Ertuğrul Özkök, eşinin adına gönderme yapan "Tansu'ya Mektuplar" başlığı altında yazdığı ve "newsletter" olarak paylaştığı yazılarında bugün, AKP'li Zeytinburnu Belediyesi'nin Kazlıçeşme Kültür Merkezi'nden izlenimlerini aktardı.
Özkök'ün "AKP'li başkanın cebine gelen şaşırtıcı rakam" başlıklı yazısı şöyle:
AKP'li başkanın cebine gelen şaşırtıcı rakam
Salı sabahı Cengiz Semercioğlu ile birlikte, Zeytinburnu’nun AKP’li Belediye Başkanı Ömer Arısoy’un davetlisi olarak Kazlıçeşme Kültür Merkezi’ndeydik.
Bu arada Zeytinburnu’nun eski belediye başkanı, şimdi Beykoz belediye başkanlığı yapan Murat Aydın’ın kulağını da sık sık çınlattık.
Geçmişi 1818'e uzanan bir bina
1800’lü yılların ikinci yarısında yapılmış bir harika bir bina. Geçmişi 1818 yılına uzanıyor. Askeri hastane olarak tasarlanmış. 1893’de ise Sultan İkinci Abdülhamid tarafından yıktırılıp, bugünkü haliyle 150 yataklı bir hastaneye çevrilmiş.
Yani Osmanlı döneminin GATA’sı diyebilirsiniz..
Bir ara kapanmış ve 1965’te İstanbul Üniversitesi’nde okuyan subay çocuklarına yurt olarak kullanılmış.
2019 yılında ise burası Zeytinburnu ‘Kazlıçeşme Sanat’ adıyla bir kültür merkezi haline getirilmiş.
Sık sık önünden geçtiğimiz binanın sakladığı iki büyük sır
Ancak iki saatlik ziyaret sırasında bu bina, sıradan bir kültür merkezi olmaktan çıkıp şaşırtıcı birçok şeyi barındıran zengin bir müze haline dönüştü.
Sık sık önünden geçtiğimiz bu bina meğer altında neleri gizliyormuş.
Ama oraya geçmeden önce, bu merkezin en üst katındaki “Sanat ve Kültür Kitaplığı’nda” girdiğimiz bir iddiayı aktaracağım.
Çünkü bu iddia, AKP’nin, en zayıf halkası olan Z Kuşağı konusunda çok ilginç bir sonucun ortaya çıkmasına yol açtı.
İşte o nedenle ziyaretime, bu kütüphanede öğrendiğimiz, bence çok ilginç bir gözlemle başlayacağım.
Kuyruklu piyanonun başındaki kızın heyecanı ile gelen soru
Ortada kuyruklu bir piyano vardı.
Büşra Rakipoğlu Berk adlı genç bir kız piyano çalıyordu. Çok heyecanlıydı ve bir ara durup, “Ben yeni başladım çalışmaya, asıl üstat o” deyip, yanda sessizce duran bir çocuğu işaret etti.
Onun da adı Tuğra Albey Ağcıoğlu…
Saçı at kuyruğu yapılmış, altında slim fit bir pantolon var..
Henüz 15 yaşındaymış ve piyano çalmayı Zeytinburnu Belediyesi’nin kültür merkezinde öğrenmiş.
Sonra o oturup bir klasik müzik parçası çalmaya başladı.
Notalara bakmadan öylesine güzel çaldı ki... Piyano öğrenimine o merkezde başlamış. Hedefi konservatuvara gitmekmiş.
Kütüphanenin dekoru ile onların genç görüntüsü ve müzik birleşince içimi açan bu tablo ortaya çıktı.
|
En çok hangi enstrümana talep var; başkanın cevabı "bağlama"
Belediye Başkanı “Müzik aleti çalma kurslarımıza büyük bir talep var ve çok sayıda çocuk öğreniyor” dedi.
