27 Mart 2024 07:00
Zamanın Ruhu | Ertuğrul Özkök
Sanıyorum, Instagram takipçilerinin çoğu farkındadır.
Instagram’da müthiş bir Ege paylaşımları dalgası yayılıyor.
Muğla, Bodrum, Kaş, Fethiye, Sığacık gibi yerlerden çok güzel mahalle ve köy görüntüleri paylaşılıyor.
Çoğunun fonunda aynı şarkı var:
“Elfida…”
Şarkı bir anda patladı ve Türkiye’nin yaz mutluluğunun fon müziği haline geldi.
Ancak Haluk Levent’in değil, Hilola Samirazar adlı bir Azeri kadının DNDM adlı bir ikiliyle birlikte söylediği versiyonu bu.
Ne yazık ki Spotify’da yok, sadece Youtube’da bulabildim.
Hemen her gün fonda bu müzikle inanılmaz güzel görüntüler paylaşılıyor ve sanki umutsuzluğa boğulan Türkiye’ye şimdiden bir mutluluk havası getirdi.
Bu paylaşımları yapan herkese buradan sevgiler ve teşekkürler…
İyi ki varsınız…
Elfida benim için şimdiden bu yazın şarkısı oldu.
Siyasetten çok uzaktayım.
Bu yazıyı siyaset sosyolojisi şapkamla yazıyorum.
Seçimlerden önce ve seçime kadar yazdığım, yazacağım, içinde siyaset olan tek yazı da bu olacak.
İstanbul’da yaşayan bir TC vatandaşı olarak; günün 24 saati, bin 440 dakikasında, televizyonlarda gördüğüm tablo şöyle:
(*) Devletin 17 bakanı İstanbul’a odaklanmış vaziyette…
Bunlar arasında Dışişleri, Adalet, İçişleri gibi, şu sıralar gündemleri aşırı derece de yüklü bakanlar da var.
Oysa yeni sistemimize göre bakanlar siyasi kimlikleri olan kişiler değil.
Bir tür devletin resmi görevlileri…
(*) Devletin valisi, kaymakamları, emniyet müdürleri, polisi, hepimizin çocuklarının gittiği okulların müdürleri işi gücü bırakmış, İstanbul seçiminde iktidar saflarında savaş veriyor.
(*) Devletin metroları, altyapı, üstyapı imkanları iktidar partisinin adayının emrine tahsis edilmiş.
(*) Devletin TRT’si ve sayısını bilmediğim iktidara yakın kanal, gazete iktidar partisinin yayın organı gibi çalışıyor.
(*) İktidar partisi adayının kaybetmesi halinde, İstanbul’a kayyım atanacağı,
(*) Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmayacağı, iktidarın daha da sertleşeceği ve acımasız hale geleceği, hatta sadece İstanbul’un değil, oy vermeyen bütün şehirlerin acımasızca cezalandırılacağı, en açık, en direkt sözlerle yayılıyor…
Yine bir vatandaş olarak; bunun karşısında bize gösterilen tablo da şöyle:
(*) Muazzam bir devlet armadasının karşısında, sanki tek başına mücadele eden bir aday:
Ekrem İmamoğlu…
Eminim, tarafsızca bakmaya çalışan herkesin gördüğü tablo bu.
Bugün 76 yaşında bir TC vatandaşıyım.
(*) 1960 askeri darbesinden sonraki 1961 seçimi yaşadım
(*) 12 Mart askeri döneminden sonraki 1974 seçimini yaşadım.
(*) 12 Eylül’den sonraki 1983'te yapılan ilk seçimi yaşadım.
(*) 28 Şubat dönemindeki seçimi yaşadım.
Ve bu seçimlerin neredeyse tamamını muhalefete oy veren bir insan olarak yaşadım.
Bütün kalbimle söylüyorum, bugüne kadar bu kadar devletin böylesine açık biçimde propaganda savaşına katıldığı bir seçim görmedim.
O dönemlerde de halk üzerinde baskı yok muydu?
Vardı.
Ama hiçbirinde devlet bir seçime kendini bu kadar angaje etmemişti.
Hele hele yerel seçimlerde hiç…
Peki bu ne sonuç verir?
