Gündem

Erkan Mumcu: Binlerce kişi kongre salonunda Mehmet Ağar'ı birleşme konuşması için beklerken, o Türkçe Olimpiyatları'na gidip Fethullah Gülen'e övgüler düzdü

13 Mayıs 2021 14:00

Eski Kültür ve Turizm Bakanı ve eski Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu, son günlerde organize suç örgütü lideri Sedat Peker'in iddialarında adı geçen eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'la ilgili olarak, Anavatan Partisi'nin, Demokrat Parti'ye katılma kararı almak amacı ile topladığı Genel Kurulu'na işaret ederek, "Mehmet Ağar gelecek ve o günkü -Demokrat Parti tüzel kişiliğinin yasal temsilcisi sıfatı ile- bu birleşmeye dair taahhütlerini ilan edecekti. Gelmedi. Peki, gelmeyip ne yaptı? Türkçe Olimpiyatları'na gidip Fethullah Gülen'e övgüler düzdü. Aynı saatlerde binlerce insan kongre salonunda Mehmet Ağar'ı söz verdiği gibi bir beyanda bulunması için beklerken, o gidip Fethullah Gülen'e övgüler düzen konuşmalar yaptı" dedi.  

Independent Türkçe'den Can Bursalı'ya konuşan Erkan Mumcu, Mehmet Ağar'ın iş insanı Mübariz Mansimov'u tehdit ederek Yalıkavak Marina'yı aldığı iddiasına verdiği yanıtla ilgili olarak, "Kendisine marinanın nasıl patronu olduğu soruluyor. 'Devlet görevi' diyor. Şimdi bu ne demek? Siz devlet memuru musunuz diye sormak lazım. Devletin kendi işlerini görecek memurları yok mu? Devlet marina işletmeciliği mi yapıyor? Devlet işlerini yasa içinde kalarak göremiyor mu diye sormak lazım. Ama soramazsınız. Kimse de sormaz. Zaten görüyorsunuz işte, aklama çabaları baş göstermiş durumda. Neden? Bu sözler bir taraftan kamuoyuna 'Ben devlete hizmet ettim, beni meşru görün' demek anlamına geliyor, diğer taraftan da paydaşlarına 'Beni koruyun yoksa...' anlamına geliyor" diye konuştu. 

Can Bursalı'nın Erkan Mumcu'ya yönelttiği bazı sorular ve yanıtları şöyle:  

Alaattin Çakıcı'nın tahliyesi, yeraltı dünyasından bazı isimlerin bugün tekrar gündemde olması, karantinanın bittiği anlamına mı geliyor?

Hayır. Karantina dönemine yeni giriyoruz anlamına geliyor. Çünkü enfeksiyon özellikle yargı ve siyaset katında görülür, hissedilir olunca karantina başlar. Ama, olup bitenin aslı esası gayrı meşru ekonomisinin patronajıdır. Bu gayrı meşru ekonomi öyle büyük ve öyle kolay bir servet yaratmaktadır ki, bu servetten pay almak için akla hayale gelmeyecek insanlar, akla hayale gelmeyecek çevreler, bu kirli işe ortak olabilmektedir. Özellikle uyuşturucunun pazarı durumundaki ülkelerin baskın bir siyasi inisiyatif ortaya koyarak bu meseleleri takip etmeleri, açığa çıkarmaları ve bunların hesabının görülmesini sağlamaları imkânsız değildir. Ama böyle bir baskı gelmez. Nasıl bir şehirde fuhuş, hırsızlık, dolandırıcılık, uyuşturucu gibi suçların toplandığı 'bir anlamda çerçevelendiği' gettolar varsa, dünya sisteminin de böyle gettolara ihtiyacı var. Ben meselenin uluslararası boyutunun ihmal edilerek anlaşılmasının mümkün olmadığını düşünüyorum. 

Gelelim meselenin devlet tarafına. Dikkat edin; suç işleyenlerin hepsi eninde sonunda bir 'devlet' iması yapıyorlar. Hangi suç işlenirse işlensin, konunun bir suç olmaktan çok bir devlet görevi olarak takdim edilmesi devreye giriyor. Ne yazık ki medyada buna aracılık ediyor. Böylece iki şey birden yapılıyor. Birincisi, suça bulaşmış devlet görevlileri bu yolla şantaja maruz bırakılıyorlar. Bu söylem, 'Beni korumazsanız, konuşurum' imasına hizmet ediyor. İkincisi, halk yıllardır yaratılan mafya edebiyatı, Kurtlar Vadisi gibi tamamen akıl dışı efsaneler ile buna inanmaya yatkın olduğu için, bir tür kamuoyu baskısından kurtulup, kamu vicdanında aklanmayı hedefliyor. Bakın bugün mesela Mehmet Ağar'ın bir röportajı vardı. Çok ilginç geldi bana. 'Devlet görevi' diyor. 

"Mehmet Ağar 'Beni koruyun yoksa...' diyor"

25 yıl önce bıraktım devlet görevini diyor...

