Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, AP'nin AB'ye yaptığı "Müzakereler durdurulsun" çağrısıyla aynı dönemde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'dan gelen "Şanghay 5’lisi içerisinde Türkiye niye olmasın?" açıklamasını değerlendirdi. Demokrasi, basın özgürlüğü ve insan haklarının ŞİÖ'de önemli olmadığını belirten Elekdağ, "Türkiye ŞİÖ'ye katılarak AB ve ABD'den gelen maddi kaynağa sırtını dönerse, başka yerden telafi edemeyeceği yıkıcı kayıplara uğrayacaktır" dedi.
Uğur Dündar'ın Sözcü gazetesinin bugünkü (30 Kasım 2016) nüshasında yayımlanan 'Türkiye, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olursa yıkıcı zararlara uğrar!..' başlıklı yazısı şöyle:
Sevgili okurlarım,
Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye ile müzakerelerin geçici olarak dondurulmasını öneren bir karar alacağının belli olduğu gergin ortamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Özbekistan dönüşü uçakta gazetecilerle sohbetinde,“Türkiye'nin Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) içinde yer alması fikrini, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'le görüştüğünü” açıklaması, birden “Türkiye yüzünü Asya'ya mı çeviriyor?” tartışmasını gündemin ön sıralarına taşıdı. ŞİÖ otoriter devletlerin oluşturduğu, daha çok sınır çatışmalarını ve terörizmi önleme konularına odaklanan, güvenlik merkezli bir yapıya sahip. Örgüt, geliştirmek istediği ortak ticaret alanı hedefinde de henüz yol alabilmiş değil. Bu bakımdan, AB ile aynı işlevi yapan ve onun yerini doldurabilecek bir kuruluşa benzemiyor.Buna karşın Cumhurbaşkanı Erdoğan ŞİÖ'yü, sanki AB'nin yerini alabilecek ciddi bir seçenekmiş gibi değerlendiriyor.
Bu nedenle bilge diplomat, Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile yapacağımız söyleşide “ŞİÖ Türkiye için bir alternatif mi?” sorusuna net bir yanıt arayacağım. Sayın Elekdağ, Türkiye ŞİÖ'ye üye olursa ne kazanır, ne kaybeder?
Türkiye birçok alanda yıkıcı zarara uğrar
Şükrü Elekdağ (ŞE): Ben ülkemizin jeostratejik konumu ve dünya jeo-ekonomik merkezinin giderek Asya'ya kayması nedeniyle, Türkiye'nin ŞİÖ ile yakın bir diyalog ve Asya ülkeleriyle mümkün olduğunca yoğun ilişkileri içinde bulunmasını makul ve gerekli bulurum. Ancak ŞİÖ ile “tam üyelik”, Türkiye'nin ulusal çıkarlarıyla uyumlu olmayan yükümlülükler üstlenmesini ve yeni bir dünya bakışı benimsemesini zorunlu kılar. Son sözümü baştan söyleyeyim. Türkiye'nin tepkisel bir davranışla, yani AB ile ilişkilerinde yaşadığı sorunlar ve düş kırıklığı nedeniyle ŞİÖ'ye üye olması, akla zarar bir davranıştır!.. Çünkü bu sadece bir dış politika değişikliği değildir. Türkiye'nin 200 senelik Batı'ya yönelme sürecinin tersine çevrilmesi anlamına gelir. ŞİÖ'ye tam üyelik statüsü NATO üyeliğiyle kesinlikle bağdaşmaz. Bu bakımdan ŞİÖ'ye üyelik, Türkiye'nin NATO ve AB ile ilişkilerinin kesilmesine yol açar ki, bu da Türkiye'nin Batı dünyasından kopması anlamına gelir. Bu durumda da Türkiye, ekonomi, siyasi ve güvenlik alanlarında yıkıcı zararlar görür.
ŞİÖ Eş Başkanı: Rusya Nato için aktif tehdit kaynağı
Uğur Dündar (UD): Bu çarpıcı bir değerlendirme… ŞİÖ'ye üyelik için NATO'dan çıkmak zorunlu mu?
