29 Ekim 2024 06:00
New York’tan hepinizin Cumhuriyet Bayramı’nı kutluyorum…
Dün akşam aralarında Serenay Sarıkaya ve Halit Ergenç gibi çok sevdiğim sinema ve televizyon oyuncuları da olan bir grupla birlikte smokinimi giydim ve Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına erkenden başladım.
Yarın o geceyi anlatacağım.
Ama bugün önce, ABD’de “Fillerle, eşeklerin” savaşı var….
Ben şanslı yıldız altında doğmuş bir gazeteciydim.
Gazeteci şapkamı çıkardım ama üzerimdeki şanslı yıldız beni terk etmiyor.
Aynı şanslı yıldızın altında doğmuş bir pop sosyolog olarak yoluma devam ediyorum.
Gazeteci değil, gözlemciyim artık.
Doğan Hızlan’ın ‘gazeteci-yazar’ olarak portresini çizen harika bir söz vardır.
Şöyle der:
“Doğan Hızlan bir yerdeyse, orası meşrudur.”
Belki bir gün benim için de şu söylenebilir.
“Özkök bir yerdeyse orası eğlencelidir…”
Eğlence yoksa bile o icat eder.
Birisi söylerse şeref duyarım.
Nitekim pazar günü de öyle oldu.
Cumartesi gecesinden beri New York’tayım ve size buradan Trump-Harris yarışını pop sosyolog gözüyle anlatmaya çalışacağım.
TIKLAYIN | 34 yaşında “Siyaset çok adi bir hayat” demişti; işte Donald Trump’ın çalkantılı siyasi hayatı
Biliyorsunuz Demokrat Parti’nin sembolü eşek.
Cumhuriyetçilerin ise fil…
Anlayacağınız Kamala Harris’i çizgi film karakteri Schreck…
TIKLAYIN | Jamaikalı Marksist bir babayla Hint kanser araştırmacısı bir annenin kızı Kamala Harris kimdir?
Trump’ı ise uçan fil Dumbo olarak canlandırabilirsiniz kafanızda.
Ama yaşlı bir Dumbo… Pek de sempatik değil yani.
Schreck onun yanında bir sempati abidesi kalır…
TIKLAYIN | Salıncak eyalet nedir, en çok oy alan neden kazanamıyor; ABD seçimleriyle ilgili bilmeniz gerekenler
Pazar günü New York’un Washington Square Meydanı’nda çok ilginç bir açık hava yarışması vardı.
“Timothee Chalamet benzerleri yarışması.”
Böyle şeyler ancak Amerika’da olur.
Size herhalde Timothee Chalamet’i anlatmama gerek yok.
Yeni Amerikan sinemasının Fransız kökenli yükselen yıldızı...
“Dune” filmlerinin kahramanı.
Henüz 29 yaşında ama artık süper üstü star.
Onu ilk olarak Homeland dizisinde görmüştük. Sonraları Wonka da oldu.
Ama ben onu tanımaya 2017 yılındaki “Call Me By Your Name” filmiyle başladım.
Sadece gençlerin değil, birlikte çalıştığı set işçilerinin de çok sevdiği bir çocuk.
New York’ta Central Park sabah yürüyüşünden sonra onun adına düzenlenen bir yarışmayı gözlemlemek benim için de ABD seçim kampanyasına harika bir giriş partisi oldu.
Rahmetli Hasan Pulur abimizin deyişi ile “Halkın nabzını tutmaya”, “freakshow”umsu bu tuhaf yarışmadan başladım.
2 bin 500’e yakın genç katıldı bu açık hava şovuna…
New York polisi pazar günü bütün sinir ayarlarını Trump’ın aynı saatlerde başlayacak Madison Square Garden’da yapacağı kapalı salon toplantısına göre yapmıştı.
O nervözite, Timothee benzerleri yarışmasında küçük bir alaya neden oldu.
Yarışma “Timmy’e özgürlük, kelepçelerini çıkarın” sloganıyla başladı.
Çünkü yarışmayı izlemeye gelen kalabalık öyle hızla büyüdü ki, Trump ayarlı polisler bir anda “siyasi bir kargaşa çıkıyor” diye Timothee Chalamet’i kelepçeleyip götürmek istediler.
