Darbe girişimine ilişkin davalarda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı temsil eden avukat Hüseyin Aydın, 'FETÖ' şüphelisi askerlerin mahkemede savcılık ifadelerini reddederek darbe girişimini önceden bilmediklerini, cemaat üyesi olmadıklarını iddia etmelerine ilişkin olarak "Sanıkların inkârcı tavrı sürpriz olmadı. Senaryo uyduruyorlar. Aldıkları eğitimin en önemli ayağı kendini gizlemek. Örgüt, mensuplarına ilk olarak yalan söylemeyi öğretiyor. Sonra bu bir yaşam tarzına dönüşüyor" görüşünü savundu. "İlk aşamada, kendilerine isnat edilen darbe eylemini inkâr etmeleri gerekiyordu. Şu anda onu yapıyorlar. Bu bizim beklediğimiz bir şey" diyen Aydın, "Soruşturma aşamasında olayın sıcaklığı ile itirafçı olan kişilerin de vazgeçtiğini görüyoruz. Çünkü örgüt ile temasları devam ediyor" yorumunda bulundu.
Darbe girişiminin yaşanmasının hemen ardından Fethullah Gülen’in "tiyatro" ve "kontrollü darbe" gibi söylemleri olduğunu belirten Aydın, "Bu, örgüt mensuplarına 'Bu şekilde bir algı oluşturun' talimatıdır" görüşünü dile getirdi.
15 Temmuz günü MİT'e "Hakan Fidan alınacak" ihbarını yapan pilot Binbaşı O.K'nın görüşme tutanağında "Darbe olabilir' dediğimi çok net hatırlıyorum" ifadesinin yer aldığı belirtilmişti. Avukat Aydın, "Darbeye katılacak örgütün bir hücresinden olan binbaşı, sadece o hücreye verilen vazifeyi biliyor. O vazife kapsamında bildiklerini MİT’e giderek anlatıyor. O gün gelen ihbarın bir darbe ihbarı olduğuna dair elimizde hiçbir veri yok. Dosyada da yok" dedi.
"FETÖ mensuplarının devletin tüm kademelerinde önemli oranda kadrolaşmaya gittikleri için 15 Temmuz öncesi soruşturmaların ağır ilerlediğini" savunan Aydın şöyle devam etti: "Soruşturmaları son derece usta bir şekilde işlevsiz hale getirmeye dönük çalışmalar yaptılar"
Habertürk gazetesinden Fevzi Çakır'a konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı darbe davalarında temsil eden avukat Hüseyin Aydın'ın açıklamaları şöyle:
Sürpriz olmadı: Yargılamalar sırasında gözlemlediğimiz şeyler bizim için sürpriz olmadı. Bir kere bu örgüt mensupları hiçbir şekilde işledikleri suçları ve bu örgütün mensubu olduklarını kabul etmiyor. Davaların tamamında bir senaryo uyduruyorlar. Toplumun ya da yargılamayı yapanların dikkatinin kendilerinden çok uydurdukları senaryoya odaklanmasını istiyorlar. Örgütün mensuplarına verdiği bir eğitim var. Bunun en ayırt edici özelliği tedbir adı altında verdikleri eğitimdir. Bunun ise en önemli ayağı kendini gizlemektir, kendini gizlemek için insan farklı bir kimliğe bürünür. Bunun için örgüt, mensuplarına ilk olarak yalan söylemeyi öğretiyor. Örgütün tedbir eğitiminin amacı kişiye aslında yalan söyleme becerisi kazandırmaktır. Bu, sadece o anda öğrenilip icra edilen bir şey değil. Örgüt yöneticileri tarafından, ‘Artık açığa çıkabilirsiniz’ denilene kadar sürdürülmesi gereken ve zaman içinde yaşam tarzına dönüşen bir hadisedir.
Aklamaya yönelik: İlk aşamada, kendilerine isnat edilen darbe eylemini inkâr etmeleri gerekiyordu. Şu anda onu yapıyorlar. Bu bizim beklediğimiz bir şey. Soruşturma aşamasında olayın sıcaklığı ile itirafçı olan kişilerin de vazgeçtiğini görüyoruz. Çünkü örgüt ile temasları devam ediyor. İkincisi ise bunun bir Fethullahçı darbe olduğu gerçeği. Bunu da kesin olarak inkâr ediyorlar. Bu, kendilerine ilişkin darbe eyleminin inkârından daha önemlidir. Çünkü örgüt mensuplarının kişiliği, bu örgütün yanında hiçbir şeydir. Burada örgütün aklanmasını, kendilerinin aklanmasından daha önemli görüyorlar. Kendilerini aklamaktan çok örgütü aklamaya dönük savunma gerçekleştiriyorlar.
Senaryo: Sadece darbeye iştirak ettiklerini inkâr etmekle yetinmiyorlar, bunun FETÖ’cü bir darbe olmadığını söylemekle de yetinmiyorlar. Bunun yanında herkesin inanabileceğini düşündükleri bir senaryo üretiyorlar, kontrollü darbe, sivil darbe gibi. FETÖ elebaşı Fethullah Gülen’in hemen darbe girişiminin ardından sarf ettiği “tiyatro”, “kontrollü darbe” vs söylemi var. Bu, örgüt mensuplarına “Bu şekilde bir algı oluşturun” talimatıdır.
Planlama zafiyeti: Darbe başarısız olunca darbenin planlamasında bir kısım zaaflar ortaya çıktı. Çünkü gece 03.00’e göre planlamışlardı. Ama erkene almak zorunda kaldılar. Bu zaaflar üzerinden, “Böyle darbe mi olur, başka bir iş vardır” algısı oluşturmaya çalışıyorlar. Ama esasında planlandığı şekilde yapılsaydı bu darbe gayet koordineli ve iyi hazırlanmış bir darbeydi. Ama erkene alınca planlama zafiyeti oluştu. Bunun üzerinden soru işaretleri çıkarmaya çalışıyorlar.
