13 Ocak 2015 18:51
Sivil Dayanışma Platformu (SDP), yolsuzlukla suçlanan dört eski bakanın Yüce Divan’a gönderilip gönderilmeyeceğine karar verileceği gün gazetelere verdikleri “Sağlam İrade” ilanını eleştiren Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök’ü hedef gösteren bir ilan yayımlattı. SDP, Akşam ve Güneş gazetelerine dün verdiği ilanda, Özkök’ü, yayın yönetmeniyken “Hürriyet’i vesayetin odağı haline getirmek”, “kahpece manşetler atmak” ve “öteden beri askeri ve bürokratik vesayetin talimatlarıyla iş yapmak”la itham etti.
SDP, 5 Ocak 2015’te Hürriyet dahil pek çok gazeteye verdiği ilanda “Bakanların Yüce Divan’a gönderilme çabasını, 17-25 Aralık darbe girşimini Anayasa Mahkemesi’nde sonuçlandırma çabası” olarak yorumladı ve Anayasa Mahkemesi’ni “vesayet rejiminin son kalıntısı” olduğunu ileri sürdü. Özkök, ertesi gün çıkan köşe yazısında SDP’yi ve ilanı “Adına ‘sivil’ sıfatını koymuşlar…Ama içeriği askeri muhtıradan beter” ifadesiyle eleştirdi. Özkök, ertesi günlerde ilanda yer alan “Sizler siyasi kariyerinizi ve kazanımlarınızı 'sağlam iradenin' gölgesine borçlusunuz" sözlerini köşesinde eleştirmeye devam etti ve “Hayatını vesayetlere karşı mücadele ile geçiren Cumhurbaşkanı, Meclis'in üzerindeki ‘gölge’ ifadesi hakkında ne düşünüyor” diye sordu.
Ertuğrul Özkök’ün ilanlarını köşesinde eleştirmesine karşılık SDP, gazetelere “Müstemleke CEO’suna mecburi cevabımız” başlığıyla bir ilan verdi. Özkök’e ağır suçlamalar içeren metin şu sözlerle sonlandırıldı: “Sağlam İrade’nı̇n gölgesi de Ertuğrul Özkök gibilere rağmen milletimiz ve bölge halkları için bir serinlik ve esenlik kaynağı olmaya devam edecektir.”
SDP’nin Ertuğrul Özkök hakkında ağır ithamlarda bulunduğu ilanın tamamı şöyle:
Müstemleke CEO’suna mecburi cevabımız
Türkiye’de yaşayan insanlara tek tek sorulsa darbelere ve vesayetçi anlayışlara karşı olmakla bilinen, demokrasiden yana tavır almış bir gazeteci ismi söyleyin: Ertuğrul Özkök ismini söyleyecek bir Allah kulu çıkar mı? Ölçeği biraz daraltalım. Bu gazeteci aynı zamanda genel yayın yönetmenliği yapmış birisi olsun: Ertuğrul Özkök ismini söyleyecek bir Allah kulu çıkar mı? Daha da daraltalım. Bu gazeteci Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmenlerindendir: Yine çıkmaz. Ölçeği bu sefer başka yönden daraltalım: Bu soruyu sadece Hürriyet okuyanlara, hatta Hürriyet çalışanlarına yöneltelim: Yine çıkmaz.
Ama gelin görün ki bu Ertuğrul Özkök 6-7-8 Ocak 2015 tarihlerindeki yazılarında acaip demokrat, acaip darbe ve vesayet karşıtı kesilmiş, demokrasi havariliğine soyunmuş ve Sivil Dayanışma Platformu’nun basın ilanıyla bozmuş durumda. Gölge kelimesine takmış! Başına Sivil Dayanışma Platformu’nun oyunbozan bildirisi düşmüş galiba!
