Gündem

Ergenekon savcıları kendi kuyularını kazıyor

İnsel, Ergenekon kapsamında tutuklanan gazeteci Ahmet Şık ve Nedim Şener'in davalarında endişelenilmesi gerekilen yegane olasılığı yazdı

15 Mart 2011 02:00


T24- Yazar Ahmet İnsel, Ergenekon kapsamında tutuklanan gazeteci Ahmet Şık ve Nedim Şener'in davalarında endişelenilmesi gerekilen yegane olasılığı "gerçek Ergenekon suçlularının Yargıtay’da, AİHM’de açtıkları davaları kazanmasının koşullarını Ergenekon savcılarının istemeden hazırlaması" olarak gösterdi.

İnsel'in Radikal gazetesindeki köşesinde yayımlanan (15 Mart 2011) yazısı şöyle:


Demokratlığın pusulası şaştığında


Demokraside kanuni olanla demokrasi açısından meşru olan doğal olarak eşleşmezler. Böyle olsaydı, örneğin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi bir kuruma ve onun dayandığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi temel referans metnine ihtiyaç olmazdı. Bu ihtiyaç sadece demokrasilerin Nazizm, faşizm ve Stalinizm gibi totaliter barbarlıklar karşısında eli kolu bağlı kalması nedeniyle ortaya çıkmadı. Bu barbarlıklar seviyesinde olmasa da iki dünya savaşı arasında demokrasileri teslim alan otoriter eğilimlere karşı bir panzehir olarak tasarlandı. Muhalif olanın, aykırı olanın, azınlık olanın şiddete, ırkçılığa, darbeciliğe bulaşmadıkça egemen siyasal güç tarafından yargı veya kolluk güçleri yoluyla bertaraf edilmemesinin güvencesi olarak kuruldu.

Bugün Ergenekon davasından yargılanan, adam öldüren veya öldürten, suikast ve benzeri eylemler düzenleyen veya bunları özendiren, yasanın kendisine verdiği silahlı güç kullanma yetkisini yürürlükteki anayasal düzene bağlı hükümeti devirmeye teşebbüs için kullanan kişiler esas olarak yargılanıyor. Kuşkusuz bunlar yasaların öngördüğü ağır cezalara mahkûm edilmesi gereken suçlar. Umarız önümüzdeki dönemde açılan ilk davalar zanlıların suçlulukları somut olarak ispatlanarak, mahkûm olmalarıyla sonuçlanır.


Suçun ispatı


Ama AİHS, bu davaların da adil yargılanmasını şart koşuyor. Örneğin yalnız ceza davalarının değil, bütün davaların asli kuralı, suçlayanın suçu ispat etmesi, suçun somut delillerini ortaya koymasıdır. Basına yansıyan Şener ve Şık’la ilgili savcılık sorgu tutanağında bu ilkeye riayet edildiğini söylemek mümkün mü? Atfedilen suçun tam ne olduğu, maddi kanıtlarıyla belirtiliyor mu? Tutukluluk halinin fiili cezaya dönüşmemesine ne ölçüde riayet ediliyor?

Bütün bu soruları Ergenekon davalarının Türkiye’nin kirli geçmişiyle hesaplaşması ve yeni bir demokratik cumhuriyetin kurulması açısından olağanüstü önemi haiz bir dava olduğuna inanan hukukçular dile getiriyor. Bu eleştirileri cemaat borazanı yayın organları ve gazeteciler var güçleriyle itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Bu duruma elbette şaşırmıyoruz. Ama demokrasi ilkelerine inancının ve demokrasi bilincinin eksik olduğundan şüphe edemeyeceğimiz bazı arkadaşlarımızın, Şener ve Şık’ın Ergenekon’a teyellendirilerek tutuklanmaları karşısında iğreti bir tavır takınmaları düşündürücü. Savcının yapmadığı işi yapmaya, suçun somut delillerini sergilemeye çalışanlar da var. Ama işlendiği iddia edilen suç, silahla, bombayla, örgütlü şantajla, yönetime el koymakla değil, kitap yazmakla alakalı olduğu için, birdenbire bu kişiler zihniyet polisliği rejiminin savcı yardımcısına dönüşüyor. İğreti demokrat duruşu bile korumakta zorlanıyorlar. Ulvi amaca ulaşmak için kullanılan araçlar da ulvidir türünden bir tavrın buzlu sularında kulaç atmaya başlıyorlar. Bunların tablonun bütününü görmek için kaçınılmaz yol kazaları olarak abartılmamasını tavsiye etmekle yetinmeyip, “O kitabı, o bölümü sen mi yazdın?” sorusu etrafında ceza yasasında olmayan bir suç yaratıyorlar.

Bir kişinin karısının televizyonda eşinin kitap yazdığından haberdar olmadığını söylemiş olmasını, o kitabın bütünü veya bir kısmının başkası tarafından yazıldığını tahmin etmek için yeterli bir delil olduğuna ikna olmamız isteniyor. Ardından özel yetkili bir savcıya bunu kimin yazdığını soruşturma yetkisi de fütursuz biçimde tanınıyor. Piyasada satılan, hakkında toplatma kararı bile alınmamış bir kitabın bir bölümünü –velev ki öyle olsun- yazmış olmak, nasıl özel yetkili ceza yargısının alanına giren bir suç olur? Habercilik faaliyetinin normallik sınırını özel yetkili ceza mahkemesinin belirlediği rejime hangi sıfat yaraşır? Ergenekon konusunda farklı bir kanaatin oluşması için çaba göstermek cezai anlamda bir suç mudur?

Bugün endişe edilmesi gereken yegâne olasılık Ergenekon davasının çuvallaması değildir. İleride gerçek Ergenekon suçlularının Yargıtay’da, AİHM’de açtıkları davaları kazanmasının koşullarını Ergenekon savcılarının istemeden hazırlıyor olmalarından da bir o kadar endişe etmemiz gerekmiyor mu?