İhbar verisi yok: MİT Müsteşarlığı’na o gün yapılan bir ihbar, MİT’e yönelik bir operasyon yapılacağına dairdi. Darbeye katılacak örgütün bir hücresinden olan binbaşı, sadece o hücreye verilen vazifeyi biliyor. O vazife kapsamında bildiklerini MİT’e giderek anlatıyor. O gün gelen ihbarın bir darbe ihbarı olduğuna dair elimizde hiçbir veri yok. Dosyada da yok. Darbeciler, bunun bir darbe ihbarı olduğunu, buna rağmen tedbir alınamadığını söyleyerek, “Göz yumuldu” algısı oluşturmaya çalışıyor.
Mesaja bile gerek yok: Geçmişte alınan örgütsel eğitim, örgüt mensuplarına bu tarz olaylarda ne şekilde davranılacağı, ne şekilde konuşulacağı, ne şekilde savunma yapılacağını zaten öğretiyor. Dışardan hiçbir yeni mesaj gelmese bile ne söyleyeceğini kestirebiliyorlar.
Netice değil, algı: Esasında, bu savunmalarla “Netice alırız” beklentisinde olduklarını da düşünmüyorum. Önemli olan bir algı oluşturmak. Ve bu algıyı olabildiğince geniş bir kitleye ulaştırmaktır. Özellikle yurt dışında başarılı olduklarını kabul etmek lazım. “Ne kadar kişinin kafasında soru işareti oluşturabilirsek” diye uzun yıllar bu tavırlarını sürdüreceklerdir diye düşünüyorum.
"Yargının 3'te biri FETÖ'cüydü"
'FETÖ’nün operasyonel kabiliyetlerinin göründüğü tarihin 7 Şubat 2012 MİT süreci olduğunu hatırlatan Avukat Aydın “Yaptıkları o hamle nedeniyle devletin bütün kurumlarında onlarla ilgili ciddi bir tehdit algısı oluştu. 17-25 Aralık sürecinden sonra bu tehdit algısı tavan yaptı. 15 Temmuz sürecinden önce en önemli soruşturma; Başbakanlık çalışma ofisine böcek konulmasına ilişkin olandır” dedi. FETÖ mensuplarının devletin tüm kademelerinde önemli oranda kadrolaşmaya gittikleri için 15 Temmuz öncesi soruşturmaların ağır ilerlediğini savunan Aydın şöyle devam etti: "Cumhurbaşkanı’mız 17 Aralık sürecinden sonra çok net pozisyon aldı ama Cumhurbaşkanı’mızın bu tavrının devlet aygıtları tarafından benimsenmesi zaman aldı. Bunun nedeni ise örgütün, kamu kurumlarındaki varlığıydı. Soruşturmaları son derece usta bir şekilde işlevsiz hale getirmeye dönük çalışmalar yaptılar. 15 Temmuz’dan önce yargı teşkilatının 3’te 1’i FETÖ mensuplarından oluşuyordu. Bu örgütün ne kadar tehlikeli olduğuna dair farkındalık 15 Temmuz sürecinden sonra çok arttı. 15 Temmuz’dan sonra milletin kahır ekseriyeti, bunun Cumhurbaşkanı’mız ile FETÖ arasındaki bir kavgadan ibaret olmadığını gördü. Bu kavganın Türk milleti ile FETÖ arasında bir kavga olduğu anlaşıldı.”
"Tarihimizde bir emsali yok"
“15 Temmuz gecesi yargı teşkilatımız önemli bir sınav verdi. Daha önceki hiçbir darbe savcılıklar tarafından soruşturulmamıştı. Bunun emsali yok tarihimizde. Bu, ilk defa oluyor. O gece girişim öğrenilir öğrenilmez, Ankara ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılıkları başta olmak üzere tüm yargı teşkilatımız darbeye teşebbüs edenler hakkında adli soruşturma başlattı. Hâkim ve savcılarımızın bu anlamda bir tecrübesi olmadı. Daha önce pratikleri olmadığı bir konuda bugün geldiğimiz nokta itibarıyla çok etkili, sağlıklı soruşturmalara imza attılar. Milletimizin beklentisi soruşturmaların bir an önce sonuçlandırılmasıdır. Bu konuda yargı mensuplarımız, insan üstü bir çaba gösteriyorlar. En önemlileri Ankara ve İstanbul’da olmak üzere Türkiye genelinde 130 civarında darbe davası açıldı. 12 gündür devam eden çatı davası bunlardan biri. 1 Ağustos’ta başlayacak Akıncı dosyası da çok önemli. Çünkü darbenin yönetim merkezi Akıncı Üssü’ydü. Bugün itibarıyla soruşturmalar tamamlandı, açılacak davaların büyük bir kısmı açıldı.”
Baroların ilgisizliği üzücü
Millet olarak yaşadıklarımızı çok çabuk unuttuğumuzu vurgulayan Avukat Aydın, baroların darbe davalarına ilgisizliğinden de şikâyetçi: “15 Temmuz’un üzerinden daha bir yıl geçmedi. Yaşadıklarımızı unuttuk demeyelim ama o gün yaşadıklarımızın üzerimizde bıraktığı etkinin giderek azaldığını görüyoruz. Biz çok daha yüksek bir toplumsal duyarlılık bekliyoruz. Barolarımızı çok ilgisiz gördük. Barolar Birliği Başkanı’mız yok, barolar ilgisiz. Bu çok üzücü bir durumdur...”