Adamın kelime dağarcığında sivillik, millet iradesi, seçilmiş meclis gibi kelimeler olmadığı için millet iradesinin yansıması olan, oyunbozan ve sağlam iradeye dikkat çeken bir metni çok aşina olduğu darbe, vesayet, tehdit, şantaj, saldırı, iftira kelimeleriyle anlamaya ve güya kendince bir kurnazlık ve ustalıkla yine çok iyi bildiği bir manipülasyon aracına dönüştürmeye çalışıyor.
Bu yazıyı gerçekten demokrat bir gazeteci yazsa hadi neyse denilebilir ve izaha geçilebilir ama muhatap Ertuğrul Özkök olduğunda mizah atmosferinden çıkmadan ve kahkahalar eşliğinde devam etmek gerekiyor. Çünkü izah mizahı bozar. Tabii Ertuğrul Özkök ve demokrasi dendiğinde bunun neresi mizah diyenler olabilir. Kara mizah canım, kara mizah!
Başında bulunduğu gazeteyi adeta vesayetin odağı haline getiren ve attığı manşetlerle, yaptığı manipülasyonlarla vesayet odaklarının maşası olan Ertuğrul Özkök, öteden beri hep askeri ve bürokratik vesayetin talimatlarıyla iş yaptı. Tam bir statüko neferi oldu. Yalan haberler yaparak, kahpece manşetler atarak provokasyonlara imza attı. Algı operasyonları düzenledi. İftiralar attı. Pek çok insanı linçe tabi tuttu.
Son yıllarda alnında ve vicdanında kara bir leke olan geçmişini temize çıkarmak amacıyla eski pislikleri için “pişmanım, hatalıydık, o dönemde herkes öyleydi, aslında yanlış anlaşıldık” gibi basit özürlerle aklanmaya çalışıyor, vicdanını rahatlatmaya yöneliyor, aklı sıra günah çıkarıyor. Ama ne yapsa nafile! Genetik kodlarıyla oynandığı için artık istese de demokrat olamıyor. Pislik çukuru olan geçmişi yakasını bırakmıyor.
Son süreçte artık açıkça ortaya çıktı ki küresel hegemonya, Türkiye’nin demokratik dönüşümünü istemiyor ve kendileri için bir tehdit olarak algılıyor. Bu sebeple bazen doğrudan bazen içerideki taşeronlarını kullanarak her gün yeni saldırılar düzenliyor. Bu ülkenin ayağa kalkmasını istemeyenler ve Türkiye’nin istiklal mücadelesini engellemeye çalışanlar tam da Gençliğe Hitabe’deki şu tespiti doğrular vaziyetteler: “…Şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.”
Elbette bu gelişmeler karşısında bu ülkenin tabanından gelen ve ana damarını temsil eden Sivil Dayanışma Platformu olarak kayıtsız kalmamız mümkün olamazdı.
Bı̇z ı̇nanıyoruz kı̇ Türkı̇ye’dekı̇, bölgedekı̇ ve bütün dünyadakı̇ mazlumlar ı̇çı̇n bı̇r umut halı̇ne gelen ve demokratı̇k dönüşüm hareketı̇nı̇n büyük lı̇derı̇ olan ve gücünü mı̇lletten alan Sağlam İrade, kararlılıkla yoluna devam edecektı̇r. Sağlam İrade’nı̇n gölgesı̇ de Ertuğrul Özkök gı̇bı̇lere rağmen mı̇lletı̇mı̇z ve bölge halkları ı̇çı̇n bı̇r serı̇nlı̇k ve esenlı̇k kaynağı olmaya devam edecektı̇r.
