Gündem

Ertuğrul Günay: CHP geleneği ile evrensel sosyal demokrasi arasında büyük fark var

“Bu fark geçmişte büyük çabalara ve umutlara karşın aşılamadı, aşılacak gibi de görünmüyor”

09 Ocak 2019 15:43

1992-1994 yılları arasında CHP’de genel sekreterlik görevi yapan, partiden ihracının ardından AKP’ye katılıp 60. ve 61. hükümette Kültür ve Turizm Bakanlığı yapan Ertuğrul Günay, “CHP geleneği ile evrensel sosyal demokrasi arasında büyük fark var; bu fark geçmişte büyük çabalara ve umutlara karşın aşılamadı, aşılacak gibi de görünmüyor” dedi.

Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Enstitüsü doktora öğrencisi Kerem Hocaoğlu, yüksek lisans tezi için 2017’de Ertuğrul Günay ile bir söyleşi gerçekleştirdi.

Hocaoğlu’nun soruları ile Günay’ın cevapları şöyle:

CHP'nin sosyal demokrasi ideolojisine evrilmesinde en önemli noktalar nelerdir? Ecevit'in, 1966'daki genel sekreterlik sürecinden 12 Mart'a kadar CHP'nin sosyal demokrasiye evrilmesinde etkili olan faktörler nelerdir?

- CHP, bir imparatorluk tortusu üzerinde yeni bir devlet yapısı kurmuş olan kadronun partisi olarak, esas itibariyle bir devlet partisidir. 95 yıllık tarihi içinde en belirleyici özelliği bu 'devlet kurucu' vasfıdır. Bu niteliğiyle hep kendisini -derinden derine- devletin sahibi saydı.

1923'ten 1950'ye kadar aralıksız iktidar oldu. Bütün uzun süreli iktidarlar gibi, parti örgüt ve kadroları bir süre sonra -halkın temsilcisi olmaktan çok- devlet aygıtı haline dönüştü, halkla bütünleşemedi. Uzun iktidar sürecinde kaçınılmaz olarak aşındı, yoruldu, yıprandı ve ilk demokratik seçimde, 1950'de iktidardan düştü. 1946'yı demokratik bir seçim saymak mümkün değil. 1950-1960 arasında muhalefetinin esası, büyük ölçüde 'devletin sahibi biziz' anlayışına dayalı.  Bu anlayış 27 Mayıs gibi talihsiz bir olaya da etkili oldu.

1961'de seçim olsa belki halkoyu ile iktidar değişecekken, 1960 darbesi hem demokratik yoldan değişimi engelledi, hem de sonraki süreçte -darbeyle özdeşleştirilen- CHP'nin başarısızlık nedenlerinden biri oldu.

27 Mayıs sonrası kurulan hükûmetlerde koalisyonların ana partisi olması,  1965'te büyük bir oy kaybına, -oylar iyice dağılsın diye yapılmış bir seçim sistemine rağmen- DP'nin devamı olan bir hareketin (AP'nin) büyük oy çokluğu ile seçimi kazanmasına yol açtı.

1965'e kadar giden süreçte CHP, 1957 ve 1961 seçimlerine göre erirken, 1961 Anayasası'nın getirmiş olduğu göreceli özgürlük ortamı içinde ilk defa Türkiye'de emek, eşitlik ve sosyal adalet kavramları üzerinden -bugün naif görünen, fakat o zaman komünistlikle suçlanan- sol hareketler ortaya çıkmaya başladı. Sendikacıların kurduğu, sonra Mehmet Ali Aybar'ın Genel Başkanlığını yaptığı TİP hareketi 1965 seçiminde parlamentoya 14 milletvekili ile girmeyi başardı. Gençlik ve aydınlar arasında TİP, CHP'yi aşan yeni bir ilginin odağı oldu.