Hayır, hayır, kendisine marinanın nasıl patronu olduğu soruluyor. 'Devlet görevi' diyor. Şimdi bu ne demek? Siz devlet memuru musunuz diye sormak lazım. Devletin kendi işlerini görecek memurları yok mu? Devlet marina işletmeciliği mi yapıyor? Devlet işlerini yasa içinde kalarak göremiyor mu diye sormak lazım. Ama soramazsınız. Kimse de sormaz. Zaten görüyorsunuz işte, aklama çabaları baş göstermiş durumda. Neden? Bu sözler bir taraftan kamuoyuna 'Ben devlete hizmet ettim, beni meşru görün' demek anlamına geliyor, diğer taraftan da paydaşlarına 'Beni koruyun yoksa...' anlamına geliyor. 

Her şeyin herkesin gözü önünde yaşanıyor olması buna rağmen yaşanmaya devam ediyor olması bence her şeyi açıklamaya yetiyor. Bu ilişkilerin sonunda siyasete de bir biçimde güç aktardığını apaçık görüyoruz. Sadece parasal güç de değil. Bu, suç mekanizmalarının, birtakım operasyonel işlevler üstlendiklerini de görüyoruz. İşte bunlardan bir tanesini yaşadı Türkiye. 2007 yılında Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi'nin Demokrat Parti çatısı altında birleşerek yeni ve güçlü bir siyasi alternatif oluşturması girişiminin nasıl sabote edildiği, bunun kimin işine yaradığı, -hatta kimin siparişi, hatta hangi şantajlarla bunun mümkün olduğu konusu hiç sorgulanmamış sorgulamaktan hep kaçılmış olsa da- apaçık bir gerçek olarak orta yerde ve gün ışığında duruyor. 

"İktidar - cemaat ortaklığının ne derece bozulduğu çok açık değil"

Sizin, 22 Mayıs 2007'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığınız bir konuşma var. "3-5 banka, 3-5 televizyon, 3-5 gazete sahibi olarak devleti ele geçireceğinizi sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Osmanlı bu oyunu yemez ve affetmez" diyorsunuz. Demokrat Parti çatısında iddialı bir şekilde seçime girme sürecinizdeki anlaşmazlıklar da tam o süreçte yaşanmaya başladı. İttifakınız neden bozuldu?

O günün iktidarı ile yine o günlerde 'Cemaat' olarak adlandırılan yapı arasında bir ortaklık vardı. Bu ortaklığın bugün bile ne derece bozulmuş olduğu çok açık değildir. 

"Kongreye gelmedi, aynı saatlerde Gülen'e övgüler düzdü"

İttifakın bozulmamış olduğuna yönelik söyleminiz çok iddialı değil mi?

Evet iddialı. Ama ben böyle bir şüphe taşıyorum. Eğer 'FETÖ Borsası'ndan söz edilebiliyorsa, eğer FETÖ terör örgütü diye adlandırılan yapının devlete karşı silahlı girişimde bulunma iradesini kuranlardan neredeyse hiçbirinin hesap vermediği bir tablo ile karşı karşıya isek, ben bu şüpheyi taşırım. Şimdi insanların 2007'de sizin bahsettiğiniz konuşmayı yeniden izleyip, ya da yeni fark edip, dönüp beni öngörülerim dolayısı ile kutlamaları canımı acıtıyor. Bundan hiç mutluluk duymuyorum. Hatta hüzün de değil, bir tür ikrah duygusu yaşıyorum. Çünkü olan her şey, apaçık ve herkesin gözü önünde oldu. Anavatan Partisi'nin, Demokrat Parti'ye katılma kararı almak amacı ile topladığı Genel Kurulu'na Mehmet Ağar gelecek ve o günkü -Demokrat Parti tüzel kişiliğinin yasal temsilcisi sıfatı ile- bu birleşmeye dair taahhütlerini ilan edecekti. Gelmedi. Peki, gelmeyip ne yaptı? Türkçe Olimpiyatları'na gidip Fethullah Gülen'e övgüler düzdü. Aynı saatlerde binlerce insan kongre salonunda Mehmet Ağar'ı söz verdiği gibi bir beyanda bulunması için beklerken, o gidip Fethullah Gülen'e övgüler düzen konuşmalar yaptı. 

Sebebini sordunuz mu? 

Sordum. 

"Gülen benim konuşmamdan incindiği için arkadaşlarını Amerika'ya göndermiş"

Ne cevap aldınız? 

Bana, Meclis Grubu'ndaki konuşmamdan dolayı Fethullah Gülen'in çok 'incinmiş' olduğunu, o yüzden onun gönlünü almak için arkadaşlarını görevlendirdiğini, Amerika'ya gönderdiğini, bunları onun gönlünü almak için yaptığını, başka bir amacının olmadığını söyledi.

Gönderdiği kişinin kim olduğunu söyledi mi?

Celal Adan'ı göndermiş. Bana öyle söyledi. Kendim tanık değilim. Her şeye rağmen biz, seçimlere Anavatan Partisi olarak değil, Demokrat Partisi çatısı altında katılıyoruz diye aday listelerinin verileceği son gün, son 2 saat kala gidip Yüksek Seçim Kurulu'na bildirimde bulunduk. 