İşte tam bu noktada, yazının başında sorduğum ve uzun bir girişte kaybolup giden o soruyu sordum:
“Başkan, Zeytinburnu gençleri arasında en çok hangi enstrümana talep var?”
“Bağlama” diye başladı, sonra “Herhalde gitar, keman” diye devam etti.
Bense aynı görüşte değildim. Bilgimden değil, sosyolojinin bana verdiği hislerden dolayı aynı fikirde değildim.
“Emin misiniz” dedim…
“Benim bildiğim böyle” dedi.
“Benim bildiğim değil ama hissettiğime göre gitar öğrenmek isteyen genç sayısı daha fazla olabilir” cevabını verdim.
“Öyleyse bir sorayım” diyerek, yanındaki yetkililerden birine “son kurs dönemi başvurularının sayısal kaydını vermelerini” istedi.
Cep telefonuna gelen rakamlar başkanın tahminini değiştirdi
Biraz sonra cep telefonuna istediği rakamlar geldi.
AKP’li Zeytinburnu Belediyesi’nin son dönem müziköğrenimi başvurularının rakamları şöyleydi:
(*) Gitar 148
(*) Keman 116
(*) Piyano 104
(*) Bağlama 92
Tahminim doğruymuş.
Gitar ve öteki Batılı enstrümanlar, bağlama ve udun çok üzerindeydi.
Oradaki bir yetkili ilginç bir rakam daha verdi.
Bu yıl 6-8 yaş grubunda müzik öğrenimi için başvuran çocukların toplamının yarısından fazla piyanoyu tercih etmiş.
En ilginci de piyano tercihinde kız çocuklarının daha ağırlıkta oluşuydu.
Sosyolojik hislerim beni yanıltmamıştı.
Siz olsanız bu küresel dünyada hangi enstrümanı tercih ederdiniz?
Bunda şaşılacak bir şey de yok.
Siz inkâr etseniz de, bu çocuklar “Z” kuşağı…
Küresel bir dünyanın çocukları onlar.
Youtube’da, Tik Tok’ta yer bulmanın yollarını çok küçükten öğreniyorlar.
Sosyal medyaya açıklar.
Ve orada gitar ve piyano gibi enstrümanların nasıl anında küresel bir paylaşım yarattığını görüyorlar.
Türkü dinlemiyorlar.
Müzikleri Hip Hop ve Türk popu. Spotify listelerinde Ezel ve Murda var.
Üst kattaki kütüphane rafında gördüğüm Rock'n Roll kitapları
Nitekim, gezdiğimiz kültür ve sanat kütüphanesinin müzik bölümünü hazırlayanlar oldukça iyi sayılabilecek bir “Rock’n Roll kitapları” bölümü de koymuşlar.
Şöyle bir göz attım.
İlhan Mimaroğlu’nun “Caz Sanatı” kitabı dahil iyi bir caz listesi vardı.
Ayrıca Bob Dylan, Rolling Stones, Beatles, Michael Jackson gibi rock müziğin büyük starları üzerine, sınırlı olmakla birlikte, iyi yapılmış bir seçim gördüm. .
Hazırlayan kimse kutlarım.
Tabii o kişiyi bulan belediyeyi de kutlarım.
|
TikTok kuşağını Dombra ve Neşet Ertaş'la yakalamak mümkün mü?
Söyleyeceğim şu.
AKP’nin Z kuşağı ile meselesi var.
Bu çocukları artık Dombra ile, Mehter Marşı, bağlama ile, Neşet Ertaş’la yakalamak mümkün değil.
Bizzat kendi yönetimlerindeki bir belediyenin kültür merkezleri bize bu yeni gerçeği bütün açıklığı ile anlatıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir zamanlar Rabia işareti ile yerden yere vurduğu Sisi’nin, elini hem de gülümseyerek sıkabiliyor.
Eminim bir süre sonra “Esed”, yine "Esad" olacak ve aynı gülümseme ile elini sıkacak.
Ama ne yazık ki, bizlerin elini de aynı tebessümle sıkmayı bir türlü içine sindiremiyor. Bizler derken, tabi ki kendimi değil, toplumun yüzde 50’sinden fazlasını kastediyorum.