O tarihlerde İsmet Paşa, deneyimli/kıdemli bir siyaset adamı olmanın getirdiği sezgi ile  'ortanın solu' deyimini ortaya attı. Ortanın solu, bir anlamda CHP'nin solla ilk temasıydı. 1950 öncesi CHP, en masum sol arayışları bile ezen bir sicile sahipti. Parti içinde sosyal demokrasi, demokratik sol adını alan hareketler bu deyimden sonraki yıllarda dillendirilmeye başladı.

İsmet Paşa, 1965'de Milliyet gazetesinde Abdi İpekçi'yle yaptığı söyleşide 'sosyal demokrasi' sözcüğünü hiç kullanmıyor; demokratik sol da demiyor, sadece 'ortanın solu' tabirini kullanıyor. Ortanın solu deyimini kullanırken de 'Kırk yıldan beri devletçiyim, o yüzden ortanın solundayım. Kırk yıldan beri laikim, o yüzden ortanın solundayım.' diyor. Yani ortanın solu deyimini emeğe dayalı sınıfsal bir tanım olmak yerine, yine devlete dayalı, aslında 'devletimiz, kurucu ideolojimiz ortanın solundadır' anlamına gelen bir açıklama yapıyor.

Tabii halk kitlesinde ciddi bir yansıması olmuyor bunun. 1966 ara seçiminde daha büyük bir başarısızlık oluyor. Yönetim kademeleri bu yeni deyimden sakınmaya, vazgeçmeye çalışırken Bülent Ecevit  bir kararlılık sergiliyor ve ortanın solu deyimine sahip çıkıyor. Hatta bu konuda küçük bir kitapçık da çıkarıyor. Kitapçık ortanın solu konusunda açıklamalar ve bir siyasi kararlılık ifade ediyor. Bu açıdan önemli. Böylece Ecevit, CHP'nin klasik politikalarından ayrışıyor.

1969 seçimlerinde 1965'e göre küçük bir kıpırtı var CHP'de. 1969'da İşçi Partisi (TİP) bazı tuzakları aşamıyor, parçalanıyor, başarısız oluyor. 1969-1971 arasında kaos var Türkiye'de. Gençlik hareketlerini önce önemsemeyen, sonra önleyemeyen bir merkez sağ parti iktidarda; onun içinde de bir bölünme var. AP'den DP kopuyor. O kaos ortamı içinde 1971’de 12 Mart Askerî Muhtırasına geliyoruz.

12 Mart Muhtırasında Türkiye'de ciddi bir kafa karışıklığı var. 12 Mart'ı ilkin nispeten sol bir muhtıra sanan bir takım sendika ve sol gruplar, hatta CHP'nin içinde de böyle düşünenler var. Çünkü 12 Mart öncesi beklenen başka bir darbe var. O beklentiye yönelmiş bir takım CHP'liler, cuntacılar, eski 27 Mayısçılar var. Onlar yeni hükûmette yer almak konusunda kararlı ve istekli davranıyorlar, ama aslında bu 12 Mart Darbesi, toplumda yükselen sol dalgayı bastırmak için gelen bir karşı hareket.

- 12 Mart Darbesi yapıldıktan bir hafta sonra Bülent Ecevit'in bir karşı çıkışı var parti içinde. İsmet İnönü ile yollarını ayırıyorlar. Genel sekreterlikten istifa ediyor. Ecevit'in istifasının kamuoyundaki karşılığı neydi?

GÜNAY: Bülent Bey, 12 Mart'tan 18 Mart'a kadar ciddi bir durum değerlendirmesi yapıyor. Bence tespitleri 1957 ve 1961 seçimleri arasında bir karşılaştırmaya dayanıyor. 1960'da darbe olunca -DP tasfiye olduğuna göre CHP'nin oyları artması beklenirken- 1961'de, 1957'ye göre azalıyor; darbeyle birlikte gözükmek CHP'ye artı getirmiyor, eksiltiyor. Muhtıradan sonra kurulan hükümette yer alırsa tıpkı 27 Mayıs'taki gibi olacak. Sonraki seçimlerde oylar azalacak; Ecevit bunu görüyor.