Müstemlekeci vesayetin çığırtkanlığına soyunan Ertuğrul Özkök’ün günah galerisinden bazı yazı ve manşet örnekleri aşağıda sunulmuştur:
Çünkü 28 Şubat darbesi için “28 Şubat bal gibi bir sivil toplum hareketidir.” “28 Şubat, Türk demokrasisi tarihinde çok önemli bir yere sahiptir.” “28 Şubat'ı destekledim. Hayatımın sonuna kadar da savunmaya devam ederim. Üç beş aydın kırıntısı aksini düşünüyor diye de uykularım kaçmaz.” “Yarın bu ülke, 97 şartlarına düşse, yine desteklerim.” diyebilen birisinden sivilliği, demokratlığı, millet iradesini anlamasını beklemek abesle iştigal olur.
Sivil Dayanışma Platformu’nun bildirisini tersinden anlayarak güya bir tehdit olduğunu savunuyor. Bu bildiride güya yalan ve iftira olduğunu, meclise ve anayasal kurumlara saldırıda bulunulduğunu, milletin ve meclisin küçümsendiğini iddia ediyor.
Hayatı iftira, kumpas, tehdit, şantaj, kibirle geçen ve adeta yalanlar girdabında boğulan birinin bu metni başka türlü anlaması beklenemezdi herhalde. Oysa bakın sadece birkaç alıntıyla bile görülecek pis geçmişinde ne yalanlar, ne iftiralar, ne tehditler, ne şantajlar var:
Toplumun bir kesimini küçük görme
Azgın azınlık. İsrail’in Filistin’de yaptığı katliamları kınayan ve bu katliamları protesto edenleri “azgın azınlık” olarak tanımlıyor. Göstermelik 1-2 cümle ile İsrail’i eleştirir gibi yaparken esas tepkiyi her zaman İsrail’i protesto edenlere gösteriyor; onları küçümseyip itibarsızlaştırmaya çalışıyor.
Ertuğrul Özkök Türkiye’de bir başörtüsü sorunu olduğunu ve bu sorunun mağdurları olduğunu kabul ediyor. Ancak her zamanki kurnazlığıyla bu sorunun çözümünü imam hatiplerin kapatılarak azaltılmasında görüyor. Ona göre bu sorunun varlığının sebebi Türkiye’de İslamcıların varlığı. Ona göre sistem, bu AZGIN AZINLIK olarak tabir ettiği İslamcılara karşı bir savunma mekanizması olarak başörtüsü yasağını getiriyor. Milli görüş ya da İslamcılar olmazsa başörtüsü sorunu da olmazdı. Ona göre başörtüsü mağdurları başörtüsü yasağına değil, başörtüsü yasağını dillendiren siyasilere karşı çıkmalı.
Bu ve buna benzer birçok yazıda (ABD’nin Irak’ı işgal ettiği dönemde) hiçbir zaman ABD’nin Irak’ta yaptıklarını eleştirmiyor. Irak’ın yaşadığı en çetin ve kanlı günlerde ABD’nin Irak’taki varlığını sorgulamak yerine devamlı olarak Saddam’ı, Irak’ı, Iraklıları ele alıp Irak’taki koşullardan onları sorumlu tutuyor.
Tam bir Amerikancı
Sivil Dayanışma Platformu’nun, Özkök hakkında ilan yayımlamasına gerekçe olarak gösterdiği 6,7 ve 8 Ocak 2015 tarihli yazılarının ilgili bölümleri şöyle:
06.01.2015
ADINA "sivil" sıfatını koymuşlar...
Ama içeriği askeri muhtıradan beter...
İçinde "darbeden" bahsediyorlar, ama yaptıkları darbeden beter...
"Vesayetten" söz ediyorlar, ama kendileri seçilmiş Meclis'i vesayet altına alma girişiminde bulunuyorlar.
* * *
Dün gazetelerde yayınlanan ve altında "Sivil Dayanışma Platformu" yazan bildiriden söz ediyorum...
Kimdir bu "Türkiye Millet Meclisi'ne adeta muhtıra veren" bildiriyi yayınlayanlar...
Kim kaleme almış veya aldırmıştır...
* * *
-Bildiride anayasal kurumlara saldırı var.
