T24 - Atasoy Müftüoğlu’nun “Zamanın Sınavından Geçmek” adlı son kitabından ilhamla koydum bu başlığı... İslâmcılık fikriyatının bir tür gözden geçirilişi mahiyetindeki bu kitap Hamza Türkmen’in “Türkiye’de İslâmcılık ve Özeleştiri”si ile birlikte okunmalı...
Saadet Partisi’nde yaşanan son çalkantılar, en nihayet Numan Kurtulmuş ve arkadaşlarının partiden ayrılmasıyla sonuçlandı. Sizce de hayret verici bir sonuç değil mi? Ne oldu da Temmuz Kongresi’nden sonra parti hızla dağılma ve çökme haline geçti? Oysa parti, kamuoyu yoklamalarında oylarını artırmış, hatta son referandumda ortaya koyduğu çözüme dayalı siyasal tezler ve performansı ile kilit parti konumuna gelmişti. Halkla ilişkiler bazında da pozitif sinerjisi doruktaydı...
Tuhaf bir parçalanma öyküsü...
Derin bir el, ne sihirdir ne keramet cinsinden bir hızla, mahkemelerin, boykotların, ambargoların yıllardır yapamadığını yaptı... Bağımsızlardan bu yana, ki benim yaşımla akrandır bu macera, önce Milli Nizam, ardından Milli Selamet, Refah, Fazilet... Derken nice cunta darbesi, nice haksız hukuksuz kapatmadan, envai çeşit rejim ve statüko sınavından sonra... Şimdi kendi kendini kapatıyordu sanki Milli Görüş...
Milli Görüş Davası, sadece takipçilerinin ve tabelasında yazılı partilerin resmi geçidi değildir... Aslında Osmanlı’nın inkırazı ve yıkılışından sonra ortaya çıkmış büyük anaforlara karşı Doğu’larda verilen varolma ve uyanış mücadelesinin bileşkesi gibidir İslâmcılık... Doğuların kaybediş, izmihlal, geri kalmışlık, yoksulluk ve sömürgeciliğe itiraz eden aydınlarının yüksek performansla başlattığı ve başta siyasi, akademik ve bilimsel çıkış yollarını arayan, sorumluluk sahibi Müslümanlarının başlattığı bir harekettir... Peki, Milli Görüş’ün, İslâmcılık hareketinin içindeki yeri nedir?
İslâmcılık dediğimiz ve Mehmet Akif’lerden, Efgani, İkbal, Abduh, Carullah gibi aktivist ve düşünürlerden itibaren yola çıkmış, Benna, Kutup, Mevdudi, Begoviç gibi isimlerle devam eden büyük bir itiraz, sorgulama, ihya ve diriliş ekolünün Türkiye’deki son 45 yıllık birikiminin harmanıdır Milli Görüş... Türkiye’deyse, Mehmet Akif, Saidi Nursi, Nurettin Topçu, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Ercüment Özkan, Atasoy Müftüoğlu, Rasim Özdenören, Ali Bulaç, Abdurrahman Dilipak, Abdurrahman Arslan, Hamza Türkmen, Kürşat Atalar, Cevat Özkaya, Alev Erkilet gibi düşünürlerin farklı semptomlar taşısa da söylem ve fikriyatıyla bugünlere kadar taşıdığı entelektüel belleğin; (bir kısmı partileşme hadisesine reel anlamda destek vermemiş olsalar bile) var ettiği, beslediği siyasal pratiktir Milli Görüş... Dolayısıyla sadece partiyi kuranların ve partiye oy verenlerin değil, genel anlamıyla İslâmcılık ana çatısının altında toplaşan tüm hareketlilikler açısından da mühim bir deneyimdir...