12 Mart’ta iktidarda AP var, Başbakan Süleyman Demirel, istifa ediyor. İktidar elinden alınan karşıdaki parti. Ama Bülent Bey, 'muhtıranın arkasına takılırsak zararlı çıkarız" gerçeğini görüyor. 27 Mayıs 1960'da ve 27 Nisan 2007'de CHP'nin göstermediği bir refleks bu. Halkoyuyla gelen iktidarı başka yollarla seçim dışı yöntemlerle değiştirmeye karşı çıkıyor.

12 Mart'tan bir hafta sonra karşı çıkıp genel sekreterlikten de istifa etmesi sonucu CHP içinde ciddi bir tartışma başlıyor. Bu ve öncesi tartışmalarda Turhan Feyzioğlu ve Kemal Satır gibi gelenekçi önemli CHP'liler ayrılıyor. (Daha sonra birleşip Cumhuriyetçi Güven Partisi'ni kurdular).  CHP'nin milletvekili sayısında da kopma oluyor. 100 civarındaki milletvekili sayısı, sanıyorum 60'lara filan düştü 1971 sonlarında. O tartışmalı ortamda birkaç kurultay oldu. İsmet Paşa gelenekçi tarafa bütün ağırlığını koymasına rağmen Bülent Bey tekrar Genel Sekreter seçilince istifa etti. Bunun üzerine CHP olağanüstü kurultayı topladı 14 Mayıs 1972'de - ilginçtir DP'nin iktidara gelişi de 14 Mayıs 1950'dir- Bülent Ecevit, CHP Genel Başkanı oldu.

Benim tanıdığım Bülent Ecevit, Türkiye siyasetinin en güzel konuşan insanı idi. İsmet Paşa'yı, Osman Bölükbaşı'yı dinledim, anımsıyorum.  Tayyip Bey'i mecburen her gün dinliyoruz. Demirel’i, Özal'ı ve çok sayıda lideri dinledim. Bülent Bey, gerçekten Türkçe'yi en iyi kullanan siyaset adamlarından biri idi. Fakat yöneticiliğinin konuşması kadar başarılı olduğu söylenemez.

Türkiye'deki baskı grupları veya diğer gruplar açısından İsmet İnönü ve Bülent Ecevit yorumlamaları ve bakış açıları nasıldı? Genel başkan değişikliğinden sonra kamuoyunda nasıl bir algı değişikliği oldu?

- İsmet Paşa, büyük ölçüde devletle özdeşleşmiş bir kişilikti. 1920'lerden bu yana devletin kuruluşunda Cumhuriyet'in ilk ve 14 yıl boyunca başbakanı, 12 yıl Cumhurbaşkanı, sonra ana muhalefet lideri. Türkiye'de devlet dediğimiz mekanizmanın herşeyi ile özdeşleşmiş, doğrusu ve yanlışı ile. Atatürk, daha özel girişimcilikten yana iken, İsmet Paşa daha devletçi olarak biliniyor. Bu özelliklerini hiç değiştirmedi.

Bülent Beyin görüşlerini yansıtan çalışması ‘Ortanın Solu’ kitabından daha çok ‘Atatürk ve Devrimcilik’ kitabıdır. Orada Bülent Bey, Cumhuriyet Halk Partisi tarihinde ilk kez Atatürk reformlarını da eleştirel bir değerlendirmeye tabi tuttu ve kıyamet koptu. Nihat Erim’ler filan orada ayaklandılar ve asıl kopuş orada başladı.

Bülent Bey'de -o tarihlerde- Kemal Tahir, İdris Küçükömer etkileri görülür. Partinin yayın organlarında da bu izleri bulmak mümkündür. Kurucu kadroların seçkinci duruşu yüzünden değişim isteyen, buna ihtiyacı olan asıl büyük kitleler muhafazakâr partilerde kümelenmişler. Asıl onları kazanmak gerekir. "Sağ partilerin tabanına sıkışmış sosyal demokratlar" söylemi bu arayışın ifadesidir.