Tabii kendisini değil, benzerini…
Ancak tam o sırada hiç beklemedikleri bir şey oldu.
Gerçek Timothee Chalamet parka geldi.
Onu, benzerlerinden ayıran tek yanı, çekimlerini bitirdiği “A Complet Unknown” filminde canlandırdığı Bob Dylan’ın gençlik hali için bıraktığı ince bıyıktı.
Anlayacağınız Trump gergini polisler bir anda kendilerini bir Polis Akademisi filmindeki Carey Mahonney karakterine dönüşmüş buldular.
Sahne aynen şu:
Parktaki gençlerin bir bölümü çığlıklar atarak gerçek Timmy’e doğru koşarken, politize olmuş öteki bölümü ise benzerini kelepçeleyen polislere “Timmy’e özgürlük” sloganları atarak bağırıyordu.
Söyleyin şanslı bir pop sosyolog hergelesi için daha güzel bir seçim turu startı olabilir mi….
Özkök bir yerdeyse orası eğlencelidir.
Parktaki yarışma 14.30’da başlayacaktı.
Ondan yarım saat sonra ise şehrin oradan pek uzak olmayan bir yerinde başka bir eğlence başlıyordu.
Madison Square Garden salonunda Donald Trump’ın seçim toplantısı vardı.
Her ne kadar onun popülist eğlencesi o kadar sempatik değilse de benim için şans sayılırdı.
Şöyle düşünün:
Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan İzmir’de seçim mitingi yapıyor…
Çünkü New York sapına kadar demokrat bir şehir.
Ancak konuştuğum demokratları şaşırtan bir durum vardı.
Madison Spuare Garden şehrin “Midtown Manhattan” denilen bölgesinde, dev bir salon.
1879 yılında açılmış ve 20 bin kişi alıyor.
Burada basketbol maçları ile boks karşılaşmaları yapılıyor.
Ama benim için asıl önemi buradaki konserler.
John Lennon son defa sahneye 1974 yılında burada çıktı.
Elton John 64 kere sahne aldı bu salonda.
Eric Clapton 43 gece o sahnedeydi.
Led Zeppelin’in üç gece üst üste verdiği konserler hala unutulmadı.
Michael Jackson’un “Bad” turnesi burada başladı.
Lady Gaga da geçti o sahneden.
Bu salon Demokrat Parti için çok önemli bir yer.
Üç ulusal konvansiyonu burada yapıldı.
Cumhuriyetçiler ise sadece bir kere burada yaptılar ulusal konvansiyonlarını. Kendilerini çok rahat hissettikleri bir salon değil.
O nedenle bu defa şaşırtıcıydı.
Salon tıklım tıklım doluydu.
Ve bir o kadar insan da dışarda kaldı.
Biletler web sitesi üzerinden alınabiliyordu.
Bir kişiye en fazla iki bilet verildi.
Kural da şuydu: İlk gelen alır…
Önceden düşünseydim belki bir bilet bulabilirdim ama ben bu olayı bir NBA maçı gibi televizyondan izledim.
Salonda Trump dışında süper starlar da vardı.
Tabii ki baş köşe bu kampanyada demokratların en gıcık olduğu insan haline gelen Elon Musk’ı sayabilirim.
İkinci önemli şahsiyet kimdi bilin bakalım…
Hulk Hogan…
Bu salonun iyi tanıdığı iri kıyım, artık göbekli ve bandanalı Amerikan güreşçisi ve sinema oyuncusu…
Bence tam Trump seçmeni tipine uygun…
En tantanalısını ise sona bıraktım.
Trumpçı medyanın süper starı Tucker Carlson…
Size onu şöyle tarif edeyim.
Cumhuriyetçilerin bir nevi Rasim Ozan’ı…
Türk muhalifleri ROK’a ne kadar gıcık oluyorsa, Amerikan demokratları da öyle gıcık oluyor…
Dijital medyadaki rakamsal başarı açısından bakarsanız şöyle tarif edebilirsiniz.
Bugün Türkiye’de muhalefet için Fatih Altaylı ne ise, Trumçı Amerika için de Tucker Carlson o…
Yani izleyici sayısı çok büyük.
Burası Trump için özel bir öneme sahip.