Anayasa Mahkemesi için "Vesayet rejiminin son halkasıdır" denilerek, Türkiye Cumhuriyeti'nin, halkın yüzde 92'sinin oyuyla kabul edilen ve hâlâ yürürlükte olan anayasal düzene meydan okunmaktadır.
* * *
-Bildiride iftira var.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile kurulan Anayasa Mahkemesi "iç ve dış fitne odakları ile işbirliği içinde" gösterilmektedir.
* * *
-Bildirinin her satırında seçilmiş Meclis'i küçümseyen, üyelerine yukarıdan bakan, kibirli ve aşağılayıcı bir tavır var.
Seçilmiş milletvekilleri için, "Sizler siyasi kariyerinizi ve kazanımlarınızı 'sağlam iradenin' gölgesine borçlusunuz" denilerek, hem halkın verdiği oya, hem de o oyu alarak seçilmiş milletvekiline açıkça hakaret edilmekte, aşağılanmaktadır.
* * *
-Bildiride açık bir tehdit ve şantaj var.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde özgür iradeleri ile oy kullanacak milletvekilleri daha şimdiden "fitne odakları ile açık gizli ittifak içinde olmakla" suçlanmakta, açıkça tehdit edilmekte ve "Sizi takip ediyoruz" denilerek açıkça şantaj yapılmaktadır.
* * *
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin seçilmiş üyelerine "haddini bildirme" ihtirası ve kibriyle kaleme alınmış muhtıranın sahipleri tarih önünde hesabını zor verecekleri bir sorumluluğun altına girmişlerdir.
Üstelik bunu sanki Cumhurbaşkanı adına yapıyorlarmış hissi vererek, yıllarca o Meclis çatısı altında vesayet mücadelesi vermiş bir Cumhurbaşkanı'nı da ihtiraslarına alet etmeye kalkışmışlardır.
* * *
Muhtıranın altında imzası olanlar anayasal açıdan suç, rejim açısından ise açıkça demokrasi ayıbı işlemişlerdir.
Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki...
Bugün yeni bir vesayet adına Meclis'in haddini bildirmek, onları tehdit ve şantajla hayır oyu vermeye zorlamak için bu imzayı atanlara, yarın tarih yazdıklarıyla, haddini fazlasıyla bildirecektir.
* * *
Son söz...
Bu bildiriyi okurken, 2003 yılında 1 Mart tezkeresini reddeden Yüce Meclis'i düşündüm...
Her türlü gölgeyi ve vesayeti reddeden bir Meclis'ti...
Hem Türkiye'ye hem de vatandaşlarına gurur vermişti...
Kardeşim bu 'gölge' dediğin şey kimin ve neyin gölgesidir
14 satırlık bildirinin şifreleri çok açık, amacı çok belirgin, adresi çok belli...
-SAHİBİ KİM: Bildirinin altında "Sivil Dayanışma Platformu" diye bir imza varsa da, "sağlam irade" adını verdikleri birinin adına konuşuyormuş hissi veriyorlar.
Bu da insanda, bildiriyi kaleme alan ve yayınlayanların 'Milli İrade'nin sahibi olan TBMM'yi yeterince sağlam görmedikleri izlenimi yaratıyor.
-GÖLGENİN SAHİBİ: Bildiride rejimin üzerinde bir "gölge"den söz ediliyor. Böylece Türkiye Büyük Millet Meclisi üzerinde yeni bir vesayetin kurulduğu açıkça itiraf ediliyor.
Merak ediyorum, hayatını vesayetlere karşı mücadele ile geçiren Cumhurbaşkanı, Meclis'in üzerindeki "gölge" ifadesi hakkında ne düşünüyor.
-MİLLETVEKİLİNİN SAHİBİ: Bildiride milletvekillerinin koltuklarını o gölgeye borçlu olduğu gibi hiçbir demokrasinin içine sindiremedeği bir ifade var.
