21 Aralık 2013 21:45
MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın PKK ile Oslo'da yapılan görüşmeler nedeniyle sorgulanmak istenmesiyle başlayan, dershaneleri kapatma projesiyle büyüyen, "cemaate karşı eylem planı yapılmasını" içeren Ağustos 2004 tarihli MGK kararını yayımlamasıyla tırmanan Fethullah Gülen cemaati-hükümet kavgasında karşılıklı olarak en sert açıklamalar bugün (21 Aralık 2013) geldi. Fethullah Gülen, son açıklamasında "haramiliğin görmezden gelinemeyeceğini" vurguladı ve "Hiçbir zaman da demek istemediğim bir şeyi demek geliyor içimden" diyerek bugüne kadarki en sert konuşmasını yaptı. Gülen, "Hırsızı görmeden hırsızı yakalayanın üzerine gidenler, cinayeti görmeyip de masum insanlara cürüm atmak suretiyle onları karalamaya çalışanlar... Allah onların evlerine ateşler salsın, yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun, duygularını sinelerinde bıraksın, önlerini kessin, bir şey olmaya imkân vermesin" dedi. Gülen, kullandığı ifadeleri "O kadar diş gösterildi, o kadar salya atıldı, o kadar kimse tahrik edildi, o kadar o 'twit'lerde o mel’un düşünceler bir yönüyle vizesiz rahat dolaştı ki, demeden edemedim. Şimdiye kadar demediğimi dedim" sözleriyle açıkladı. Başbakan Tayyip Erdoğan da, AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş'la ilgili "ahlaksız bir filmden kare alınıp servis edildiğini" belirterek, "Bu alçaklıktır, şerefsizliktir, namussuzluktur, ahlaksızlıktır. 'Hem dindarım diyeceksin, hem de gözünü kırpmadan, üstelik en iğrenç biçimde masum insanlara iftira atacaksın. Yazıklar olsun" diye konuştu. Erdoğan, 1999 yılından beri ABD'de yaşayan Gülen'i işaret ettiğini düşündüren konuşmasında, "Şunu bilesiniz ki istediğiniz kadar oralara yerleşin, ininize gireceğiz ininize. Didik didik edeceğiz ve devletin içindeki bu örgütleri teşhir edeceğiz" ifadelerini kullandı.
Başbakan Erdoğan, cuma akşamı AKP Genel Merkezi'nde milletvekillerine hitap ederken, Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen ve bünyesinde Bugün gazetesi ile Bugün TV'yi de barındıran İpek grubunu eleştirdi. Altın madenciliği de yapan grubun hükümete muhalefetini eleştiren Erdoğan, Bunların maden ruhsatları ellerinden alınınca bas bas bağırıyorlar. Altın ağalığı yaparken iyiydi. Bunların hepsini açıklayacağım" dedi.
Erdoğan, Karadeniz turu kapsamında bugün (21 Aralık 2013) önce Samsun'da, sonra Ünye, Fatsa ve Ordu'da konuştu. Ünye'de Zaman gazetesinin "İspanya'da polis iktidar partisbine baskın yaptı" başlıklı haberine tepki gösteren Erdoğan, şunları söyledi:
"Milletim bunu bilsin. Bu oyun bütün Türkiye’ye karşı oynanan bir oyundur. Bu kirli oyun bize olmaktan ziyade bizzat milletime karşı, mili iradeye karlı oynan bir oyundur. Bu siyaseti itibarsız kılma girişimidir. Bugün bir gazete yazmış. İspanya’da iktidar partisini polisler basmış ne olmuş? Edepli ol edepli o başlığı atarken. Bir iktidar partisini polis gelip denetleyecekse bunun bi usulü vardır. Bu gazetenin uslubu bu olduğu için sanıyor. A'dan Z’ye. Abdestimizden şüphemiz yok, namazımızdan da şüphemiz yok..."
