Gündem

Eren Aysan şair Refik Durbaş'ı yazdı: Sen hiç unutulur musun?

"Geçen günler..."

03 Aralık 2018 10:23

Eren Aysan

Tomris Uyar'ın "Tanışma Anları" adını verdiği güncesi "Bir Uyumsuzun Notları" alt başlığıyla yayımlanmıştı yanlış hatırlamıyorsam. Uyar, yazma melekesinin verdiği aşkınlıkla yazarlarla tanıştığı zamanların sırlarını veriyordu okura. Aynı zamanda tanışıklığın büyülü anlarında yazarın portresini de çiziyordu. Uyar'ın kitabından sonra belki de "ilk bakışta aşk"ın niceliğine kendimi kaptırdığımdan başlangıçlar hep içimi ürpertti.

Yıllar önce Vüs'at O. Bener, evine uğradığım bir akşamüstü Orhan Koçak'la tanışmasını gülerek anlatmıştı. Koçak, Vüs'at Amca'yı telefonla aramış, "Sizinle tanışmayı çok istiyorum. Tavukçu'da rakı içebilir miyiz?" demiş. İster istemez insan düşünüyor, rakı masasına davet ederek tanışmak nasıl bir duygu acaba? Şimdilik böyle bir deneyimim yok. Olmasını ister miyim? Kesinlikle…

Adnan Azar, Ahmet Erhan ve Hüseyin Ferhad'la âlelade bir kahvede nasıl tanıştığını anlatmıştı bana. Yan masada hararetli bir şiir tartışmasının kahramanları Ahmet Erhan ve Hüseyin Ferhad. Önlerinde "Türk Dili" dergisi. Yeni yayımlanan şiirleri tartışıyorlar. Adnan Azar kulak misafiri. Üstelik dergide şiiri de çıkmış. Sıranın kendisine gelmesini mahcubiyetle bekliyor.

Akif Kurtuluş, Refik Durbaş Karanfil Sokak'tan geçiyormuş (Ahmet Arif'in de sokağıdır!) diye anlatıyor:

"Avukatlığa yeni başlamışım, kıçı kırık levham var sokağa bakan balkonda. Büronun zili çaldı. Kimse yok benden başka kapıyı açacak. Açtım. "Sen şair Akif Kurtuluş'sun."

"'Gel Refik Durbaş Ağbim' dedim.

"Birbirimizi tanımıyoruz. Nasıl muhabbetti anlatamam ya da bir gün anlatırım. Mesela bir küçük cümle: 'Sen de genç şairsin, bana da genç şair diyorlar nasıl olacak bu?' Yıllar geçmiş. 'Kura çekelim Ağbi' dedim. Çok güldü. Çok güldük."

Refik Abi'yle nasıl tanıştığımı hatırlamıyorum. Bir insanla nasıl tanıştığını bilememek, sadece bir duygu soğanı üzerinden bir şeyleri tartmak, düşünmek hayli tuhaf aslında. Sanki hayatımda hep varolmuş gibi. Çocukluk anılarından bir şeyler gelip geçiyor öyle. Pavese Usta demişti zaten: "Günleri değil, anları hatırlarız."

Yıllar yıllar önce… tek kanallı TRT yılları. O kadar eski yani. Bir dizi var "Çaylar Şirketten…" Babam diyor ki, "Bak, Refik Ağbin yazdı sayılır bu diziyi…" Çünkü dizi onun dizeleriyle başlıyor. Çok sonradan kitabı, "Çaylar Şirketten"i okuyorum. İçimde kalan sızıyı biliyorum. Diziden hatırımda kalansa pek bir şey yok.

Seksenler de karanlık… Şimdi de karanlık… "Yeter artık yeter!" şarkısı daha yüksek sesle mi söyleniyor, ne? Yılmayan, durmayan, sıkılmayan, ellerinden geleni ardına koymayan çok adamımız var. Onlardan biri hep Refik Abi. İyi ki… derdini dinlemediği kimse yok. Kimi zaman bir hükümlü, kimi zaman bir işçi. O yüzden şiirleri bu kadar insan belki. Diğer taraftan şiirini toplumun bütün katmanlarıyla kuran bir kuşağın son temsilcilerinden biri. Yitip gidiyorlar işte!

Gezginliği şairliğinden. Sokağı hep başka gördüğünden. "Mardin"le ilgili yazdığı o şiirsel kitap unutulur mu?

"Mardin kenti./ Adım, nice söylencenin adı olmuştur./ Birini anlatmak isterim./ Babam, Dicle'nin elinin değdiği yerlerin hükümdarı idi./ Safran ve baharat, ipek ve bakır kervanları/ onun ülkesinden geçerek ölümün ve hayatın / sırrını aramaya çıkardı./ Yeryüzü cennetinin sevgileri, sevinçleri/ babamın hükmündeki topraklarda vermişti ilk filizlerini..."

Mardin'in hikâyesi, içinin ateşini Dicle'nin serin sularında söndüren bir gencin de hikâyesidir. Bu ateşin içinde şimdi kırk dört bilge köylü insanın bedeni kavrulmuştur. Şiirin son iki dizesi ise, yani "Şair, sen kiminle konuşursun/ Mardin yoldaşın değilse?"dir.

Kitaptan söz açtığımda Refik Abi, "Ben efsanelere inanırım demişti." Ben de artık inanıyorum.

Sinema merakı güçlü mü güçlü. Hiç aklımın ucundan geçmeyen filmlerin hiç bilmediğim karelerini anlatıyor. Kırık sesiyle eğlenceli bir hikâye anlatıcısı o. Şaşkınlıkla dinliyorum. Bir de nüktedan. Esprisi içinde saklı.

Hep güleç. Birkaç yıl evvel onunla bir arkadaşımı, Burak Cop'u tanıştırmıştım: "Ne kadar genç ve ne kadar yakışıklısınız," demişti. Kahkahalarla gülmüş ve daha da dikelmişti bedeni. Bütün gece bu sözün üzerinden gençliğe atıfta bulunmuştu. Neredeyse sabaha kadar oturmuştuk, eşi Bilge de vardı. Şen bir gece… Beylerbeyi'nde başlayıp Moda'ya uzanan… her şey daha dün gibi oysa.

Sonra Cemal Süreya Ödülü'nü aldığımı haber veriyor. "İlkin seçici kurul adına aradım. Ödülü sana verdiğimizi söyleyeyim. İkincisi Refik Ağbin olarak konuşayım. Hak edilmiş bir ödül bu. Aferin!" İçim kıpır kıpır…

Eski fotoğraflar öyle söylüyor: 2010. Ankara'ya davet ettim onu. Behçet Aysan Şiir Ödülü Törenine… sadece tarihini sordu. Küçük valizini alıp geldi. O kadar… Amasız. Tören sonrasında hep birlikte oturuyoruz. Ahmet Telli, Vedat Sakman, Zeynep Altıok bir arada, yine. Ülkede yaşanan her türlü vandallığa karşı yine gülmeyi başarabildiğimiz gecelerden biri. Rakı masasında kendi dizesini okumayı seviyor. Bence de şiirimizde yazılmış en iyi dizelerden… "Şarabı sev, tütünü incitme, beni de unut artık!"

Sen hiç unutulur musun Refik Abi?