11 Ocak 2025 07:00
Güncelleme: 11 Ocak 2025 07:02
Dün günüm şaşkınlıklarla başladı.
Çünkü uyandığımda, üzerinde Atatürk, ay yıldız ve Türkiye haritası amblemli resmi bir mesaj beni bekliyordu.
Mesajın altındaki imza şuydu:
Büyükelçi Prof. Dr. İbrahim Kalın
Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı
Hiç beklemediğim bir mesajdı.
Ama asıl mesajı okuduğumda daha da şaşırdım.
Aynen şöyleydi:
“Büyük bir emek, gayret, sabır ve özveriyle doğru bilginin toplumun tüm kesimlerine ulaşması görevini üstlenen kıymetli basın mensuplarımızın, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü tebrik ediyorum.”
Demek ki bu kutlama mesajını başka gazetecilere de göndermiş.
Daha önce herhangi bir MİT başkanı, gazetecilere böyle bir kutlama mesajı gönderdi mi bilmiyorum.
Ama itiraf edeyim, hoşuma gitti.
Bunu iyi bir işaret olarak yorumladım.
Cuma günleri benim Spotify’a yüklenen yani şarkıları dinleme günüm.
Bu mesajı aldığımda tuhaf bir duygu içindeydim.
Birazdan anlatacağım ama cuma günü bu mesajı alınca aklıma başka bir şey geldi.
İbrahim Kalın ve benim ortak bir yanımız var.
Spotify’a girip ikimizin de adlarını yazdığınız zaman karşınıza ikimiz için de aynı sıfat çıkacak: “Sanatçı…”
Yıllar önce opera aryalarından yaptığım “Arta Kalan Zaman” albümü ile Spotify’dayım ve “sanatçı” olarak görünüyorum.
İbrahim Kalın ise kendisi bizzat icracı bir sanatçı.
Hem de Spotify’da 400 bin dinlenme sayısına ulaşmış bir sanatçı.
“Hiç Oldum” ve “Sen Benimsin Ben Seninim” adlı şarkılarının her biri 400 binden fazla dinlenmiş durumda.
Uyandığımda beni ruh halimden koparan bu sürprizi anlattıktan sonra sabahki duruma döneyim.
Çünkü o bambaşka bir şeydi.
Erol Evgin dün sabah beni şaşırttı.
Çok şaşırttı.
Spotify’a, hiç ondan beklemediğim tarzda harika bir yeni şarkısını yüklediler.
“Öpseydin Yaralarımdan…”
İlk işim Erol Evgin’e bir mesaj atıp hem kutlamak hem teşekkür etmek oldu.
Çünkü çok sıkıntılı bir anımda Hızır gibi yetişti bu şarkı…
Düşünsenize, Spotify’a her cuma günü yüklenen yeni şarkıları dinlemeye başladığımda elimde Kafka’nın “Dava’sının” 1989 baskısı duruyordu.
Kitap şu cümleyle başlıyordu:
“Biri iftira atmış olacaktı Josef K.’ya; çünkü bir sabah durup dururken tutuklandı…”
Sabahın aydınlığı bir anda silindi, yine karanlıkta kaldım.
Dava’yı ilk defa 1970’li yıllarda -Fransa’da, öğrencilik yıllarımda- Fransızca okumuştum.
O gün bana sürreel bir olayın muhteşem bir sürreel edebi anlatımı olarak gelmişti.
Çok büyük zevkle ve hayranlıkla okumuştum.
Çok etkilemişti beni.
Ama dün sabah kitabın bu ilk satırını okuduğumda irkildim.
Çünkü karşımda yeni İtalyan gerçekçi sinemasının filmleri kadar katı ve gerçek bir cümle duruyordu.
“İftira” ve “neden olduğunu bilmeden tutuklanma” ifadeleri yan yana gelince sihri bir anda yok olmuştu.
O sürreel edebi dünyanın estetiği silinip gitmiş, geriye, yaşadığım çağın kaskatı hakikati kalmıştı.
Herkesin kendini gözetim altında, her saniye yargılandığı duygusu taşıdığı ve sosyal vandalları tarafından yargılandığı bir çağın hakikati...
Kitabı kapattım. Bir satır daha okumak istemedim.
Çünkü bu hikayenin gerisini 50 yıl önce özgür bir çağda, özgür bir ülkede okumuştum.
Belki de gerçek Kafka evreni bugünküydü ve ben o gün, o ülkenin bana verdiği özgürlük havası içinde bunu hiç hissedememiştim.