Ordu'dan cemaate: İnlerine gireceğiz
Erdoğan, Gülen cemaatine göndermeler içeren en sert konuşmasını Fatsa'dan geçtiği Ordu'da yaptı. Ordu'da Cumhuriyşet Meydanı'nda konuşan Erdoğan"Bir iktidarı eleştirirken önce işi iyi bilmesi lazım. Yoksa iftiralarla, kuru iftiralarla 'biz buradan netice alırız' diye ağzına almış, şimdi yeni bir sakız çıktı biliyorsunuz, yolsuzluk sakızı. O bize tutmaz. Bunların da damağına yapışır. Hem yakışır, hem yapışır. Bir netice de alamazlar. Bu oyunları boza boza geliyoruz" dedi.
Erdoğan, "son derece temiz iffetli bir insan" sözleriyle övdüğü AKP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Numan Kurtulmuş ile ilgili "ahlaksız bir filmden kare alıp servis edildiğini" belirterek şunları söyledi:
"Bu alçaklıktır, şerefsizliktir, namussuzluktur, ahlaksızlıktır. Hem 'dindarım' diyeceksin, hem de gözünü kırpmadan, üstelik en iğrenç biçimde masum insanlara iftira atacaksın. Yazıklar olsun. Ne yaparsanız yapın, bu dine zerre kadar zarar veremeyeceksiniz. Bu din azizdir. Kitabımız korunmuştur. Bu alçaklıkları yapanları, bunlara sahip çıkanları, bunlara kol kanat gerenleri tek tek bulacak hukuk önüne çıkaracağız."
Ordu'daki konuşmasında "devlette paralel bir yapı olamayacağını" yineleyen Başbakan Erdoğan, yaklaşık 15 yıldır ABD'de yaşayan Gülen'i işaret ettiğini düşündüren şu ifadeleri kullandı:
"Devlette paralel yapı kurmak isteyenler, devletin kurumları içerisine sinenler, şunu bilesiniz ki istediğiniz kadar oralara yerleşin, ininize gireceğiz ininize. Didik didik edeceğiz ve devletin içindeki bu örgütleri teşhir edeceğiz. Bugüne kadar çetelerle nasıl mücadele ettiysek, uluslarası merkezlerin taşeronu örgütlerle de aynı şekilde mücadele edeceğiz. Bizim Allah'a verilecek bir borcumuz var. Başka kimseye yok. Söylüyorum ya, biz kefenimizle yola çıktık. Vakti saati geldiğinde sahibine teslim ederiz. Bir tek geri adım atmayacağız. Asla ve asla diz çökmeyeceğiz. Burada da söylüyorum. Allah bize yeter, millet bize yeter. Sizin desteğinizle, hayır dualarınızla biz bu tuzağı da bozacağız. Bu tezgâhı da yerle bir edeceğiz."
Gazetelere, televizyonlara, sermaye çevrelerine örgütlerine bakın. Yurt dışındaki, yurt içindeki o malum çevrelere bakın. Bunlar geçmişte bir araya asla gelemezlerdi. Kuruluşlar, çevreler şu anda hükümete karşı, milli iradeye karşı, demokrasiye karşı, ortak hareket ediyorlar. Darbe dönemlerinde kurulan ittifak bir kez daha kuruldu. Bu ittifaklar, hileler, tuzak ve komplolar büyük Türkiye yürüyüşünü engelleyemeyecek. Türkiye'yi vesayetten kurtaracağız, karanlık örgütlerden temizleyeceğiz."
Gülen de, cemaatin internet mecrasındaki yayınlarından herkul.org'da "Yolsuzluk" başlığıyla yayımlanan video sohbetinde, bugüne kadarki en sert konuşmasını yaptı. "Demek istemediklerini ilk kez söylemek zorunda kaldığını" vurgulayan Gülen'in konuşması şöyle:
'Asimetrik saldırganlık var'
"Koskocaman camiayı, kendini Allah’a adamış insanları.. Dünden bugüne -dün belki sadece ehl-i ilhad yapıyordu şimdi asimetrik bir saldırganlık var- bir bitirme cehdi ve gayreti var. Fakat bütün bunlar karşısında sarsılmadan, belki sarsılabilir ama devrilmeden...