Sadece Türkiye’de değil, Malezya’dan Bosna’ya, Bulgaristan’dan Tunus ve Cezayir’e, Güney Amerika’dan Türki cumhuriyetlere kadar, Balkanlar’dan Birleşik Krallığa kadar, Milli Görüş hareketi, tüm Müslümanların siyasal deneyim olarak dikkatle takip ettikleri bir oluşumdur. Dr. Tarık Ramazan’ın dünya Müslümanları açısından önemle ele aldığı iki büyük İslâmi ihya hareketi; Milli Görüş ve Risale-i Nur, Türkiye çıkışlı tezlerdir... İçeriden bakıldığında çoğu kez bağdaşmaz iki hareket gibi gördüğümüz bu ihya teklifleri, dışarıdan ve geniş mercekle bakıldığında, İslâm toplumlarının başarı ve umut dendiğinde uyanış tecrübesi olarak gördükleri İslâmcılık ajandasının içinden değerlendirilir...
Bunları niye söz konusu ediyorum?
Çünkü bizlerin burada lokal çöküşler ve ülkeye has geçici krizler, milli sosyolojiler olarak gördüklerimiz... Dışarıdan bakıldığında sanki konkav bir aynada büyütülerek, devasalaşıyor. Genel bir umutsuzluğa sökün ediyor...
Nice cuntaya karşı mukavemet göstermiş bir siyasi hareket, kendi içinden kendini çökertiyor. Bu, AK Parti’nin Milli Görüş’ten koparak kurulmasıyla yaşanan deneyime benzetilmiyor dışarıdan bakanlar için... Zira o tecrübe, belki bir kriz gibi hissedilse de, şu son yaşananlar, daha içte bir çürümüşlüğe, yanlışlığa işaret ediyor. Sonuçta, “bu iş partiyle, politikayla başarılamazmış”a çıkıyor ki... Asıl tedirginlik duyacağımız sonuç budur...
Bu durum, yani hareketin kendi içinden kendini bitirmesi, eritmesi, kendi kendini yemesi, dış mihrakların bunca yıl başaramadığı bir infisah sürecinin ismi olarak... İslâmcı hareketin, bir tür siyasal hezimeti anlamında ne yazık ki...
11 Eylül sonrası küresel anlamda mahkum edildiğimiz “apolitikal dayatmanın” yol açtığı şu İslâm ve İslâmcılık ayırımını adeta onaylayan bir şablonla karşıkarşıyayız... Ve İslâmın, egemenler tarafından kerhen de olsa salt vicdana mahsus, zararlı görülen pratiğinden arındırılmış, sadece düşünsel bir romantizm haline indirgenerek yakın ama kontrol edilebilir tehlike anlamıyla yeniden tanımlanması... İslâmcılığınsa feci halde zararlı, fundamental ve yakın ama açık terörizmle eşdeğer halde ötekileştirilmesi süreçlerini hep birlikte yaşadık...
Türkiye’deki İslâmcılık deneyiminin siyasal pratiği anlamındaki Milli Görüş’ün yaşadığı çöküş, bu bağlamda sadece lokal, ülkeye has sonuçlar barındırmıyor. İslâmcılığın revaçta olduğu ülkelerin arasında, savaşı ve işgali yaşamayan, demokrasi ve hukuk tecrübesiyle, ekonomisi ve eğitim düzeyiyle diğerleriyle kıyaslanmayacak kadar (kısmen de olsa) iyi durumda olan Türkiye, İslâmcı hareket pratiği bağlamında büyük bir umut anlamındaydı... Pek çok ülke, Milli Görüş üzerinde siyasal ve hukuk mücadelesi formunu benimseme girişimindeydi...
Şimdi ne olacak? Gençliğin enerjisi, büyük ihtimalle daha apolitik deneyimlere yönlenecek. Büyük ihtimalle, akademik, düşünsel, sanatsal çalışmalar, bu iş siyasetle olmaz algısıyla hız kazanacak. Dünyevileşme bir yandan hızını artırırken, daha içe kapalı, küskün ve öfkeli, mikro hiziplere de açık yeni bir muhalefet dili (dilleri) boy atacak...
Milli Görüş’ün içten çöküşünün buhranlarını, önümüzdeki on yıl içinde daha net kavrayacağız... Ne yazık ki, büyük bir siyasi darbe yediğimizin henüz farkında değiliz!
Sibel Erarslan'ın habervaktim.com'da “ZAMANIN SINAVINDAN GEÇEN” İslâmcılık..." başlığı ile yayımlanan bugünkü (4 Ekim 2010) yazısı...