(ŞE): Kesinlikle!.. Türkiye'nin bu iki ittifak içindeki taahhütleri birbirleriyle uyuşmaz, çatışır. NATO bir savunma ittifakıdır. Bir üyenin uğrayacağı saldırının tüm üyelere yapılmış sayılacağı ve bu saldırıya karşı fiilen ortaklaşa karşı koyulacağını öngören NATO ittifakının 5. maddesi, Türkiye'nin ŞİÖ'ye tam üyeliğine imkân vermez… NATO'nun tehdit değerlendirmesine bakıldığında bu durum açıkça ortaya çıkıyor. Nitekim, NATO'nun 2016 Varşova Zirvesi'nde, ŞİÖ'nün eş lideri konumundaki Rusya'nın (diğer lider Çin), Batı dünyası için “aktif tehdit kaynağı” olduğu vurgulanmış ve Rusya'nın NATO toprakları çevresinde saldırılarda bulunduğu, tehdit ve güç yoluyla siyasi amaçlarını gerçekleştirme yoluna gittiği belirtilerek, bu tehdide karşı aktif askeri önlemler alınması karara bağlanmıştır. Türkiye'nin ŞİÖ'ye katılması şayiaları çıkınca, Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüşen NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in “Eminim ki Türkiye, NATO ortak savunma anlayışını, yani 5. maddeyi zayıflatacak hiçbir şey yapmayacaktır” dediği hatırlanacaktır. Altını çizerek söylüyorum. Bu sözler bir rica olmayıp, diplomatik üslupla Türkiye'nin ŞİÖ'ye tam üye olarak katılması halinde NATO'yla ilişkisinin devam edemeyeceği hakkında yapılan bir uyarıdır…
(UD): Varsayalım ki Türkiye NATO'dan çıktı. O zaman Türkiye'nin kaybı ne olur?
Türkiye'nin Batı dünyası ile ilişkileri biter
(ŞE): Bu yolda bir gelişmenin iki temel sonucu olur: Birincisi, Türkiye'nin Batı dünyası ile ilişkileri kopar. Çünkü NATO ittifakı, savunma alanındaki işlevlerine ilaveten, bugün Türkiye ile Batı dünyası arasındaki en önemli kurumsal-siyasi bağı oluşturmaktadır. İkincisi, Türkiye'nin AB'ye üye devletlerle ilişkileri de ağır darbe yer. Zira, AB'nin 27 üyesinin dörtte üçü NATO üyesidir. Sonuç olarak Türkiye'nin Batı dünyasından kopması ve AB ile ilişkilerinin kesilmesinden, Türkiye, ekonomik, siyasi ve güvenlik alanlarında çok ağır zararlar görür. Zira, Türkiye dış ticaretinin yarısını AB ile yapıyor, sağlamış olduğu dış yatırımların yüzde 75'i AB kaynaklı, turistlerinin büyük kısmı da Avrupa'dan geliyor. Buna ABD'yi de ilave ettiğimiz zaman büyük bir ekonomik ve ticari kaynak oluşuyor. Türkiye ŞİÖ'ye katılarak bu kaynağa sırtını dönerse, başka yerden telafi edemeyeceği yıkıcı kayıplara uğrayacaktır. Rakamsal bir örnek verirsem bu durum daha çarpıcı biçimde ortaya çıkacak. Türkiye 2015'te AB ülkelerine 61.6 milyar, ŞİÖ ülkelerine 7.5 milyar dolar ihracat yapmıştır. Buna mukabil, aynı yıl AB'den ithalatı 79 milyar, ŞİÖ'den ithalatı 47.5 milyar dolardır. Bu durumda, AB ile dış ticaret açığı 17.4 milyar, ŞİÖ ile dış ticaret açığı ise 40 milyar dolardır. Ülkemize gelen yabancı yatırımların da yüzde 75'inin Avrupa kaynaklı olduğu dikkate alınırsa, bu rakamlar Türkiye'nin AB pazarını kaybettiği takdirde içine düşeceği çıkmazı gösteriyor.