'Ey Yüce Rabbimiz, biz yalnız sana güvenip sana dayandık. Bütün ruh-u cânımızla sana yöneldik ve sonunda senin huzuruna varacağız' diyerek, efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in cedd-i emcedi Hazreti İbrahim (aleyhisselam) gibi Allah’a dayanıp, sa’ye sarılıp, hikmete râm olmak suretiyle bu dâhiyeleri aşmaya çalışmalı; 'Bu da geçer Ya Hû!' demeli, onun geçeceği anı intizar etmelidir.
Yakışıksız, münasebetsiz şeylere aynıyla mukabelede bulunmamalıdır. Mü’mine 'alçak' dememelidir. Bir gün Allah (celle celaluhu) böyle diyeni, gerçekten realite planında alçaltır da tarihe öyle alçalmış olarak kaydedilir. Gelecek nesiller de onu alçalmış bir insan olarak yâd ederler.
Ayıplarla uğraşmak mü’minin işi değildir. Hem Kur’anın temel disiplinleri, hem Sünnet-i Sahiha’dan çıkan esaslar, hukuk sistemi açısından, fertlerin kusurlarıyla hususi mahiyette meşgul olmanın doğru olmadığını Kıtmir değişik vesilelerle arz etmiştir.
Nitekim yakın tarihte, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Hazreti Mâiz’i, huzurundan üç defa geriye çevirdiğini, dördüncü gelişinde ona şer’î ceza ne ise onu uyguladığını arz etmeye çalışmıştım. Keza arkadan gelen Gâmidiyeli kadını da Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) geriye göndermişti. Fakat onlar ısrarlıydılar. Ancak öyle bir had tatbik edildiğinde arınacaklarına inanıyorlardı. Oysa ki gizli yapılmış günahlarda, insanlığın iftihar tablosunun mülahazası da bu istikamettedir; Cenâb-ı Hakk’a teveccüh edersin, tevbede bulunursun derecene göre, inâbede bulunursun derecene göre, evbede bulunursun derecene göre; istiğfar edersin, 'Allah’ım bütün müstağfirlerin istiğfarı adedince sana istiğfar ediyorum' dersin 've sana tevbede bulunuyorum, Sen Tevvâb’sın, tevbemi kabul eyle; Sen Münîb’sin, inâbeme benim cevap ver; Sen Hazreti Evvâb’sın, ne olur benim evbemi kabul buyur.' Bunlar 'Zümrüt Tepeler'de geçen, Sofi telakkisiyle, Cenâb-ı Hakk’a çok farklı yönelmenin adları ve unvanlarıdır. Erbabı için, bunları burada tekrar etmek, açıklamak zaid olur. Şahsî günahlar karşısında yapılması gerekli olan şey, istiğfar, tevbe, inâbe ve evbedir. Fert bunu yapar, Cenâb-ı Hakk’ın lütfuyla, keremiyle, rahmâniyetiyle, rahîmiyetiyle arınmış olur onlardan. Tevbe bir arınma kurnasıdır. Böylece tertemiz olarak Cenâb-ı Hakk’ın Firdevs’iyle serfirâz olabilir."
'Göz yuman da haramilerle müşterektir'
"Fakat bazı cinayetler vardır ki, bunlar umumun hukukuna tecavüzle oluşmuş günahlardır. Âmme hakkıdır. Âmme hakkı aynı zamanda Allah hakkıdır. İster İslam’ın hukuk sistemi, isterse modern hukuk sistemi âmme hakkına taalluk eden meselelerde kat’iyen müsamahaya gitmezler. Umumun hukuku söz konusudur. Umuma ait şeyler çalınmış çırpılmışsa, bunu ne Mecelle kurallarıyla siz şöyle böyle yumuşatabilirsiniz, ne de başka demagojilerle ve diyalektiklerle. Âmme hakkıdır bu. Umumun hukukuna tecavüz edilmişse, bir tek arpa umum milletin hakkıysa, o yenmişse, o mevzuda birisi göz yumuyorsa, o da o haramîlerle müşterek demektir. İşte orada göz yumulamaz. Burada bu göz yummama mevzuunda esas budur, temel budur, usul budur."