Yarış ortada deniyor.
Bütün hayatım boyunca en takdir ettiğim, politikalarını en beğendiğim siyasetçilerin başında rahmetli Turgut Özal vardı.
Bir vatandaş olarak onun bu ülkede yaptığı reformlara minnettarım.
O da, siyasetinin en parlak döneminde girdiği yerel seçimde, bugünküne benzeyen tehditleri yaptığında aldığı sonuç yüzde 21 oya düşmek olmuştu.
Özal’ın sonu öyle başladı.
O seçimde, yaptığı reformları çok taktir etmeme rağmen, onun partisine oy vermeyenlerden biri de bendim.
Çünkü tehditleri özgür tercihime bir müdahale olarak görmüştüm.
Oysa aynı Özal 12 Eylül darbesinden sonra, askerlerin bütün vatandaşlara “Ona oy vermeyin ” diye baskı yaptığı dönemde tek başına mücadele ederek Meclis’te çoğunluğu ele geçirmiş ve işte o reformları yapmıştı.
Diyeceğim şu:
Bu ağır devlet tehdidi ve propagandası geçmişte tam tersi etki yaptı.
Bugünkü iktidarın da bu konuda ağır bir tecrübesi yok mu?
2019 seçiminde Ekrem İmamoğlu neredeyse tek başına yürüttüğü bir seçim kampanyası sonucunda, Binali Yıldırım gibi, bu ülkede güzel işler de başarmış dev bir siyasetçiyi geçip kazanmıştı.
İktidar ilk turdaki sonuçları kabullenmeyip, Yüksek Secim Kurulu gibi tarafsız kalması gereken bir kuruma seçimi yeniletme kararı aldırınca sandıkta yaşanan deprem hala hafızalarda.
Halk o dayatmayı hiç sevmemişti…
Peki öyleyse iktidar neden bu yanlış devlet baskısı gölgesinde seçim stratejisinde ısrar ediyor?
2019’da yapılan o iletişim yanlışları neden tekrar ediliyor?
Hatırlayın, o gün neler demişlerdi?
(*) İstanbul’a kaybeden Türkiye’yi kaybeder…
(*) İstanbul kaybedilirse devletin bekası tehlikeye düşer …
Ya biz ne demiştik o günlerde?
Bunların ikisi de yanlış demiştik.
İkisi de ters teper demiştik.
Haksız mı çıktık?
Dünyanın bir çok demokrasisinde başkentlerin yönetimi muhalefette olabiliyor.
New York eyaleti, seçilmiş demokrat bir vali tarafından yönetiliyor.
Keza Kalifornia…
Her ikisi de sadece Amerikan değil, dünya ekonomisine yön veren ekonomiler arasında.
Peki cumhuriyetçiler orayı kaybetti de ne oldu?
Geçmişte Trump seçildi.
Büyük bir ihtimalle bu defa yine seçilecek.
Bugün Avrupa’nın en otoriter devleti Macaristan.
Başında Orban denilen demokrasiden nasibini hiç almamış bir insan var.
Ama başkent Budapeşte muhalefetin elinde…
Seçilmesi de aynı Ekrem İmamoğlu gibi çeşitli partilerden oy alarak oldu.
Sonuçta ne İstanbul’da kaybeden Erdoğan, Türkiye’yi kaybetti
Ne New York’u kaybeden Trump ABD’yi…
Ne de Budapeşteyi kaybeden Orban, Macaristan’ı kaybetti…
2019 yılında iktidar sadece İstanbul’u değil, Ankara, İzmir, Antalya gibi 4 metropolü kaybetti.
Devletin bekasına bir şey mi oldu?
Cumhurbaşkanı Erdoğan 20 yıllık iktidarının en üçlü olduğu döneme girdi.
İktidarın stratejisini hazırlayanlara samimi olarak şunu söylemek isterim.
Şimdi daha da kötü bir görüntü var.
Bu ülkenin Kürt vatandaşlarına resmen şu söyleniyor:
“İstanbul’da İmamoğlu’nu desteklerseniz Selahattin Demirtaş dışarı çıkamaz… Bir daha çözüm süreci başlayamaz…”
Devletin resmi ağızlarından bunu hiç duymadık.