Şurama oturan bir duyguydu ve araya sıkıştırdım.
Anlatmak istediğim şey buraya geldiğimde gözlemlediğim sosyal gerçeklerdi.
Ama burada öğrendiğim öğrendiğim başka şeyler de beni çok etkiledi.
Başkanın yıllarca oturduğu zeminin altında ne çıktı?
Önce dikkatimi çeken ve bence önemli bir ayrıntıdan başlayayım.
Binanın terasına çıkıp önünüze baktığınızda denizden önce ilk gözünüze çarpan şey, öndeki büyük Atatürk heykeli oluyor.
Üzerinde pelerinini ile denize bakan bir Atatürk heykeli bu.
Başkasını bilmem ama benim için önemli.
Binanın eski halinin korunmasına çok özen gösterilmiş.
Yeniden restore edilirken, temelinde şaşırtıcı bir şeyle karşılaşmışlar.
Devasa bir Bizans mozaiği bulunmuş.
Tabii restorasyon durdurulmuş ve hemen uzmanlar çağrılıp çalışmalara başlanmış.
Belediye Başkanı “Belediye Başkan Yardımcılığım dönemlerinde en alttaki bu zemin üzerinde yıllarca çalıştım, altında böyle bir hazinenin bulunduğunu hiç bilmiyordum” diyor.
Zeminin altında mezar odasından çıkan lahitteki iskelet ve mor renkli kumaş
Zeminin altında iki ayrı hazine çıkmış.
Biri iyi korunmuş iki lahit.
Üstelik içinde iki insan kalıntısı da var.
Bu kalıntılar karbon testine gönderilmiş. Ama en ilginci, lahitteki kumaş kalıntılarından yapılan analizde bunların mor renk olduğu anlaşılmış.
“Yani imparatorluk rengi…”
Dolayısıyla surların dışında hem mozaik hem de böyle bir lahitle karşılaşılması kafaları karıştırmış.
İmparatorluğun surlar dışında da uzantısı varmış demek.
Bu lahitler gerekli analizler yapılıp korunması için gereken yapılınca burada sergilenecek.
Antakya Müze Oteli stili ile sergilenen mozaikler
Mozaiklerin ise bir bölümü şimdiden restore edilmiş ve tıpkı Antakya’daki Müze Oteli'nin altındaki gibi bir sistemle çok etkileyici biçimde sergileniyor.
Adı “Zeytinburnu mozaikleri” olmuş.
Ancak bu mozaiğin binanın dışında da uzantıları var. Şimdi o da çıkarılıyor ve onun için de ayrı bir sergileme sistemi geliştiriliyor.
Gelelim Zeytinburnu Kültür Merkezi’nin alt katında sergilenen çok ilginç bir ressama.
Meğer Osmanlı ordusunun savaş ressamı varmış
Mehmet Ali Laga bir asker ressam.
Hoca Ali Rıza’nın öğrencilerinden.
Padişah tarafından Çanakkale Savaşı’nın ressamı olarak cepheye gönderilmiş.
Osmanlı’nın savaş ressamları olduğunu bilmiyordum.
Gerçekten çok ilgimi çeken ve binanın askeri geçmişine çok uygun bir sergi olmuş.
Herkesi tavsiye ederim.
Hıncal Abi'nin cenazesinde öğrendiğim son gerçek
Güzel bir salı sabahıydı..
Bu binadan ve insanlardan aldığım umut dolu güzel duygularla oradan çıkıp Hıncal Abi’nin cenazesine gittim.
Küçük bir cami avlusunun yarısını doldurmayacak bir kalabalık.
Cami cemaati diye sosyolojik bir gerçek yoktur diyordum.
Meğer cenaze cemaati diye sosyolojik bir gerçek de kalmamış.
Bu da bizim mahallenin öğrenmesi gereken son gerçekti.
Oradan derin bir hüzünle ayrıldım.
|