarak, seçim sonucunu görmeden, ekrandan parmak sallayarak “hesaplaşmadan”, “kadrolaşmadan” söz eden, kendilerine medyanın zirvelerinde makamlar dağıtırken, bazılarını da kovan konuşan kafalar için zor günler.
Konuşan kafa ve yutupçu arkadaş üzülme; her şeyde bir hayır vardır
İçimdeki şeytan yeniden dürttü. Onları da arayıp biraz moral vereyim dedim.
Mesela Halk TV’de Ayşenur Aslan’ı arayıp konuşmak geldi içimden.
Sadece “arkadaşlar üzülmeyin her şeyde bir hayır vardır” demek istedim.
Aynı şeyi Ayşenur’la birlikte program yapan, Şirin Payzın, Emin Çapa; KRT ve Tele1 ekranında birçok arkadaşa ve “yutupçuya” da söylemek istedim…
Ha bu arada gerçekten sevgili dostum Fazıl Say’ı da unutmadım.
Neden mi?
Onu da anlatayım.
Arkadaşlar seçimi kaybettiniz ama büyük korkunuzu yendiniz
Son zamanlarda bu arkadaşların “haklı” bazı endişeleri vardı.
Özellikle Ekrem İmamoğlu, beni ve Nagehan Alçı’yı Karadeniz gezisine davet ettikten sonra çok kaygılandılar.
“Yine bunlar mı medyanın başına geçecek?” diye günlerce kâbus dolu geceler geçirdiler ekranlarda.
Yani Erdoğan gitmişti, biz eskiler ve bazı yeniler yeniden medyanın başına geliyorduk…
Bu arkadaşlara hiç istemeden bu kadar büyük bir anksiyete verdiğim için kendimi çok suçlu hissediyordum.
Önceki akşam belki de ilk defa huzurlu bir uyku uyudular sanıyorum.
Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimi kazandı ve böylece bizim medyaya dönüş ihtimalimiz kalmadı.
Zaten öyle bir niyetim yoktu ama, olmayan niyetim de yok oldu…
Keşke daha önce Ayşenur'u arayıp şunu söyleseydim
O günlerde özellikle, Ayşenur’u arayıp, onları rahatlatmak için şunu söylemeyi çok istedim:
“Ayşenurcuğum ben 8 Nisan'da 76 yaşıma girdim. Yahu bu yaştan sonra nereye geleceğim? Ben bir yere gelmiyorum, tam aksine gidiyorum…”
Sırf rahatlasınlar, uykularını kaçıran bir korkudan kurtulsunlar diye aramayı düşündüm.
Ama kendilerini öylesine bir iktidar şehvetine kaptırmışlardı ki, “Hadi şimdi o pazı gösterme keyiflerini bozmayayım” dedim.
Neyse Cumhurbaşkanı Erdoğan yerinde kaldı…
Ben de bu yaşımda istemeden onların kabusu olmaktan kurtuldum.
Artık rahat olun arkadaşlar…
Ahh Rahmi Turan'a "Rahmi Abi" diyen Uğur gibi olabilseydim
Ama çok da rahat olmasınlar. Medyada eskilerden başka çok ciddi rakipleri de var.
Mesela Uğur Dündar…
Geçen akşam Sözcü TV’de bir tartışmayı izliyordum, baktım Uğur, Rahmi Turan’a “Rahmi Abi” diye sesleniyor.
Uğur 80, “Rahmi Abi” 84 yaşında…
Eee onun gibi zinde, enerjik ve iddialı olursan tabii ki “Rahmi Abi” deme hakkın olur.
Üstelik Yılmaz Büyükerşen, Eskişehir’deki müzede Uğur’un öyle başarılı bir balmumu heykelini yaptı ki, vallahi aslından bile iyi oldu.
Yani Allah geçinden versin Uğur’un başına bir şey gelse, Allah ona da gecinden versin Müjdat Gezen onun balmumu heykelinin karşısına oturtur programlara devam eder.
Vallahi kimse anlamaz, iyi de reyting yaparlar.
Allah muhalif kanallardaki konuşan kafaları seviyor
Yine de şunu söyleyeyim.
Allah muhalif kanallarda her gece konuşan kafaları seviyor.
Maazallah Kılıçdaroğlu kazansaydı ne yapacaklardı?
İktidara ve yandaşlarına parmak sallamaktan başka bir şey bilmeyen, konuşmayan bu iş sahibi gazeteci arkadaşlarımızın hali ne olacaktı?
Benim gibi “Memleketin bunca meselesi varken, şaraptan, aşktan bahseden” lüzumsuz bir kişi de olamayacaklarına göre…
Erdoğan’ın kazanması onları iki şeyden korudu…
Bir yandan Nagehan ve benim, medyanın başına geçme kabuslarından kurtuldular.
Bir yandan da daha 5 yıl ekmeklerini her akşam iktidara vurarak kazanmaya devam edebilirler.
Beyaz Balina Aydın İşsiz Mutlu Gazeteciler Kulübü
Yılmaz Özdil ve ben, bir zamanlar Karadeniz’de ortaya çıkıp, durup dururken ve hiçbir nedeni yokken gülen, kahkaha atan Beyaz Balina Aydın gibi mutluyuz.
Çalıştığımız bir kurum yok ama elimizde “Aylaklığa Övgü” kitabı ile eğlenip gidiyoruz işte…
Tek şikâyetim Tansu’dan…
Urla’ya giderken beni arabaya almadı.
Çünkü ona “umursamazlık hakkımdan” söz ediyordum, bugüne kadar hiç duymadığım ağır bir söz söyledi ve tek başına arabaya atlayıp Urla’ya gitti.
Ben de nedensiz yere mutlu olan “Beyaz Balina Aydın İşsiz Gazeteciler Kulübü’nü” kurmaya karar verdim.
Şu anki en büyük mutluluğum, muhalif medyadaki dürüst gazeteci arkadaşlarımı, benim dönme ihtimalimin yarattığı stresten kurtarmış olmanın verdiği duygu…
Neticede, onların mutluluğu benim mutluluğumdur…