31 Mart 2024 08:30
Ertuğrul Özkök | Pazar Yazısı
Bugün yerel seçimler için sandığa gidiyoruz.
Adı “yerel seçimler…”
Belediye başkanlarını, il belediye meclis üyelerini seçeceğiz.
Benim gibi İstanbul’da oy verenler de aynı şeyi yapacaklar.
Ama İstanbul’da oy verenlere “kimi” seçecekleri konusunda bir başka ipucu daha vereceğim.
Yanlış anlamayın; kimseye oy verin veya kimseye oy vermeyin demiyorum.
Bu akşam sandıktan çıkacak insan kimdir, onu anlatmak istiyorum.
İstanbul’da yaşayan bir vatandaş olarak bilmemiz gereken çok önemli şey bu…
“Resonance Consultancy” bugün bütün dünyada en çok bilinen ve izlenen “Şehir sıralama” çalışmasını yapan kuruluş.
Her yıl dünyada nüfusu 1 milyonun üzerinde, 270 şehri birçok yanlardan inceleniyor, rakamları değerlendiriliyor ve dünya trendleri dikkate alınarak bir sıralama yapılıyor.
Ve bu çalışmayı her yıl “Dünyanın en iyi şehirleri” başlığı altında bir rapor olarak yayınlıyor.
2024 raporunu da bu hafta yayınladı.
Bu yılki raporun bir farklı özelliği var.
Rapor bu yılki farkını, “Dünyada yarını şekillendirecek 100 şehir” altı başlığı ile anlatıyor.
Altında da şu iddialı ifade var:
“Kesin güç sıralaması…”
Yani şehirlerin, yarını şekillendirme konusunda sahip olduğu etki ve güç sıralamasını yapmışlar.
Resonance Danışmanlık şirketinin Başkan ve CEO ‘su Chris Fair giriş yazısında şöyle diyor:
“Şehirlerin global performans sıralaması bugüne kadar hiç bu kadar önemli olmamıştı…”
Çünkü dünya bir anlamda “şehir devletler” dönemine dönüyor.
Yani yarın İstanbulluların seçeceği insan kim olursa, o insan “yarın dünyayı şekillendirecek en önemli şehirlerden birini yönetecek.”
İşte yarını şekillendirecek olan 100 şehir sıralamasında durum şöyle:
(1) Londra
(2) Paris
(3) New York
(4) Tokyo
(5) Singapur
(6) Dubai
(7) San Fransisco
(8) Barcelona
(9) Amsterdam
(10) Seul
Peki Türkiye?
Türkiye’den listeye giren tek şehir var.
İstanbul…
Hem de ilk 20 arasında.
19 numarada…
Bugün oy verecek insanlar, 19 numaradaki bu şehrin “seçilmiş belediye” başkanını belirleyecek.
Oy verenler dikkat ettiniz mi…
Çok önemli bir nokta daha var.
İlk 10’a giren ve yarını şekillendirecek olan şehirler içinde, “tek adam” ile yönetilen tek şehir Dubai.
Geriye kalanların hepsi “tam demokrasiyle” yönetilen ülkelerin şehirleri.
Hepsinin belediye başkanı demokratik seçim yoluyla geliyor.
Bir adım daha ileri gidiyorum.
İlk 17 içinde bir tek otoriter rejime sahip ülke şehri yok.
İlk otoriter ülke şehiri Bejing, 18 numarada…
Bir adım daha ileri gidiyorum.
İlk 100’e giren şehirlerin sadece 10’u otoriter bir rejim tarafından yönetilen ülkelerin şehirleri. Doksanı demokrasi ile yönetilen ülkelerde.
Dikkat, bu 10 şehir içinde Moskova yok.
Sınırımıza yakın Orta Doğu’da Tel Aviv dışında tek şehir yok.
Ne Kahire ne Şam ne Bağdat ne de Tahran…
Yani bu yakın Orta Doğu’da başka hiçbir Müslüman ülke şehri bu listeye girmemiş. (Sınırımızda olmayan Körfez ülkeleri hariç)
Bugün belediye başkanını seçeceğimiz İstanbul ile ilgili 3 gerçek daha var…
Raporu hazırlayanlar 3 ayrı sıralama daha yapmışlar…
Bunların ikisinde Türkiye, daha da yukarda ve ilk 10’a giriyor…
(*) Bunlardan biri “YAŞANABİLİRLİK…”
İstanbul burada 8 numarada…
Yani dünyanın en yaşanabilir 8’inci şehiri.
İkinci sıralama ise “LOVABILITY…"
Yani “Sevimlilik…”
Bu sıralamada da İstanbul 8 numarada.
Bu iki ölçü, işte bugün seçeceğimiz “belediye başkanının” yetki ve sorumluluk alanına giren şeyler…
Yani bu akşam başkanlık koltuğuna oturacak kişi “Yaşanabilirlik” ve “Sevimlilik” konusunda dünya sekizincisi bir şehri devralacak.
Ancak bir de üçüncü sıralama var.
“REFAH…”
Yani halkın hayat düzeyi… Şehrin ekonomik seviyesi…
Bu ölçü; yerel yönetimin değil, merkezi hükümetlerin ilgi ve sorumluluk alanına giren bir konu.
