Milli Mücadele'ye destek vermek için İstanbul'da çıkardığı Yenigün gazetesini 'Anadolu'da Yenigün' adıyla Ankara'ya taşıyan Yunus Nadi (sağda) ve Atatürk. Yunus Nadi, adını Atatürk'ün koyduğu Cumhuriyet gazetesini, 7 Mayıs 1924'te, Atatürk'ün verdiği Cağaloğlu'ndaki İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin konağında yayımlamaya başladı
03 Mayıs 2024 06:00
Ertuğrul Özkök | Zamanın Ruhu
Önümüzdeki Salı akşamı yani 7 Mayıs günü Cemal Reşit Rey Salonu'nda Türk basının çok önemli bir günü kutlanacak.
Cumhuriyet gazetesinin kuruluşunun 100’üncü yılı.
Demek ki Cumhuriyetimizle aynı yaşta bir gazete.
Bu 100 yıl boyunca Türkiye’nin acılı, sevinçli, sancılı, endişeli, umut verici bütün olaylarını görmüş, Cumhuriyet tarihinin tanıklığını yapmış, demokrasinin çalkantılarını yaşamış bir kurum.
Yetmiş yedi yaşında bir gazeteci olarak benim için de mesleğim için de çok önemli ve gurur verici bir akşam yani.
O gece yapılacak kutlama töreni için birçok insana davetiye gönderildi.
Eskiden kuruluş günleri gazetenin binasında yapılırdı.
Demek ki 100’üncü yıl için çok geniş bir salon bulmuşlar.
Davetiye Cumhuriyet Vakfı Başkanı Alev Coşkun imzasıyla gönderilmiş.
Üzerinde de şu yazılı:
“Cumhuriyet Gazetesi'nin kuruluşunun 100’üncü yıl dönümü kutlamasında sizi de aramızda görmekten mutluluk duyacağız...”
Gecenin önemini yüreğinde hisseden bir gazeteci olarak tabii ki kimlere davetiye gittiğini merak ettim.
Aynı şekilde davetiyeyi alanlardan kimlerin katılacağını da merak ediyorum.
Çünkü Türkiye’nin düşünce özgürlükleri sıralamasında çok altlara indiği bir dönemde, 100 yıllık bir gazetenin kutlamasına katılmak bana göre çok güzel bir demokratik dayanışmanın sembolü olabilir.
Keşke diyorum; her düşünceden, her siyasi eğilimden herkes davet edilse ve katılsa diyorum.
O nedenle davetiyeyi alan herkese “Lütfen katılın” diyorum buradan.
Cemal Reşit Rey 915 kişilik bir salon.
Demek ki çok geniş bir davetli grubuna seslenecekler.
Gazetecilik merakımdan dolayı o listeyi çok merak ettim.
Acaba Cumhuriyet Gazetesi böyle önemli bir gününde kimleri orada görmek ve göstermek istedi.
Gazetecilik şapkamı bir kenarda bırakıp, sosyolog şapkamı giyince tabii ki gözüm salonun başka köşelerine de takılıyor.
Çünkü kurumların davetli listeleri aynı zamanda dünyaya bakışları hakkında da insana fikir verir.
Tabii böyle bir listeye kurumun kendi hafızasından başlamak gerekir.
Mesela kurumun hafızası nasıldır?
Genel herkesi içine alan bir hafıza mı?
Yoksa “seçici” ve “ayıklayıcı” bir hafıza mı?
Liberal ve demokratik kurumların hafızası daha geneldir.
İdeolojik ve katı kurumların hafızası ise seçici, ayıklayıcıdır.
Listeyi işte o nedenle merak ettim.
Yani Cumhuriyet önce kendi 100 yıllık tarihine kurumsal bir bakış yapabiliyor mu?
O 100 yıla giren herkesi kucaklıyor mu, yoksa bazılarını o gece orada görmek istemiyor mu?
Gazetenin tarihini gerçekten 100 yıl önceden mi başlatıyorlar?
Yoksa “Her şey bizimle başladı” mı diyorlar...
İşte tam da bu merakla eski çalışanlarının ve yöneticilerinin davetli listesinde olup olmadığını merak ettim.
Mesela Emine Uşaklıgil?
Gazetenin eski hissedarı.
Tirajının en yüksek olduğu dönemlerde şimdi Alev Coşkun’un oturduğu koltukta oturan kişi.
Ama daha sonra Cumhuriyet’i eleştiren bir kitap yazmıştı.
Mesela o? Acaba davetli listesinde var mı?
Arayıp sordum.
Davetli değilmiş.
Dahası; Cumhuriyet Gazetesi'nin kurucusu Yunus Nadi’nin ailesinden hiçbir torunun da davetli olmadığını söyledi.
Yani gazetenin kurucusu bir anlamda gazetenin tarihinden silinmiş.
Kimdir o Yunus Nadi? Kurtuluş Savaşı sonrasının ilk “Scoop’unu” yani atlatma haberini yapan gazeteci.