İlginçtir, Ecevit'in ilk mücadele yıllarında en yakınında olan iki milletvekili gelenekten CHP'liler değil, DP kökenli iki önemli isimdir: Prof. Turan Güneş ve Dr. İbrahim Öktem. Güneş ve Öktem 1954'de DP'den Meclis'e girmiş, sonra Menderes'le yolları ayrılmış; Hürriyet Partisi (HürP)  kurucusu olmuş, 1959'da HürP / CHP birleşmesi üzerine CHP'ye katılmış milletvekilleridir. Yine, İsmet Paşanın emrivakilerine cesaretle karşı koyarak Ecevit'in Genel Başkanlığına büyük katkısı olan Genel Sekreter Kamil Kırıkoğlu da, önceki dönem Millet Partisi milletvekilidir.

Bugün Anadolu'da dar gelirli ve yoksul kitleler daha çok sağ partilere oy veriyor. Bu, bir anlamda sizin eşitlikçi ve gelişmeci politikalarınızı yeteri kadar anlatamadığınız anlamını gelir. Vebal,  anlatamayandadır büyük ölçüde. Bülent Bey, derinden derine bunu sorgulamış, aşmaya çalışmıştır. Bu sebeple 1973 seçimlerinde ciddi bir oy artışı ve 1977'de daha ciddi bir oy artışı var.

Ben o süreci içinden yaşadım. Ordu’luyum. 70'lerden önce Ordu'nun ne kadar fındık tüccarı, tefecisi ve büyük varlık sahibi ailesi varsa hepsi CHP'li idiler. Fakat Ecevit hareketi ile birlikte bunların çoğu ayrıldı. Güven Partisi'ne, sonra Adalet Partisi'ne yöneldiler. Fakat onların yerine geçmiş yıllarda AP ve DP'ye oy vermiş olan kasabalardan, köylerden insanlar geldi.

1973'te bir genç partili, 1974-1977 arasında il başkanı olarak seçim süreci içinde yer aldım. Somut olarak, tek tek bu tür insanlar biliyorum. Geçmiş dönemde sağ partilerin tabanında yer almış emekçiler, kendilerine uzatılan içtenlikli eli görünce, ikna edici anlatımı dinleyince   partilerini bırakıp geldiler. 1973'te Ordu'da CHP'nin oyu % 35'lere çıkmıştı. 1977'de %47 ile Türkiye ortalamasının üzerinde, en başarılı sonuç alındı.

1973'te genç bir CHP'li olarak bir örnek verdiniz. Başka örnekler de var mı seçmen tabanının değişimine dair?

Tabii,var. 1969'da 30'ların altında olan oy oranı 1973'de % 30'ların üstüne çıktı ve daha çok köy ve işçi tabanından yeni insanlar geldi CHP'ye. 1973 seçiminden 1977'ye kadarki süreçte, yedi aylık hükûmet ve Kıbrıs Harekâtı gibi olaylar da toplumda ciddi bir dalgalanma yarattı.  Geçmişte sağ partilere oy vermiş kitleler CHP’ye yöneldi, sınıfsal bir yer değişimi oldu. 1977 Genel seçiminde CHP'nin Türkiye ortalaması %42 oldu,

Siz, halkla temas ettiğinizde Bülent Ecevit yorumları ve yaklaşımları nasıldı?

- Seçim kampanyalarında Bülent Ecevit, çok belirleyici oldu. Kırk yıllık CHP'nin halka söyleyeceği yeni bir şey yoktu. O döneme kadar son derece yıpranmış ve eskimiş bir CHP, o tarihten itibaren tamamen halka yönelik yeni söylemleri olan, halkın ihtiyaçlarıyla kendisine hedefler koyan ve sınır çizen, o zaman kadar olan tüm retoriğini değiştiren, halkın sorunlarından söz eden, halkın kılık ve kıyafetinden, üstyapı sorunlarından değil, doğrudan doğruya günlük yaşamın koşullarını iyileştirmekten, özgürlük, adalet ve demokrasiden söz eden yeni  bir partiye dönüştü.