Yeni bir baskısını, yargının, özgürlüklerin, bireysel varolma haklarının yerle bir olduğu, insanların nedenini hiçbir zaman bilmedikleri gerekçelerle alınıp götürüldüğü bir çağda, bu harika kitabı, sanki bir “yeni gerçekçi akım romanı” gibi okumak içimden gelmedi.
“Mersi” dedim içimden, “Çağımızın yeni gerçeği sizin olsun, ben bugünlük almayayım.”
O yüzden cuma günümü her zaman olduğu gibi Cure’un “Friday I’m in Love” şarkısı ile açtım.
Sizi siyasilerin demeçlerinden, konuşan kafaların ve onların bir ileri sürümü “konuşan mankafaların ” son 3 yılda IQ’muzu en az 3 puan indiren “absürt gerçekliğinden” alıp daha eğlenceli bir “Wayne’s World’e” götüreyim.
Dün sabah Spotify’a beni bu Kafka aleminden koparan şarkılar kondu.
Birincisi Erol Evgin’in şarkısıydı.
“Öpseydin Yaralarımdan” onun tarzının dışına çıkmış bir şarkı.
1970’lerin müzikal neşesinden çıkıp biraz Türkiye’nin hüzünlü tarafına geçmiş.
Ama çok iyi başarmış.
Alkışlar Erol Evgin’e…
Sırada yine dün Spotify’a konan iki canlı kayıt var.
İlki geçen hafta kaybettiğimiz Ferdi Tayfur’un “Benim Gibi Sevenler” adlı şarkısının canlı kaydı…
Dinlerken Ferdi Tayfur’un hiç tanımadığım bir halini keşfediyorum.
Kalabalıklar içinde, onlarla direkt ilişkideyken bambaşka bir Ferdi Tayfur var karşımızda…
“Benim Gibi Sevenler...”
Onu Orhan Gencebay’dan ayıran ve gerçek gücünü gösteren bir şarkı…
Müzik olarak çok etkilendim mi?
Hayır…
Ama Ferdi Tayfur sosyolojisini anlamak bakımından çok çarpıcı bir şarkı.
Ölümü sonrası ve cenazesinde toplanan kalabalıkları şimdi daha iyi anlıyorum.
Dün sabah dinlediğim ikinci canlı kayıt Yalın’dan…
Yalın son üç yıldır -özellikle Covid sonrası- tam gelmesi gereken yeri buldu.
Artık karşımızda kendini hem kendine hem bize ispat etmiş ve tam anlatabilen bir Türkiye sanatçısı var.
Dün sabah onun Spotify’a konan “Bir Büyülü Gece” şarkısının Harbiye konserindeki canlı kaydını dinledim.
Çok sevdim şarkıyı.
Tıpkı Erol Evgin gibi o da Türkiye’nin daha derin bir damarına girmiş.
Canlı müzik özellikle Covid sonrası insan psikolojisinin yeni halinin en çarpıcı özelliklerinden biri.
Eğlence dünyasının 2025 beklentilerine baktım.
Coldplay 2025’te 90 bin kişilik Londra Wembley stadında vereceği 10 konser için daha şimdiden sold out olmuş.
Yani bütün biletler satılmış.
Amerika Birleşik Devletleri'nin en büyük online konser bilet satıcısı Live Nation daha Kasım ayında 2025 konserleri için 20 milyon bilet satmış.
Sadece konserler değil.
İnsanları bir araya getiren her eğlence türüne müthiş bir talep var.
Broadway, yılbaşı döneminde acayip iş yaptı.
Las Vegas’ta açılan ve dünya eğlence anlayışında paradigmayı değiştiren Sphere o kadar etkili oldu ki, şimdi bir eşi Abu Dabi’de yapılacakmış.
Geçtiğimiz yıllarda iflas noktasına gelen Cirque du Soleil, kendini toparladı ve Covid öncesi satışlarına ulaştı.
Spotify da durmadan sanatçıların eski canlı kayıtlarını yeniden yayınlıyor.
Dün sabah Spotify’a konan bu iki şarkı, aynı etkinin Türkiye’de hissedildiğini gösteriyor.
Tekrar şarkılara ve trendlere dönüyorum.
Sıkı durun, bütün dünyada bir Orta Doğu ve Arap müziği dalgası geliyor.
Hizbullah’ın gücünün azalması, Lübnan’ı o eski, canlı, cıvıl cıvıl günlerine götürür inşallah.