İstanbul bu sıralamada kaçıncı sırada tahmin edin?
Şimdi sıkı durun.
181’inci sırada…
Yani ilk 100’e bile girememiş.
İşte yaşadığımız son 3 yıllık enflasyonun İstanbul şehirini getirdiği yer burası.
Seçim sonucunu beklerke, hazır “memleket meselelerine” ara verildiği şu gün size son 48 saattir müzikte en çok konuşulan konuyu anlatayım.
Beyoncé’nin “Cowboy Carter” adlı yeni albümü 29 Mart 2024 günü yayınlandı.
Ve anında büyük bir tartışmanın odağına oturdu.
Dün kulaklığımı taktım ve 1 saat 18 dakika boyunca bu albümü dinledim.
Önce şunu söyleyeyim.
Bugüne kadar “Halo” dışında hiçbir şarkısı ilgi alanıma girmemişti.
O nedenle her albümünün büyük satış rakamları ve liste başarıları elde etmesine şaşırıyordum.
Ancak bu defa karşımda bambaşka bir kadın var.
Sadece kendi kariyerinde değil ama aynı zamanda Amerikan müzik tarihinde “paradigma kıran” bir albüm olmuş.
Şöyle anlatayım...
Şu albümler ve şarkılar Amerikan müzik tarihinde “gidişatı” değiştiren plaklardı.
(*) Bob Dylan’ın “Like a Rollinrg Stone” şarkısı
(*) Beach Boys’un “Pet Sounds” albümü
(*) Carole King’in “Tapestray” albümü
(*) Fleetwood Mac’in “Rumors” albümü
(*) Michael Jackson’ın “Thriller albümü
İngiliz müzik tarihinde ise Beatles’ın “Sgt Peppers Lonely Harts Club Band” ve Pink Floyd’un “Dark Side of the Moon” albümleri…
Beyoncé’nin yeni albümü de “Amerikan müzik tarihine” oyun değiştirici bir albüm olarak girmeye aday bence.
48 saattir New York Times’da, Guardian’da, GQ ve başka gazete ve dergilerde çıkan bu albümle ilgili yazıları okuyorum.
Dediğim gibi albüm aynı zamanda büyük bir tartışmayı da başlattı…
Country özünde bir “All White Club” müziği. Yani beyazların müziği…
Beyoncé ise Texas’da doğmuş ama çok güçlü bir siyah müzik geleneğinden geliyor.
Daha albümün hemen başlarındaki “Texas Hold’em” adlı şarkıyla resmen beyaz bir country geleneğine dönüyor.
Üstelik albüm boyunca yanına Dolly Parton, Willi Nelson gibi country kökenli şarkıcıları almış.
27 şarkılar uzun albümün ilk bölümü neredeyse tamamen country tarzı müziklerden oluşuyor.
İkinci bölümde ise hip-hopa yaklaşan ama yeni bir arayışın ürünü şarkılar dinliyoruz.
Her biri çok iyi yazılmış, alt yapısı çok kuvvetli şarkılar. Hemen hepsi birbirinden farklı.
Kulaklık takıp dinlediğinizde sizi resmen konser havasına sokuyor.
Daha ilk gün başlayan tartışmanın ana konusu ise bir suçlama.
“Beyoncé resmen siyah müziği silmeye uğraşıyor” diyorlar.
Kapakta elinde Amerikan bayrağı kovboy kıyafeti ile çekilmiş fotoğrafta sanki bu tezi desteklemek istercesine beyaz…
Bu arada siyah veya beyaz bir çok Amerikan şarkıcısının derin bilinçaltında hep bir “Nashville” özlemi yattığı bile söyleniyor.
Siyah şarkıcıların kendilerine siyah rol modeli bulamadıkları, o nedenle rol modellerinin Loretta Lynn, Chicks gibi beyaz Country sanatçılar olduğu yazılıyor.
Taylor Swift de çeşitli mülakatlarda kendisinin en büyük rol modelinin Shania Twian olduğunu defalarca söylemişti.
Bu albüm daha epey süre konuşulacak.
Dinlerken dikkatimi çeken bir nokta da 1 saat 18 dakikalık albümün zaman zaman bir Broadway şovuna dönüşmesi.
Bu da dinlenme keyfini arttırıyor.
Galiba bu yeni bir trend haline geliyor.
Geçen hafta yazdığım The Last Diner Party’nin şarkıları, Fransa’nın son günlerde en çok konuşulan sanatçılarından Grand Corp Malades da şarkıları birer şova çeviriyorlar.
Şarkıların içine giderek naratif yani şiirsel konuşmalar, bölümler giriyor.
Beyoncé konusunda söyleyebileceğim son şey de şu olabilir.
Müzikte Hip-Hop etkisini azaltan arayışlar giderek çoğalıyor.
(*) Texas Hold’em
(*) Beatles’ın Blackbird’ünü yorumladığı şarkı (duygusal nedenle)
(*) 16 Carriages
(*) I Just Wanted (Myley Cyrus’la tam iki diva olmuşlar)
(*) Protector
(*) Bodyguard
(*) Doughter
(*) Alligator Tears
(*) Levii’s Jeans (Post Malone’la” birlikte)
(*) Desert Eagle
© Tüm hakları saklıdır.