Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın dün iki, üç defa tekrar ettiği “İşimiz kolay değil” sözlerini Hürriyet yazarı Murat Yetkin değerlendirdi. Yetkin, Erdoğan'ın bu sözleriyle "2019 seçimlerini" kast ettiğini söyledi. "Erdoğan gibi güçlü bir liderin önündeki siyasi zorluğu ilk defa bu kadar açık ifadeyle kabul etmesi de kolay değil kendi tabiriyle" diyen Yetkin, "Bu aşamada işi hiç kolay görünmüyor" ifadesini kullandı.
Hürriyet'te Murat Yetkin'in "Erdoğan 2019’u neden zor görüyor?" başlığıyla (8 Ağustos 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
“İşimiz kolay değil”. Dün Rize’de AK Partili hemşerilerine hitap ederken Erdoğan iki, üç defa tekrar etti bu ifadeyi; 2019 seçimlerini kast ediyordu.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan gibi güçlü bir liderin önündeki siyasi zorluğu ilk defa bu kadar açık ifadeyle kabul etmesi de kolay değil kendi tabiriyle.
O yüzden de “Siz kolay edeceksiniz” diyerek AK Partilileri bir nevi seferberliğe çağırdı, hatta iki defa da “Adeta” yeni bir “istiklal savaşı” diyerek.
Erdoğan haklı; 2019 Kasımında öngörülen gelecek seçimde yeniden cumhurbaşkanı seçilmek için yüzde 50 artı 1 oya ihtiyacı var. Bunu eğer ilk turda kimse alamazsa Erdoğan’ın ikinci turda kazanma ihtimali tabii ki var. Ancak aynı zamanda yapılması öngörülen milletvekili seçimlerinde ikinci tur yok. Oysa 16 Nisan halk oylamasıyla getirilen yeni sistem, tasarlandığı gibi işlemesi için Cumhurbaşkanının Meclis’te tek başına iktidar olan partinin başında olmasını öngörüyor. Hal böyle olmazsa Cumhurbaşkanı seçimi tekrarlatabilir ama yine olmazsa “Nereye kadar?” sorusu gelebilir.
Tabii Erdoğan’ın “zorluk” beyanının altında 16 Nisan’da alınan yüzde 51,4 oyu, 2019 seçimlerine kadar koruyamama endişesi yatıyor. Zaten arada 2018 baharında yerel seçimler var ki, dün kendisinin de dediği gibi, AK Parti yerel seçimlerde genel seçimlerdeki oyunun biraz altında alıyor. Kaldı ki 16 Nisan’da Ankara ve İstanbul başta olmak üzere büyükşehirlerde “Hayır” oylarının baskın çıkması gibi bir durumla karşılaştı Erdoğan ve AK Parti.
Üstelik bir de yüzde 51,4 “Evet” oyunun yalnızca AK Parti oylarından oluşmaması gerçeği var. O yüzde 51,4 içinde MHP ve BBP oyları da var. AK Parti, evet Kasım 2015’te yüzde 49,5 oy oranına erişmişti ama referandumda oy kaybına uğradığı açık.
Erdoğan bu gerçeğin gayet farkında görünüyor. Her ne kadar şu sıra Meral Akşener-Ümit Özdağ tarafından kurulmakta olan yeni parti, velev ki MHP’nin 2015’teki yüzde 11,9 oyunu yarıya indirse bile, kalanı dahi AK Parti’yi yüzde 50’ye yaklaştırmaya yetebilir.
MHP lideri Devlet Bahçeli de bu anahtar rolünün farkında görünüyor. Bunun sağlamasını da geçen hafta sonu yaptı. AK Parti yönetiminde bulunmuş Ayhan Oğan’ın “Yeni devlet kuruyoruz, lideri Erdoğan” sözlerine verdiği sert tepkiyle bunun sağlamasını yaptı. Erdoğan’a yaptığı “Cevabını versin” mealindeki çağrı üzerine, Erdoğan dün üst üste ikinci gün, ikinci kez “Devletimiz Türkiye Cumhuriyeti” diye malumu ilan etmek durumunda kaldı. Bir de AK Parti’den Kurucu liderimiz Atatürk” açıklaması geldi.