Çünkü kendi doğup büyüdüğü ve yaşadığı şehir burası.
Orada bir sürpriz yapmak istiyor.
Toplantının süper starı tabii ki Donald Trump’tı…
Üstelik bu seçim kampanyasında yanında hiç olmayan eşi de ilk defa sahneye çıktı onunla.
Evet süper star oydu ama toplantının en konuşulan ismi o olmadı.
Bir konser assolist altı olarak sahneye çıkan Tony Hinchcliffe adı bir stand up komedyeni Trump’tan fena rol çaldı.
Porto Rico için “Okyanus ortasında yüzen bir çöplük adası” dedi.
Latinlerin çok çocuk yaptığını söyledi.
Bütün toplantı boyunca Araplar, Filistinliler, Yahudiler, Latinler hakkında bol bol ırkçı söylemler söylendi.
Amerika Birleşik Devletleri nüfusunun yüzde 59’u beyaz.
Yüzde 19’u Latin kökenliler.
Yüzde 6’sı Asya kökenliler.
Bugün ABD’de 60 milyon Latin kökenli insan yaşıyor. Porto Ricoluların sayısı 9 milyon…
Bu nasıl bir seçim taktiğidir anlamadım.
Hakaret ederek, aşağılayarak oy istenir mi?
Ama bu ülkede hiçbir şey insanı şaşırtmamalı.
Hakarete uğrayan bu insanların küçümsenmeyecek bir bölümünün Trump’a oy vermesi bekleniyor.
Buna ABD’de yaşayan Müslümanların bir bölümü de dahil.
Popülizm galiba böyle bir şey.
O rüzgâr bir ülkeye ucundan girdi mi, insanlarda ne akıl bırakıyor ne mantık.
Filin altında ezilirken onu beslemeye çalışan sadece coşku ve hayranlıktan ibaret “lidere tapma” hali sanki…
Bunun en güzel örneği ise Müslüman bir belediye başkanı…
Amer Galip Müslüman bir göçmen.
Hem de Yemen gibi radikal İslam bir ülkeden geliyor.
Miçhigan civarındaki Hamtramck adlı küçük bir yerleşim biriminin belediye başkanı seçimmiş.
Gelince ilk işi kasabasında LGBT bayraklarını yasaklatmak olmuş.
Şu New York Times’ın birinci sayfasında ikinci büyük haber olacak kadar konuşuluyor.
Çünkü herkesi şaşırtan bir sürprizle seçimde Trump’ı destekleyeceğini açıkladı.
Yani 6 Müslüman ülkenin bütün vatandaşlarına turist olarak bile kapıyı kapatan bir başkan adayını destekleyecek.
Üstelik yasaklananlar arasında kendi geldiği ülke olan Yemen de var.
Kendini kaçıran teröriste aşık olan terör mağdurlarına konulan teşhis “Stokholm sendromu”ydu.
Tam bu Müslüman belediye başkanına uygun değil mi.
“Eşekle fil” arasında geçen ilk günüm işte böyle Amerikan usulü özel durumları gözlemle geçti.
Burada gördüğüm şeyler Türkiye’deki seçimden çok farklı.
Bizde normal olarak seçime daha 3.5 yıl var ama televizyonlarımıza, sosyal medyamıza, sokaklarımıza, sokak duvarlarımıza, aile ve arkadaş sohbetlerine bakarsanız yarın seçim yapılacakmış gibi bir ağır bir siyasi nevrozite hakim.
Patolojik ve şizofrenik bir durum bu.
Burada ise seçime bir hafta var ama sokaklarda ne bir afiş ne krapon kağıtlı süslemeler ne yüksek volümlü otobüs vuvuzelası var.
İki üç haber kanalı seçimle ilgili.
Ama oralarda bile bizimki gibi şizofrenik bir ‘konuşan kafa izdihamı’ görmüyorsunuz.
Vallahi üç beşi hariç bu konuşan kafalar benim gözüme Muppet Şov’da operanın locasından herkese saydıran sinirli iki huysuz ihtiyar gibi görünüyorlar.
Şanslı pop sosyologun “Eşekle Fil” arasındaki gözlem turu devam edecek…
Stay with us…
© Tüm hakları saklıdır.