'Dine karşı demogoji'
Belki üslupta hata yapılmış olabilir, usul vardır bu mevzuda. A’ya demek, B’ye demek, C’ye demek, bilmem H’ye demek de üsluptur. Fakat hiçbir zaman usul ve esas, üsluba feda edilmemelidir. O mesâvînin üzerinde durulmalı, nasıl yapılacaksa o pisliklerden insanlar arınmaya bakmalıdırlar.
Suçluluk psikolojisiyle suçlar görünmezden gelinerek harâmîlik, kırk harâmîlik görmezlikten gelinerek, 'Acaba bunu kime atfetsek?!.' (bu mevzuda) gündem değiştirerek 'Halkın dikkat nazarını kimin üzerine çevirsek ki, bir yönüyle belki halk nazarında bu mesâvîden sıyrılmış olsak.” demek.. Bunlar dine karşı diyalektik yapma demektir. Dinin temel disiplinlerine karşı demagoji yapma demektir hafazanallah. Bu da günahı ikileştirme demektir. Bu aynı zamanda toplumun birbirine çok yakın olan parçalarını, moleküllerini birbirinden koparıp atıp işe yaramaz hale getirme demektir. Hafazanallah.
Bu iki şeyi birbirine karıştırmamak lazım. Mâiz günahıyla, Gâmidiyeli kadın günahıyla, ferdî günahıyla karşınıza çıktığı zaman.. İmam Hâdimî’yle alakalı bir şeyi arz ettiğim zaman dediğim gibi, öyle üç defa dört defa gözlerinin kapağını silerek, 'Acaba o mu, değil mi?” diye.. hayır bakma! 'Lâ havle ve la kuvvete illâ billâh' de. 'Allah’ım beni de bunu da mağfiret buyur!' de, çek git arkana bakmadan. Üzerinde durma; fikrinde, korteksinde ona bir yer ayırma. Bir dosyaya yerleştirme onu. Ve gördüğün zaman da kardeşin gibi yine sımsıkı sarıl. Bu ferdî bir hatadır.
Fakat öyle hatalar vardır ki, toplumu temelinden sarsar. Onlara karşı müsamahalı olursanız, onların yaygınlaşmasına, bütün bütün o denâetlerin bütün toplumu sarmasına sebebiyet vermiş olursunuz. Bu açıdan da ister İslâmî hukuk sistemi, isterse de modern hukuk sistemi o mevzuda işleyerek, akı ak, karayı kara olarak ortaya koyması lazım."
'Hırsızlığı, rüşveti Allah biliyor'
"Bir şey olmuştur; ayetin ifadesiyle Allah mü’mini aka çıkarır, temizler, paklar; bir yönüyle de öbürlerini eler, döker, onlar da elenmiş olurlar. Hazreti Pir’in ifadesiyle, elmas ile kömür birbirinden ayrılmış olur. Elması, kömürü birbirinden ayırmadığınız zaman, elmasa bile onun yanında durduğundan dolayı, kömür nazarıyla bakılır.
Önemli olan arınmadır. İçindeki o pislikleri atarak, 'Aktım, ak olmaya çalışıyorum, inşaallah hep ak kalacağım” mülahazasına bağlı daha farklı stratejilerle, daha insancıl tavır ve davranışlarla, daha şefkatli bir muameleyle!.. Başkalarını da boy hedefi göstererek toplum nazarında bir kısım karanlık kalemlerle onları karalamak suretiyle teselli olmak, bu dünyada bir şey olsa bile öbür tarafta hiçbir işe yaramaz. Çünkü mesâvîyi Allah biliyor, harâmîliği Allah biliyor, hırsızlığı Allah biliyor, rüşveti Allah biliyor. Öbür tarafta teker teker tek arpadan hesap sorma esprisine bağlı olarak hepsinin hesabını Allah sorar."