(UD): Türkiye'nin kalkınması ve zenginleşmesi için, daha çok yatırım ve ihracat yapması ve daha çok turist çekmesi gerekiyor. Verdiğiniz rakamlarla
ŞİÖ seçeneğinin Türkiye'ye bu imkânları sağlayamayacağı açık ve seçik ortada iken, Cumhurbaşkanı Erdoğan neden“ŞİÖ'ye katılırsak rahatlarız” diyebiliyor…
Demokrasi, basın özgürlüğü ve insan hakları ŞİÖ'de önemli değil
(ŞE): ŞİÖ açısından, insan hakları, demokrasi, bireysel özgürlükler, basın özgürlüğü gibi konular, ŞİÖ açısından fazla önem taşımayan değerler. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın “ŞİÖ'ye katılırsak rahatlarız” demesinin nedeni bundan ileri geliyor. Cumhuriyet Türkiyesi'nin tarihinin en yoğun terör tehdidiyle karşılaştığı bir dönemde, AB'nin, Türkiye'ye terörle mücadelesinde, hedef saptırmaması, evrensel hukuk ve adalet standartlarına göre hareket etmesi, özgürlükleri çiğnememesi yolunda yaptığı uyarılar, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tepesini attırıyor ve yüzünü hiçbir eleştiriye hedef olmayacağı Asya cenahına yani ŞİÖ'ye çevirmesine yol açıyor. Ne var ki, Türkiye'ye beklediği anlayışı göstermeyen Batı ve AB, insani değerler birikimine ve evrensel hukuk standartlarına sahip bulunuyor. İnsanlığın ortak değerlerinden uzaklaşmak ise, Türkiye'yi dünyanın üçüncü liginde yozlaşmış ve geleceği karanlık bir ülkeye dönüştürür. Özetlersem, AB ile ilişkilerde yaşanan sorunlar ve duyulan düş kırıklığı nedeniyle ŞİÖ'ye üye olmak, “gâvura kızıp oruç bozmaya” benziyor. Kısacası, ŞİÖ Türkiye için kesinlikle bir seçenek oluşturmuyor!..
(UD): Başbakan Binali Yıldırım “AB ile ilişkilerin kopması Türkiye'ye zarar verir. Kabul ediyorum, ama Avrupa'ya 3-5 misli zarar verir. Türkiye olmasa, Ortadoğu'daki savaşlardan kaçan mülteciler Avrupa'yı istila eder” dedi. Bu görüş doğru mu?
Türkiye AB'nin zararının çok fazlasına uğrar
(ŞE): Bu görüşün birinci cümlesi tamamen yanlış!.. Kopma olayının Türkiye'ye vereceği zarar AB'nin uğrayacağından birkaç misli fazladır. Sayın Yıldırım, biraz önce izah ettiğim şekilde kopmanın Türkiye açısından tam bir ekonomik çöküntüye yol açacağını dikkate almıyor. Bu nedenle, Ankara'nın, “dayatırsak, AB geri çekilir” görüşüyle hareket etmesi hatalı bir yaklaşım olur. Cumhurbaşkanı'nın “Topunuz evet dese ne yazar; daha ileri giderseniz sınır kapılarını açarız!..” tehdidine gelince, bu tarz ifadeler “3 milyon Suriyeli sığınmacıyı insani amaçlarla ülkemize kabul ettiğimiz” tezini zayıflatıyor. Ayrıca, bu tehdidin karşılıklı restleşmeye dönüşmesinin çok dramatik ve gayrı-insani gelişmelere yol açacağı düşünülmelidir. 15-16 Aralık'ta Brüksel'de toplanacak AB Konseyi'nin sağduyuyla hareket ederek Avrupa Parlamentosu'nun geçici dondurma tavsiyesini dikkate almaması olasılığı mevcuttur. Ankara da sert bir dille AB'ye meydan okumaktan vazgeçerek, bu hususu garanti etmek amacıyla uygun göreceği AB liderleriyle temasa geçmeli. Bu görüşmelerde terörle mücadele stratejisine zarar vermeden, hukukun üstünlüğüne inancını ve evrensel hukuk kurallarına bağlılığını ortaya koymalı. Böylece Mülteci Antlaşması'nın sakıncaları bertaraf edilerek, yürürlüğe konmasına imkân verecek müzakerelere zemin hazırlanmalı.