Bülent Ecevit ve arkadaşları seçim kampanyalarını yürütürken diğer partilerin suçlamaları ve ithamlarına da maruz kalıyorlar. Adalet Partisi'nin önde gelen politik seçkinleri Bülent Ecevit'in sosyalist ve komünistlerle işbirliği yaptığını söylüyorlardı. Bundaki amaçları ne idi?

- 1970-80'li yıllar Soğuk Savaş Dönemi'nin en keskin olduğu dönemlerdi. Türkiye  Rusya'nın burnunun dibinde. Amerika'da Küba gerginliği tazeliğini koruyor. Sağ partiler sürekli olarak bu gerginlikleri kaşıyorlardı ve komünizm tehlikesine inanan ciddi bir halk kitlesi de vardı. Bu yüzden ekonomik argümanlara ekonomik cevaplar vermiyorlardı. Rus yanlısı, komünist olmakla suçluyor ve karalamaya çalışıyorlardı. Buna inanan bir kitle vardı, ama bu kitle gittikçe azaldı. CHP, kısa sürede % 30'un altından % 40'ların üstüne yükseldi.

Bu oranlar önemli. Tüm suçlamalara karşın toplum bu yeni söyleme inandı ve destek verdi. Bu başarıda etkili olan kararlı bir şekilde ekonomiden söz etmek, yeni tezler öne sürmek, halkın ekmeğinden söz etmekti.

Bir şey daha var ki, çok önemli. Ordu'da nasıl % 47'lere ulaşmıştık? Seçim öncesinde her vesileyle halkın günlük yaşamı içinde olmaya dikkat ettik. 1977'ye geldiğimizde bütün sivil toplum örgütlerinde vardık. Hiçbir kuruluş aleyhimize bir kampanya götüremedi, çünkü hepsinin içinde, yönetimlerinde, tabanında temsilcilerimiz olmuştu. Seçimlerde köylere gittiğimizde şenliklerle karşılanıyorduk; çünkü daha önce o köylere, köylüyü ilgilendiren nedenlerle zaten defalarca gitmiştik.

Siyasette doğru bilgi ve doğru söylem önemli; aynı zamanda siyaset yorulmak bilmeyen bir emek de istiyor.

Seçim kampanyasında dikkat ettiğim konulardan bir tanesi de CHP'nin o zamana kadar devam eden laiklik yorumundan farklı bir yorum getirmesidir. Bülent Ecevit, ‘Atatürk ve Devrimcilik’ kitabında da o döneme yönelik zımni bir eleştiri yapmaktadır. Bunun dışında MSP ile 1974'te yedi aylık bir koalisyon var. Hatta muhafazakâr illerde CHP'nin oylarında ciddi bir artış da söz konusu. CHP'nin bu tür illerde oylarının artmasında hangi etmenler rol oynadı sizce?

- 1965'te İsmet Paşanın seçim kampanyasını anımsıyorum. Konya müftüsünü eleştirmek üzerinden başlatmıştı kampanyayı. İsmet Paşa'nın söyleminde laiklik ya da bir dış politika meselesi birinci mesele oluyordu çoğunlukla. Halkın günlük hayatına dokunan konular ikincil kalıyordu CHP'nin kampanyalarında.

Bülent Bey, bu konularda daha geri bir tutumda değildi, ama daha dikkatli bir söylem içindeydi. Örneğin 'inançlara saygılı laiklik' vurgusuyla bazı önyargıları yıkmayı başarmıştı.

Geçmiş yıllarda CHP'nin tavrı oldukça yukardandı. Halkla temas soğuk, mesafeli , yetersizdi. Oysa halkın iş, aş, ekmek, gelir, geçim diye yakıcı ve acil sorunları var.