Ama “devlet adına” konuşanlar açık açık söylüyor bunu…
Cebinizde TC kimliği taşıyan bir vatandaş olarak, bir insanın, adaletin alanına girmesi gereken özgürlüğünün, böyle bir şeyin pazarlığı haline getirilmesini içinize sığdırabiliyor musunuz?
Bu seçimin başından beri sadece Beykoz Belediye Başkanı'nın projelerini tanıttığı toplantıya katıldım.
Çünkü yaşadığım ilçe burası ve alacağım hizmet konusunda bizlere ne vadedildiğini, bugüne kadar nelerin yapıldığını görüp kararımı ona göre özgürce vermek istiyordum.
Ama iktidarın, devletin bütün aygıtlarını ve imkanlarını ağır bir press haline getirip, vatandaşın oy özgürlüğünü mengene gibi sıktığını gördüğüm zaman, ne yazık yerel yönetim konusundaki hizmete göre karar verme özgürlüğümü de rehine almak istediği duygusuna kapılıyorum.
Bu da içimde bir isyana yol açıyor.
Tekrar ediyorum.
Bunu bir siyaset yazısı olarak yazmıyorum.
Çünkü artık sadece Türkiye’de değil, dünyada da siyasetle ilgili bir heyecanım, umudum yok.
Sadece iletişimci olarak görüşlerimi yazıyorum.
Bu görüntü İstanbul’da AKP’nin lehine bir rüzgar estirmiyor ve estiremez.
Tehdit.. Halkla inatlaşmak son 60 yıldır siyasetimizde hiçbir zaman iktidarın istediği sonuçları vermedi.
Çünkü devlet çok kötü bir siyasetçi…
Çünkü devlet siyasete girdi mi, adaletle ve şefkatle değil, resmen kaba kuvvetle siyaset yapıyor.
Haluk Levent, “Elfida” isimli şarkıyı 2021 yılında 8 yaşında bir kız çocuğu için yazmıştı.
Adı Beyzanur’du…
Kanser hastasıydı ve doktorlar hiçbir umut bulunmadığını söylüyordu.
Elfida Osmanlıca, “Gözden çıkarılan kadın” anlamına geliyor.
Beyzanur o yıl öldü…
Bir tüy gibi hafifti…Bir melek gibi uçtu gitti.
Ama Elfida kaldı…
En güzeli de küçücük bir melek için yazılan bu hüzünlü şarkı, bugün Türkiye’nin yaz mutluluğunun şarkısı haline geldi.
Türkiye’nin bir bölümü 14 Mayıs seçiminde derin bir düş kırıklığı yaşadı.
Kötü bir yazdı o Türkiye’nin yüzde 50’si için.
Şimdi o düş kırıklığını, ülkesinin deniz kıyılarındaki köylerinin, kasabalarının güzelliği ve özlemi ile tedavi etmeye çalışıyor.
İnsanların kaybettikleri mutluluğu yeniden bulma çabalarını İstanbul seçiminde devletin haksız bir baskısı ile yeniden hırpalamayla çalışmak emin olun ülkesini seven kimseye yarar sağlamaz…
Sayın Cumhurbaşkanı devletin elini siyasetten çekerse, emin olun oy temeli genişleyecektir.
17 Bakan, valiler, kaymakamlar, emniyet müdürleri, okul müdürleri ile yapılan bir kampanyanın sandıkta hangi sonucu vereceğini göreceğiz…
Sonuç ne olur bilemem.
Ama bizzat Erdoğan’ın çok iyi hatırladığım bir sözü var:
Devlet vatandaş için vardır… Devlet vatandaşın hizmetindedir.
31 Mart gününü merakla bekliyorum.
Bakalım sandıktan ne çıkacak?
Vatandaş için varolan bir Devlet mi, arzusu mu?..
Yoksa vatandaşa “Sen benim için varsın” diyen bir devlet mi…
Sonuç ne olursa olsun bu yaz Elfida’yı Instagram paylaşımlarında bol bol dinleyeceğiz.
Çünkü devlet bugün öyle olur, yarın böyle…
Ama tek vatanımız burası…
© Tüm hakları saklıdır.