Kalan 2 saat içinde de anlaştığımız şekilde, Demokrat Parti listelerinde anlaştığımız isimlerin sunulması YSK'ya gerekiyordu. O listeler kamuoyundan gizli şeyler değil. Devletin resmi kayıtlarında duruyor. Demokrat Parti bir liste verdi. O listede bir tane bile Anavatan Parti'li yoktu. Var diyen var ise gelsin bana da göstersin. Şimdi bu herkesin gözü önünde olan bir şey iken, hiç kimse ama hiç kimse Mehmet Ağar'a bunu neden yaptığını sormadı. Hiçbir zaman sormadı. Aradan 15 yıl geçti hala sormadı. Eğer Demokrat Parti birleşmesi mümkün olsa idi, en azından gerçekleşecek en somut ve en kesin sonuçlardan birisi AK Parti'nin tek başına iktidarının imkânsızlığı idi. 

Ardından benim aleyhimde olağanüstü bir kampanya başladı. Hükümet yandaşı medya, cemaat medyası, hatta sol medya. Bunun altını çizmek istiyorum. Kamuoyunda solcu ya da liberal ya da özgürlükçü olarak bilinenler kampanyaya katıldı. Bu kadar aleni bir gerçeğin bu kadar herkesin gözü önünde bir gerçeğin nasıl örtüldüğünü ve çarpıtıldığı ben gördüm. Ben buna Marquez'in romanındaki gibi 'Kırmızı Pazartesi Sendromu' diyorum. Herkes biliyor. Gerçek; yalan ve efsane ile bambaşka bir hüviyete büründürülüyor ve sonra gerçek unutulup gidiyor. Bütün bu olup bitenlerin bedelini en masum olanlar ödüyor. Cezasını en masum olanlar çekiyor. 

Mesela çok çarpıcı bir örnek vereyim size. Darbeleri Araştırma Komisyonu'na Mehmet Ağar bir beyanatta bulunmuş. Ben çok sonra öğrendim. 'Erkan Mumcu 3 milletvekili ile gelip bizim Demokrat Parti'yi ele geçirmeye çalıştı' demiş. Bu sözü söylediği yer Türkiye Büyük Millet Meclisi. Söylediği kimseler milletvekilleri ve gazeteciler. Bir Allah'ın kulu şunu demiyor; yahu kardeşim 3 milletvekili olan senin partindi, grubu olan parti Anavatan Partisi idi. Senin yasal yetkili olduğun tüzel kişilik altında birleşmeye rıza gösterdi. Sonunda sen de onu bozdun. Kimse bu cümleyi kurup sormuyor bile. Bugün de sormuyor. Sonra da Mübariz Mansimov çıkıp beni Fethullah Gülen ile Mehmet Ağar tanıştırdı deyince, hiç ummayacağınız yayın organlarından yine gerçeği örten, gizleyen röportajlar yayınlanıyor. Bu dediğim öyle eski zamanlarda, daha dün yaşandı.

Ardından benim aleyhimde olağanüstü bir kampanya başladı. Hükümet yandaşı medya, cemaat medyası, hatta sol medya. Bunun altını çizmek istiyorum. Kamuoyunda solcu ya da liberal ya da özgürlükçü olarak bilinenler kampanyaya katıldı. Bu kadar aleni bir gerçeğin bu kadar herkesin gözü önünde bir gerçeğin nasıl örtüldüğünü ve çarpıtıldığı ben gördüm. Ben buna Marquez'in romanındaki gibi 'Kırmızı Pazartesi Sendromu' diyorum. Herkes biliyor. Gerçek; yalan ve efsane ile bambaşka bir hüviyete büründürülüyor ve sonra gerçek unutulup gidiyor. Bütün bu olup bitenlerin bedelini en masum olanlar ödüyor. Cezasını en masum olanlar çekiyor. 

Mesela çok çarpıcı bir örnek vereyim size. Darbeleri Araştırma Komisyonu'na Mehmet Ağar bir beyanatta bulunmuş. Ben çok sonra öğrendim. 'Erkan Mumcu 3 milletvekili ile gelip bizim Demokrat Parti'yi ele geçirmeye çalıştı' demiş. Bu sözü söylediği yer Türkiye Büyük Millet Meclisi. Söylediği kimseler milletvekilleri ve gazeteciler. Bir Allah'ın kulu şunu demiyor; yahu kardeşim 3 milletvekili olan senin partindi, grubu olan parti Anavatan Partisi idi. Senin yasal yetkili olduğun tüzel kişilik altında birleşmeye rıza gösterdi. Sonunda sen de onu bozdun. Kimse bu cümleyi kurup sormuyor bile. Bugün de sormuyor. Sonra da Mübariz Mansimov çıkıp beni Fethullah Gülen ile Mehmet Ağar tanıştırdı deyince, hiç ummayacağınız yayın organlarından yine gerçeği örten, gizleyen röportajlar yayınlanıyor. Bu dediğim öyle eski zamanlarda, daha dün yaşandı.