Ben, Türkiye toplumunun ekmeğini, geçimini ve yaşam koşullarını her şeyden öncelikli  gördüğüne inanıyorum. Türkiye'de dincilik ve milliyetçilik söylemi MSP'yi ve MHP'yi hiçbir zaman iktidar yapmadı. Konjonktür olarak MSP bir ara birinci parti oldu, ama bu ekonominin çöktüğü, bütün partilerin aşındığı bir noktada oldu. AK Parti'yi de dincilik değil, önce kalkınmada, halkın hayatına dokunan işlerde yaptıkları büyüttü. Sonra başka bir yöne savruldular şu anda. Ama asıl etkili faktör başlangıçta halkın ekmeği ve günlük hayatına dokunan meselelerdi.

O anlayışın bayrağı 1980'e kadar CHP'nin elinde idi. Ecevit onu yakalamıştı ve o çizgide iyi sonuçlar elde etti.

1980'li yıllar, soğuk savaş yılları; Türkiye'nin başına gelen olumsuzlukların, tuzakların temel sebeplerinden birisi o tarihlerde İran'da yaşananlardır. Şah'ın devrilmesi ile birlikte Humeyni'nin iktidara gelmesi Orta Doğu dengeleri alt üst etti. Faturası da Türkiye'ye çıktı. Şah Rıza Pehlevi  gidince Ortadoğuda Türkiye'yi istikrarlı bir karakol haline getirme ihtiyacı ortaya çıktı ve bunun için Türkiye önce daha çok karıştırıldı. Humeyni'nin İran'a dönüşü ile (Türkiye'de terör olaylarının doruğa tırmanmasının örneklerinden olan Abdi İpekçi suikasti aynı gündür). Tıpkı 7 Haziran ile 1 Kasım arasında yaşadığımız gibi. Nasıl Türkiye başka bir yöne sürüklenip bambaşka bir sonuç çıktıysa, 1979 / 1980 sürecinde de benzeri yaşandı.

Bülent Ecevit, genel başkan olduktan sonra 'demokratik sol' argümanını merkeze alıp onu geliştiriyor. Bu argümanı topluma şöyle açıklıyor: Komünizmi engellemenin bir aracıdır aynı zamanda. Ecevit'i bu söylemine iten etmenler nelerdir kimlerden etkilenmiştir sizce?

- Bülent Bey gerçekte bir sosyal demokrat değil, sosyal adaletçi duyarlılıkları olan bir popülistti. Bu açıdan, Türkiye solunda özgün olmak gibi bir arayışı, özgün bir akımın sözcüsü olmak gibi bir iddiayı da sürekli taşımaya çalıştı.

Sosyal demokrasiyi Marksizm'in bir türevi gibi gördüğünü ifade etti, zaman zaman. 'Sosyal demokrat akımlar Avrupa'daki Marksist akımların türevidir, bizim demokratik sol anlayışımız ise Türkiye gerçeklerinden kaynaklanan bir harekettir' gibi bir söylemi vardı. Özünde bu söylemin pek tutarlı olduğu ileri sürülemez. Özgün ve farklı olmak gibi bir arayışın ifadesi; başka bir düzlemde bir tür 'yerlilik ve millilik' arayışı gibi.

Bülent Bey, 'demokratik sol' diye bir söylem geliştirmeye çalışmıştı, fakat hem CHP'nin, hem de DSP'nin yazılı belgelerinde sosyal demokrat/ demokratik sol kavramları içiçe kullanıldı. Ama bu kavramlar -yeterince içselleştirilmeden- çoğu kez kağıt üzerinde kaldı.

Türkiye'de asıl sorun, kavramların kullanılışının, kağıtta yazılı olup olmamasının ötesinde, derinde, zihniyette. CHP geleneği ile evrensel sosyal demokrasi arasında büyük fark var; bu fark geçmişte büyük çabalara ve umutlara karşın aşılamadı, aşılacak gibi de görünmüyor.