Türkiye, bir zamanların "Odunu koysam seçtiririm" zihniyetinden kurtulduğuna göre, hem Cumhurbaşkanı, hem milletvekilleri acaba bu ifade hakkında ne düşünüyor.
-KARİYER VE KAZANIM: Bildiride milletvekillerinin "siyasi kariyer" ve "kazanımlarından" söz ediliyor.
Dört milletvekilinin "haksız maddi kazanımları" için oy kullanacak milletvekillerine "kazanımdan" söz etmenin ne anlama geldiğini de size bırakıyorum.
Komedi mi, fars mı, aşağılama ve hakaret mi, yoksa rüşvet teklifi mi...
Ben boş bırakıyorum, siz doldurun...
TÜSİAD böyle bir bildiri yayınlasaydı ne derlerdi
-Ecevit'i bildiri ile indirmeye kalkan TÜSİAD'ın vesayetçi zihniyeti hortladı derlerdi.
-Bu bildiriyi yayınlayanları, seçilmiş Meclis'e karşı darbe yapmakla suçlarlardı.
-Bildiriyi yayınlayanlara, çıkar cübbeni-üniformanı, bırak işini, partini kur, siyaset yap derlerdi.
-Yönetim kurulu ve TÜSİAD üyelerinin işyerlerine ertesi gün yüzlerce vergi müfettişini gönderirlerdi.
-TÜSİAD'ı anında Ergenekon'a, "Paralel Yapı"ya bağlarlardı.
07.01.2015
İNSAN hassaslaşınca bazı şeylere takmaya başlıyor.
Ben de Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne ve milletin vekillerine "haddini bildiren", oturdukları koltukları millete değil de bir "gölgeye" borçlu olduklarını tebliğ eden o malum "sivil muhtırayı" okuduğumdan beri o kelimeye taktım.
"Gölge..."
* * *
Normal olarak ilk işim Türk Dil Kurumu Sözlüğü'ne bakmak oldu.
"Gölge" kelimesininin anlamını şöyle veriyor:
"Saydam olmayan bir cisim tarafından ışığın engellenmesiyle ışıklı yerde oluşan karanlık..."
Aynı sözlükte ikinci alamı şu:
"Ne olduğu anlaşılamayan karaltı, siluet..."
* * *
Tarifleri okuyunca kafam karıştı ve malum bildiriyi kaleme alan şahıs veya şahsiyetlerin niyetini anlamakta zorlandım.
Muhtırada "gölge" ile ilgili bölümleri kelimenin sözlük anlamına bakarak yorumladığımda önüme şöyle bir manzara çıkıyor:
-BİR: Türkiye Büyük Millet Meclisi aydınlık bir yer...
-İKİ: Üzerinde "ışığı engelleyen karanlık bir gölge" var...
-ÜÇ: Ve bu, "Ne olduğu, kim olduğu anlaşılamayan bir siluet.."
* * *
Bildiriyi yazan veya yazdıran arkadaş...
Kızma, esip püfürme, ateş etme...
Sadece bu tarihi muhtıranın şifrelerini çözmeye çalışıyorum.
Sandığa gittiği zaman, halkı, dolayısıyla kendini de temsil edeceğine inandığım milletvekilleri, partiler ve Meclis için oy kullandığını sanan bir saftorik olduğum için de hâlâ merak ediyorum.
Nedir ve kimdir bu Yüce Meclis'in üzerine düşen karanlık gölge...
* * *
-Yanlış anlaşılmasın...
Muhatabım bir kurum, seçilmiş bir insan veya anayasal bir kurum değil.
Tek muhatabım var, o da milletin vekillerini tehdit eden, aşağılayan, milletin vekillerini Cumhur'un Reisi ile karşı karşıya getirmeye çalışan bu nifak metnini kaleme alanlar...
* * *
-Yine yanlış anlaşılmasın...
Kılavuzum, bir "Paralelci", bir "Ergenekoncu", bir şucu veya bucu değil...