Cumhuriyet’in kurulacağını ilk duyuran meslektaşımız.
Ailesinin kalan üyelerinden birkaç kişi o geceye davet etse yakışmaz mıydı?
Daha yakına gelelim.
Hasan Cemal…
Cumhuriyet’in 11 yıl boyunca genel yayın yönetmenliğini yapmış, gazeteyi ofset baskıya geçirmiş, içerik devrimi yaparak, bütün tarihi boyunca gazeteyi 100 bin üzerinde satışa çıkarmış tek genel yayın yönetmeni.
Bugün de hâlâ Türkiye’nin en önde gelen muhalif yazarlarından biri.
Ona da sordum.
Davetli değilmiş.
Belli ki kara bir listeye yazılmış adı.
“Benim için şaşırtıcı değil, gazetenin 70’inci yıl albümünde de ne adım ne de fotoğrafım vardı” dedi.
Oysa Türk basınının ne parlak genç isimleri okumuştu o gazetecilik okulunda…
Ufuk Güldemir, Sedat Ergin, Cengiz Çandar, Fatih Altaylı, Hıncal Uluç, Deniz Som, Zeynep Oral, Yalçın Doğan, Hadi Uluengin, Şahin Alpay, Nilgün Cerrahoğlu, Ahmet Tan…
Popüler bilimin Türkiye’deki mucidi Orhan Bursalı…
Türkiye’de modern “fashion” yazarlığını başlatan Necla Seyhun…
Hepsi Hasan Cemal’in kurduğu o modernite okulunun çalışanlarıydı…
Gazete bu kadrolarla 120 bin satışlara ulaştı…
Daha da yakınlara geleyim.
2021 yılında görevinden alınan genel yayın yönetmeni Aykut Küçükkaya…
Onu da aradım, o da davetiye almamış.
Bir etik itiraz üzerine ayrılmıştı gazeteden.
100 yıllık tarihinde kurucusu, bir üst düzey yöneticisi ve iki genel yayın yönetmenini yok sayan bir gazetenin gerçek tarihi nasıl yazılır?
Böyle bir kutlama eksik ve hüzünlü olmaz mı?
Bu liste, gazete yönetiminin kendi kurumsal tarihine bakışını anlatıyor.
Peki, Türkiye’ye bakışı nedir?
Mesela hangi siyasiler davetli?
İş ve sanat dünyasından kimler var?
Mesela İnan Kıraç’a davetiye gitmiş mi?
Hangi gazeteciler, gazete ve TV yöneticileri davetli?
Mesela Sabah, Yeni Şafak, Hürriyet gazetelerinin yöneticileri veya sahipleri davetli mi?
Hürriyet’in eski sahibi Aydın Doğan’a gitmiş davetiye.
Sabah’ın eski genel yayın yönetmeni ve şimdi Oksijen gazetesinin sahibi Zafer Mutlu’ya gitmiş.
Keza Hürriyet’ten eski genel yayın yönetmeni ve yazarı Sedat Ergin’le Doğan Hızlan’a gitmiş.
Bunlar güzel hareketler…
Umarım Sabah gazetesinin sahibi Dinç Bilgin’e de gitmiştir.
Ama mesela Türkiye’nin basında en yenilikçi genel yayın yönetmenlerinden biri olan Tercüman ve Güneş gazetelerinin eski genel yayın yönetmeni Güneri Cıvaoğlu’na davetiye gitmemiş.
Oysa geçmişte Cumhuriyet ile en sıkı polemiklere girmiş sağ eğilimli bir gazete olan Tercüman’ın, Türk basın tarihine adını yazdırmış genel yayın yönetmeni ve başyazarını o kutlamada görmek şık olmaz mıydı?
“Yahu, sana ne” diyebilirsiniz.
Doğru, bana ne… Alev Coşkun kimi isterse onu davet eder.
Kendimi hiçbir zaman Türk gazete nizamına ait hissetmedim.
Üstelik Gazeteciler Cemiyeti üyesi de değilim...
Ama hayatımı bu meslekten kazandım ve vatandaş olarak hep çok yakından izledim basını…
En solcu olduğum öğrencilik yıllarımda dört gazete okuyordum.
Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet ve Tercüman’dı bu gazeteler.
İzmirli olarak çocukluğumdan beri Yeni Asır gazetesini ve Dinç Bilgin’in yaptıklarını hep hayranlıkla izledim.
Sonradan Günaydın’ı okumaya başladım.
Ama bütün bunların dışında olayın “Hepimize ait” olan bir tarafı da var.
1977 yılında, 30 yaşında bir öğretim üyesiyken; 1977 seçimlerinin gecesinde yüzde 42 oy aldığını öğrendiğimde CHP binasının önüne koltuğumun altında Cumhuriyet gazetesi ile gittim.
Aidiyetimi ve hissiyatımı Cumhuriyet gazetesi ile göstermek istemiştim.
İlhan Selçuk’un öldüğünü, Paris’te, Albert Camus’nun Yabancı romanını bitirdiği otelde, onun kaldığı odada öğrendim.