Bahçeli, Kürt milliyetçiliğine karşı katı tutumunun yanı sıra, Erdoğan’a verdiği stratejik 16 Nisan desteğinin sınırlarını da çizmiş oldu: Atatürk’e saygı, laikliğe saygı olarak.
Diğer yandan Erdoğan ve AK Parti’nin MHP dışındaki milliyetçi ve kendi dışındaki muhafazakâr ve İslamcı oylara da ihtiyacı var yüzde 50’yi garantilemek adına.
Bu sahnedeki önemli oyuncu ise Saadet Partisi... Saadet partisinin yüzde 1 civarında oyu var. İlk bakışta önemsiz gelebilir, ama işin aslı öyle değil. Saadet CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşüne sembolik destek vererek aslında AK Parti’ye yükte hafif ama pahada bir seçime mal olabilecek kadar ağır zarar verebileceği mesajını iletmiş oldu. AK Parti bakımından ondan daha ciddi mesaj, İsrail krizi yaşanırken Saadet’in düzenlediği Kudüs Mitingi oldu. Saadet, yani AK Parti’nin de içinden doğduğu Milli Görüş geleneği her hamlesiyle adeta AK Parti’ye “Bütün zayıf noktalarını biliyorum, tam o noktalara vurabilirim, tabanını etkileyebilirim” demek istiyor.
Tabii 16 Nisan’da destek veren BBP’nin de İsrail krizi sırasında kendi çizgisindeki gençlik örgütü yoluyla sinagogları tehdit ederek Erdoğan ve AK Parti’ye “Biz de buradayız, unutulmayalım” hatırlatması yaptığı hatırlanabilir.
Aslında bazı cemaat, tarikat ve dinsel odaklı kitle örgütleri de, 15 Temmuz sonrası Fethullahçıların yargı, bürokrasi ve AK Parti kademelerinde giriştiği temizlikte boşalan yerleri doldurma niyetinde. Erdoğan’ın dün Rize’de, AK Parti’ye katılacak olanların diğer kimliklerini kapıda bırakıp gelmeleri gerektiğini söylemesi rastlantı değil.
Bu Necmettin Erbakan’ın ilkesiydi; Erdoğan AK Parti’de “Kıblesi aynı olanların” kendi kimlikleriyle var olabileceği federasyon türü bir yapılanma denedi, bu da makro planda başarılı oldu, ama iş gelip 15 Temmuz’a dayandı. Erdoğan yalnız ideolojik bakımdan değil, siyaset ve örgütlenme anlayışı ve çalışma tarzı bakımından da Milli Görüş köklerine yanaşıyor sanki.
Erdoğan’ın bu durumda hem İslamcı, hem muhafazakâr, hem de milliyetçi kesimleri aynı zeminde toplayabilmesinin kolay ve bir o kadar da popülist bir yolu var aslında. O da hem Fethullahçıları, hem de PKK’yı tehdit edecek şekilde idam cezası tartışmasını başlatmak, CHP’yi de siyasi kışkırtmalarla idam üzerinden köşeye sıkıştırmaya çalışmak.
Ama idam cezasının geri getirilmesi Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerin de sonunu getirebilir. Bu ilk başta “Biz ki… “diye başlayan hamasi demeçlerle siyasi rant vesilesi dahi yapılabilir. Ama Türkiye’ye demokratik olduğu kadar ekonomik maliyeti şu anda tahmin edilemeyecek kadar yüksek bir hamle olacaktır.
Erdoğan mutlaka AB ile ilişkilerin ekonomik maliyetini ve bu maliyetin sadece Türkiye’nin değil, kendi siyasi geleceği için ortaya çıkaracağı siyasi maliyeti hesaplıyordur.
Dolayısıyla Erdoğan “Kolay değil” derken haklı; bu aşamada işi hiç kolay görünmüyor.