Türk Dil Kurumu Sözlüğü'ne danışıyorum ve cevabını devletin bu resmi kuruluşundan alıyorum.
Yani bilirkişi çok sağlam...
* * *
Çünkü anlıyor ve hissediyorum ki, Türkiye bu sivil muhtırayı daha uzun yıllar konuşacak...
Konuşmalı ki, Meclis üzerindeki son vesayet, son gölge de artık kalksın…
08.01.2015
GEÇEN pazartesi günkü Meclis'e muhtıra niteliğindeki "gölge bildirisi"nden sonra dün Hürriyet'in iç sayfalarında bir bildiri daha yayınlandı.
* * *
Bildiriyi baştan sona okudum.
- O anki tepkim şuydu:
"İşte altına benim de imza atacağım harika bir demokrasi ve hukuk bildirisi..."
- İçeriği okuduktan sonra altındaki imzalara baktım.
Oooo hemen hepsi Cemaat yanlısı dernek ve sivil toplum kuruluşları.
- İkinci tepkim şu oldu:
"Vay canına, demek ki artık böylesine demokrat ve vicdanlı bir hale gelmişler..."
- Üçüncü tepkim şu oldu:
"Keşke 2007'de o vicdansız ve skandal davalar başladığında böyle bir bildiri yayınlasalardı..."
- Dördüncü tepkim şu oldu:
"Olsun, bu noktaya geldilerse ve samimilerse bu da Türkiye açısından çok önemli bir şeydir."
* * *
En sonunda yaşadığım hayata, gördüklerime, tanık olduklarıma baktım ve şunu düşündüm:
- Bu ülkede bir zamanlar silahlı devrimleri savunan solcular, 12 Mart ve 12 Eylül'de öyle bir dayak yediler ki sonunda demokrasinin nimetlerini keşfettiler.
- Bu ülkenin ülkücüleri 12 Eylül'de öyle bir dayak yediler, işkence gördüler ki sonunda demokrasinin nimetlerini keşfettiler.
- Bu ülkenin İslamcı kesiminin Cemaat kanadı şu sıralar öyle bir dayak yiyor ki, galiba onlar da demokrasinin nimetlerini keşfedecekler.
- Bu ülkede demokrasinin nimetlerini keşfetmeyen tek kesim kaldı. "Milli Görüş" gömleği ile siyaset yapanlar.
İnşallah bir gün onlar da öyle bir seçim dayağı yerler ki, demokrasinin nimetlerini onlar da keşfederler. Ve Türkiye'nin bundan sonraki demokrasi dersleri sadece sandıkta alınır ve artık kimse haksızlık, eziyet, baskı görmez, dayak yemez...
İki bildiri arasındaki dört çok önemli fark
ÜÇ gün arayla Hürriyet'te iki platform adına yayınlanan tam sayfa iki bildiri arasında şu farklar var:
- 'Gölge muhtıra' Hürriyet'in daha pahalı olduğu arka sayfasında, Cemaat bildirisi ise iç sayfalarda yayınlandı.
Bu da 'gölge muhtıra'yı verenlerin parasının daha fazla olduğunu gösteriyordu.
- 'Gölge muhtıra'da demokrasi ve hukuk devletinden hiç söz edilmiyor, tam aksine milletvekillerinin koltuklarını millet değil, bir "gölge"ye borçlu oldukları belirtiliyordu.
Cemaat bildisirinde ise tehdit yok, davet vardı. Avrupa Birliği üyeliği, demokrasi, hukuk devleti ve devlete olan güven duygularından söz ediliyordu.
- 'Gölge muhtıra'da bildiriye imza atan derneklerin isimleri yoktu. Cemaat bildirisinde 890 sivil toplum kuruluşunun imzası olduğu belirtiliyor ve bunların 300'e yakınının ismi veriliyordu.
© Tüm hakları saklıdır.