'Şimdiye kadar hiç dememiştim'
"Burada bir şey demek aklıma geliyor. Şimdiye kadar hiç dememiştim. Eğer bu mevzuda bir kısım arkadaşlar kendilerine verilen imkânlarla.. onlar nispet yapıyorlar, falan filan diyorlar, f diyebilirler, g diyebilirler, ç diyebilirler, d diyebilirler, diyorlar.. Bulaştı bulaşmadı mülahazasıyla, belki cinayet sayılabilecek bir kısım icraatta bulunuyorlar. Şöyle demek geliyor yani içimden.. Demeden kendimi alamayacağım. Hiçbir zaman da demek istemediğim bir şeyi demek geliyor içimden. Yoksa Doktor İkbal gibi, Hazreti Pir-i Muğan gibi, tel’ine, bedduaya amin dememek, onları etmemek genel şiarımızdır. Fakat eğer hakikaten bu olumsuz şeylerin üzerine giden arkadaşlar.. Kimse onlar tanımıyorum, binde birini bile tanımıyorum.. Bu işin üzerine 'Hukukun ve aynı zamanda sistemin, dinin ve aynı zamanda demokrasinin gerektirdiği şeyler bunlardır' deyip arınma adına, yıkanma adına, temizlenme adına, kirlerin öbür tarafa kalmasına meydan vermemek adına bir şey yaparken dinin ruhuna aykırı bir şey yapmışlarsa… Bize de nisbet ediyorlar, dolayısıyla ben bizi de onların içinde görerek diyorum.. Dinin ruhuna aykırı bir şey yapmışlarsa, yaptıkları şey Kur’an’ın temel disiplinlerine aykırıysa, Sünnet-i Sahiha’ya aykırıysa, İslam’ın hukukuna aykırıysa, modern hukuka aykırıysa, günümüz demokratik telakkilere aykırıysa.. Allah bizi de, onları da yerlerin dibine batırsın, evlerine ateş salsın, yuvalarını başlarına yıksın. Ama öyle değilse, hırsızı görmeden hırsızı yakalayanın üzerine gidenler, cinayeti görmeyip de masum insanlara cürüm atmak suretiyle onları karalamaya çalışanlar.. Allah onların evlerine ateşler salsın, yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun, duygularını sinelerinde bıraksın, önlerini kessin, bir şey olmaya imkan vermesin."
'O kadar salya atıldı ki...'
"Dememiştim, demeden edemedim. O kadar diş gösterildi, o kadar salya atıldı, o kadar kimse tahrik edildi, o kadar o “twit”lerde o mel’un düşünceler bir yönüyle vizesiz rahat dolaştı ki, demeden edemedim. Şimdiye kadar demediğimi dedim.
Allah her şeye nigehbân. Dünyada kıtmir gibi insanların bir dikili taşı olmadı. Altmış senedir değişik imkânlar onun da önüne geldi. Allah’a hep dua ettim, 'Allahım, kardeşlerimi birilerinin işyerinde, fabrikalarda çalışmadan halas eyleme. Allahım, beni onlarla utandırma' dedim. İşçi olarak çalıştılar, işçi olarak emekli oldular ve hiçbir şeye sahip olmadılar. Çoğu kira evinde oturuyorlar. Kendi adıma da öyle düşündüm, onlar adına da öyle düşündüm. Cami penceresinde üç sene yatarken esasen, işte o dünyanın metaına temas etmemek için.. Altı sene bir tahta kulübede döşeksiz yatarken, dünya mal-u menaline meyletmemek için aynı şeyleri yaptım. Allah buna şahit. Ama başka türlü harâmîlik yapıp, milletin malına menâline el uzattıkları halde hâlâ Müslüman olarak görünüyorlarsa öbür tarafta neyin ne olduğu belli olacaktır.
Gönül, Çalab’ın tahtı / Çalab gönüle baktı / Kim gönül yıktı ise / O iki cihan bedbahtı.
Bir sürü mü’minin gönlünü yıktılar. Kendimizi de istisna etmedim. Haksız, kimse, o mutlaka cezasını bulacaktır."
© Tüm hakları saklıdır.