Bir maymun okur gözüyle bu yılki Nobel Ödülü
Şimdi bu pazar sabahı size “Durun biraz, şunu yeniden düşünelim ” diyeceğim..
Sakın, tarihi isimleri kendilerinden büyük insanlar değil de hayatımıza giren küçük “şeyler” yazıyor olmasın…
Diyecek olan ben değilim.
Bu yıl Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Annie Ernaux söylüyor.
Özellikle de onun, Can Yayınevi tarafından Türkçede de yayınlanan “Seneler” (Annees) adlı kitabı
Ben “maymun bir okurum…”
Aynı anda birkaç kitabı okumaya çalışırım.
Hiç şüphesiz her maymun okur gibi, bazı kitaplara haksızlık edebilirim.
Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Hayatım boyunca hakkını tam vererek okuduğum kitaplardan biri Annie Ernaux’nun “Seneler” romanıdır.
O nedenle şunu da ikinci defa rahatlıkla söyleyebilirim.
Benim için Ernaux; Albert Camus, Thomas Mann ve Octavio Paz’dan sonra Nobel’in en fazla haketmiş yazardır.
Yine de kimseye haksızlık etmeyeyim.
Benim için böyle…
Bir pop sosyolog bu basit paragraflarda ne bulur?
“Seneler” kitabını çok sevmemin özel nedenleri var.
Bir sosyolog, özellikle de Fehmi Koru’nun deyişiyle bir “pop sosyolog” olarak bana en yakın ve sempatik gelen bir kitap.
“Seneler” bildiğimiz bütün edebi yazma biçimlerine meydan okuyor.
Adı roman ama roman denilebilir mi pek emin değilim.
Çünkü alta alta yazılmış ve birbirinin takibi olmayan paragraflardan oluşan bir yazma tarzına sahip.
Ne mazlumu, ne zalimi ne aşk acısı çeken kahramanı var
Romanın iyi kahramanı yok.
Aşk acısı çeken kahramanı da yok.
Kötü karakteri de yok.
Yani bir kahramanı yok.
Sadece akıp giden bir zaman var.
Tıpkı Proust’un “Kayıp Zamanın eşinde” romanı gibi, akıp giden bir zaman.
Ve bu zamanı bize bir kahraman, bir mazlum veya bir zalim değil, birbiri arkasına akan isimler, mekânlar, yerler, olaylar, eşyalar, yani “şeyler” anlatıyor.
Fransızların deyişi ile “Les Choses de la Vie…”
Hayatın şeyleri.
Taşralı bir öğretmen hangi tarihi yazabilir?
Taşrada doğmuş, büyümüş, yaşamış bir kadın, tarih diye bize ne anlatabilir ki…
Hele hele bir Türk’e…
Hayır…Anlatır…
İşte edebiyatta ve sosyolojide, “millî ve yerli” kelimelerinin manasını tamamen yitirdiği yerdir burası…
Ben Fransızca biliyorum, 6 yıl Paris’te yaşadım.
Ama inanın “Seneler’i” hiç bunları bilmeden yaşamadan okusaydım da en az bu kadar anlardım.
Kitabın ne girişi var ne bitişi…
İpana diş macunlarının yazdığı kolektif tarih
Seneler İkinci Dünya Savaşı'nın bitişiyle başlıyor ve 2000’lere kadar geliyor.
Bir yanıyla otobiyografi…
Ama öznesi olmayan bir biyografi…
Şahsiyetsiz…
Maktulu yok, meçhul faili de yok.
Her şey apaçık. Kenarında oturduğumuz nehrin şurasından burasından geçen şeyler…
“Önümüzden veya uzağımızdan gelip geçen ve zihniyetimizin kaydettiği her şey tarihtir” diyor.
Bu Nobel tarihinde İzmir'den de biri var
İçinde Fransızların İpana diş macunu sayılabilecek nesneler var.
Renault 4’ün Deux Chevaux arabalar, Brigitte Bardot var.
Ama aynı zamanda, mesela ben de varım.
Bir sayfasında “İzmirli Dario Moreno’nun Mambo İtaliano” şarkısı olarak geziniyorum.
Kayıp zamanın peşinde koyarken Beatles’a da, Pink Floyd ve Sex Pistols’a da rastlıyorsunuz,.
Sonra bir sayfa geliyor ve karşınıza o dedikodu çıkıyor:
”Isabelle Adjani AIDS mi oldu…”
Victor Hugo ile dönemin komedyeni Coluche’ün isimlerinin yan yana yazıldığı, hiyerarşisiz bir tarih bu...
Ciddiyet ehliyetini verme yetkisini sadece kendinde gören bazı insanlar için, böyle bir “aynı haneye yazılmak” kabul edilebilir bir şey değil tabii ki…
Annie Ernaux’nun tarihi ise Erdoğan’la Billur Kalkavan’ı aynı hizaya getiriyor.
Bir Emanuel koltuk erkek hafızamıza hangi tarihi yazmıştır?
Oralarda gezindikçe de şunu görüyorum.
Aslında bu sadece Annie Ernaux’nun tarihi değil.
Hepimizin ortak tarihi…
Bir sayfada bir Emanuel koltuk kelimesi geçiyor..
Yetmişlerin erkek hafızasına, Churchill’den, Erdoğan’dan, Putin’den, Sekizinci Henry’deni Fatih Sultan Mehmet’ten daha yakın bir tarih değil mi…
Yani tarihimizi onlar da yazıyor.
|