Öğrendiğim an, Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Yıldız’ı arayarak bir ricada bulundum.
“Yarın Hürriyet’te yayınlanacak yazımı size göndersem siz de yayınlar mısınız?” dedim.
Yayınladılar.
Yazım şu cümleyle başlıyordu:
“Sevgili babacığım, bu sabah İlhan Abi'yi kaybettik…”
Yazarlık hayatımın gurur duyduğum günlerinden biridir.
O gün Cumhuriyet ve Hürriyet kelimeleri gözüme daha da büyük görünmüştü.
Çünkü rahmetli babam, Adnan Menderes hayranı ve komünizm karşıtı bir insandı.
Ama bana, “Ben gizli gizli Çetin Altan ve İlhan Selçuk’u okuyorum ve çok beğeniyorum” derdi.
O yıl üniversite sınavında aldığım puan, hem Siyasal Bilgiler hem de Basın Yayın Yüksek Okulu’na girmeme imkan veriyordu.
Herkese Siyasal Bilgiler'e git derken babam; işte bunu söyleyerek bana “Gazetecilik okulunu seç” demişti.
Yani bu mesleğe girişimde, babacığımın bu sözü çok etkili olmuştu.
Yaşadıkları günlerde bunu hem Çetin Bey’e hem İlhan Abi’ye söylemiştim.
Çetin Altan’ın ülkesinin durumundan duyduğu hüzünle “Hayal ettiğim ülke bu değildi” demeye hazırlandığı vasiyet günleriydi.
İlhan Abi ise Silivri kasaplarının pis burunlarını özel hayatına sokacak kadar pespayeleştiği zulüm günlerini yaşıyordu.
Bütün bunları hatırlayınca, Cumhuriyet gazetesinin 100’üncü yılında geçmişin ortak yaşanmış bütün sembollerini bir araya toplamasını çok isterdim.
Keşke böyle bir ayırımcılık yapmayıp, Cemal Reşit Rey’in bütün duvarlarını, basın tarihimizin 100 yılının bütün sembolleri ile güçlü bir demokrasi ve birlikte yaşama belgeseli haline getirselerdi.
Ama görüyorum ki çok şahsi duygular, öfke ve kinler meslek nehrimizi epey bozmuş.
Bugün Türkiye demokrasisinin başına musallat olmuş en kötü şeylerden biri “akreditasyon” zihniyetidir.
Başta iktidar olmak ve muhalif kanat da dahil olmak üzere her grup kendi mevzisine ait akreditasyon siperleri kazıyor.
Neticede bütün Türk medyası Cumhurbaşkanı'nın A330 uçağına dönüyor.
Davet edilecek insanlar, ekrana çıkarılacak yüzler, konuşacak kafalar hep bu zihniyetle belirleniyor.
Çoğunlukla da bu tercihleri “Kurumsal bir hafıza veya sistemin gelenekleri” değil, kurumun o anda yönetimindeki insanlar ve onların şahsi sempati ve antipatileri belirliyor.
Sayfaya koyduğu şu fotoğraf, Cumhuriyet gazetesi ve Türk basın tarihinin en çarpıcı karelerinden biridir.
Türk basın tarihinde hiçbir gazetenin aile fotoğrafına bu kadar çok edebiyatçı girmemiştir.
Bir kalite belgesidir bu kare.
Kimler yok ki bu karede Cumhuriyet’in tarihini yazan...
Melih Cevdet Anday, İlhan Selçuk, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Nadir Nadi, Oktay Akbal, Yılmaz Şipal, Sami Karaören…
Bir zamanlar Cumhuriyet denince akla gelen onlardı.
Ne yazık ki bugünlerde bu kareye baktığımda hep Melih Cevdet Anday’ın “Fotoğraf” şiirini hatırlıyorum.
“Ama ben hiç böyle masum olmadım,
Ölümü hatırlatan ne var bu resimde
Oysa hayattayız hepimiz…”
İşte bu dizelerle bitiyordu şiir...
Bu karedeki insanların hiçbiri artık hayatta değil ve Cumhuriyet 100’üncü yılını kutluyor.
Yani Cumhuriyet; sadece Vakıf ve başındakilerin değil, bütün Türkiye gazeteciliğinin kurumudur.
Bu ülkenin en eski basın kuruluşudur.
Cumhuriyet’in kurumudur.
O nedenle gazete yönetiminin başında kim olursa olsun kendi kafasına uygun şahsi bir tarih yazmamalı.
Diyeceğim şu; o 915 kişilik salonda, gazetenin kurucusu Yunus Nadi ailesinin üyelerine, Emine Uşaklıgil’e, Hasan Cemal’e, Aykut Küçükkaya’ya da birer koltuk eklemek sizin için de mesleğimiz için de çok daha şık olmaz mıydı?
Yine de yazımı şu cümleyle bitireceğim.
Çok yaşa Cumhuriyet...
Şu 77 yıllık hayatım sensiz çok eksik olurdu…
© Tüm hakları saklıdır.