Önceki gün seçilen yeni Cumhurbaşkanı ülkeyi toparlayabilirse, Beyrut yine Doğu Akdeniz’in ışıltılı, göz kamaştırıcı eğlence merkezi haline gelebilir.
Spotify 3 haftadır her Cuma Lübnan’ın büyük sesi Fairuz’un en güzel şarkılarının enstrümantal versiyonlarından yapılmış bir albümün bir şarkısını gönderiyor benim şahsi hesabıma.
Dün de Fairuz’un en sevdiğim şarkılarından biri olan La’inta Habibi’nin enstrümantal versiyonunu koydular.
Muhteşem müzisyenler...
Muhteşem bir icra…
Dinlemeye doyamadım.
Son günlerde dikkat alanıma giren bir müzisyen de İranlı sanatçı Parasto Anmadi…
Dün ondan gelen şarkının adı “Mara Beboos.”
O da canlı kayıt…
Demek ki bütün dünyada canlı kayıtlara karşı küresel bir ilgi yükseliyor.
Mollalar rejimi insanları istediği kadar Kafka’nın hapishanelerine sokmaya çalışsın.
Bu ülkenin insanları ya kendi ülkelerinde ya sürgünde büyük bir milletin sesini yükseltmeye devam ediyor.
Beni geçmişin kara deliklerine çeken nostaljilerden kaçmak istiyorum.
Ama her defasında bir şarkı o geri dönülmez delikten kaçmış bir ışık gibi beni yakalıyor.
Spotify’a dün sabah yüklenen şarkılardan biri de “Piel Canela…”
Kamerun doğumlu Amerikalı müzisyen Richard Bora ile Kübalı besteci ve caz piyanisti Alfredo Rodriguez’in birlikte söylediği basit bir Latin şarkı.
Gel gelelim beni aldı İzmir yıllarıma, 1960’ların ilk yıllarına, Fuar’daki Kübana ve Mogambo kulüplerine götürdü.
İzmir burjuvazisinin modern zengin erkeklerini, güzel kadınlarını gördüm.
Kahramanlar’dan gelen işçi çocuğu olarak kulüplerin duvarlarına tırmanıp içerdeki ışıltılı dünyayı imrenerek seyrettiğim o anlarda hayal ettiğim şeyler işte bu şarkıdakinin aynısıydı.
Bossa Nova Jazz...
Hayatımın hiç değişmeyen ritmi yani.
Allegro ma non troppo…
Hızlı ama o kadar değil…
Arkasından geceyi kapatmak için, o güzel kadınlardan birine sarılarak dans…
Birkaç yıl sonra Mama’s and Papa’s’ın hayatımıza sokacağı harika şarkı “Dream a Little Dream Of Me’nin” dün çıkan yeni versiyonu…
Nenei söylüyor…
Ve sonunda bugünün Türkiye’sine dönmek için dünkü yeni Spotify şarkılarından biri…
Mavi Gri’den, “Bana Müsaade…”
Bütün bunlardan sonra yine “Dava’ya” dönüyorum…
Gençliğimden beri beni irkilten, korkutan bir kelime “Dava...”
Solcu arkadaşlarım çok severdi o yıllarda.
Onlardan önce Hitler sevmişti aynı kelimeyi.
Şimdi de Orta Doğu’nun İslamcılarının yakalarına taktıkları rozet…
Dava….
Hepsinin arkasından koştukları, uğruna öldükleri, öldürdükleri, hapislerde çürüdükleri, başkalarını hapislerde çürüttükleri “yüce” bir davası var.
Biraz kazıyınca hepsinin altından aynı “dava” çıkıyor…
Bağnazlaştırılmış bir ideoloji, fanatikleştirilmiş bir kör inanç, keskinleştirilmiş bir nefret…
Hepsinin bize vadettiği dünya, Kafka romanının ilk cümlesi:
“Biri iftira atmış olacaktı Josef K.’ya; çünkü bir sabah durup dururken tutuklandı…”
İşte o nedenle bugünlerde Kafka romanı okumak yerine Spotify’da yeni çıkan şarkıları dinlemek, konserlere, tiyatrolara, gösterilere, maçlara gitmek daha iyileştirici bir şey.
Komşular rahatsız olacak derken, opera yarışmasında birinci oldu; Güneş Uluçay Türkiye'de opera sanatçısı olmayı anlattı |
© Tüm hakları saklıdır.