Emekli askeri savcı Hasan Saim Öztürk, Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'u T24’e değerlendirdi. Kanunla birlikte TSK’nın siyasallaşacağını ve FETÖ etkisinin bu şekilde giderilemeyeceğini belirten Öztürk, siyasette cemaat ve tarikatların etkisine de değinerek, “Ülke bağımsızlığını, üniter devletin demokrasi ve hukuk devletini savunan bir Türk Silahlı kuvvetleri istiyorsak siyaset, Türk Silahlı kuvvetlerinden uzak kalmalıdır” dedi. Öte yandan Öztürk, astsubayların tazminat taleplerinin karşılanmamasını tamamen siyasi bir tercih olarak yorumladı.
TSK Personel Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, TBMM Genel Kurulu’nda yapılan görüşmelerin ardından kabul edildi. 57 maddeden oluşan kanun, 28 Haziran 2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak, yürürlüğe girdi. Emekli askeri savcı Hasan Saim Öztürk, kanunu T24 için değerlendirdi.
Kanuna göre; terör örgütleriyle eylem birliği içinde olan, bu örgütlere yardım eden, kamu imkan ve kaynaklarını bu örgütleri desteklemeye yönelik kullanan ya da kullandıran, bu örgütlerin propagandasını yapan uzman erbaşların sözleşmeleri feshedilerek Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile ilişiği kesilecek.
TIKLAYIN - TSK personeline ilişkin kanun teklifi kabul edildi: Terör örgütleriyle iltisaklı uzman erbaşların sözleşmesi feshedilecek, TSK ile ilişiği kesilecek
Öztürk, 31 Temmuz 2018’de yürürlüğe giren 375 sayılı KHK’daki geçici 35. maddenin bu yıl süresinin dolacağı gerekçesiyle kanuna eklenen bu maddenin FETÖ ile ilişiğini ve terörle mücadelede etkisini şöyle açıkladı:
“Tarihsel sürece bakıldığında Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlayan Kürt isyanlarının birinci Dünya Savaşı'nın sonunda 1918 Sevr Antlaşması'na Kürt devleti kurulması projesi ile yansıdığını görüyoruz. Dönemin Amerika Birleşik Devletleri başkanı Wilson’a ithafen Wilson planı şeklinde ortaya çıkan Anadolu ve Orta Doğu’da Kürtlere özerklik ve Kürt devleti kurulması projesi, 1920’de başlayan ulusal kurtuluş mücadelesinin kazanılmasıyla çökmüş ve uygulama alanı bulamamıştır. Ancak 12 Eylül 1980’den sonra Türkiye ekonomik, sosyal ve siyasal anlamda yeniden şekillendirmeye çalışan batı emperyalizmi ve küreseller etnik Kürt milliyetçiliğini savunan Marksist Leninist PKK örgütünü kurup destekleyerek Sevr Antlaşması'nın yeniden inşası için eyleme geçmişlerdir.
15 Ağustos 1984’te başlayan ve ilk eylemini Siirt’te gerçekleştiren PKK terörüne karşı Türk Silahlı kuvvetlerinin ve güvenlik güçlerinin mücadelesi bu yıl tam 40. yılı doldurmak üzeredir. Binlerce güvenlik görevlisinin şehit olması ve yurttaşların ölümüyle sonuçlanan bu eylemlere karşı Türk Silahlı kuvvetleri hem personel açısından hem de silah ve teçhizat açısından olağanüstü tedbirler almış ve bu mücadele ülke ekonomisine çok ciddi zararlar vermiştir. Alınan önlemlerin içinde ortaya çıkan profesyonel ordu ve personel ihtiyacı yasal değişikliklerle giderilmeye başlanmıştır.
“15 Temmuz öncesi ve sonrasında çok sayıda KHK mevcut”
1990-95 yılları arasında subay olarak görev yaptığımız Milli Savunma Bakanlığı Hukuk Müşavirliği’nde profesyonel bir ordu için yapılan çalışmalara bizzat katıldık. Bu düzenlemelerden amaç Türk Silahlı Kuvvetleri'nin teknik ve kritik görevlerde yetişmiş personel ihtiyacını gidermek için uzman onbaşı ve uzman çavuşların temin edilmesiydi. Yasalarda yapılan çok sayıda değişikliklerle bugüne kadar devam eden profesyonel erbaş istihdamı yine ihtiyaçlara göre değişen mevzuatla sürdürülmektedir. 3269 sayılı uzman erbaş kanunu Türk Silahlı kuvvetleri personel kanundan daha özel ve ihtiyaca dönük düzenlemeler içerir. Hizmetin özelliklerine ve önemine binaen terörle mücadeleyi başarılı kılmaya ve etkisiz hale getirmeye yönelik terörle iltisakı saptananların -yargı kararı ya da disiplin soruşturmalarıyla- sözleşmelerini fesh edilmesi hükmü bu nedenle hukuka uygun olur. Ancak 15 Temmuz öncesinde ve sonrasında darbe niteliğindeki eylemleri kovuşturmak ve katılanların Türk Silahlı kuvvetleri ile hukuki bağını kesecek çok sayıda mevzuat hükmü ve KHK mevcuttur. Keza terörle mücadele yasası bunlardan biridir."
“Ordudaki sızmalar darbeyi getirdi; liyakata öncelik verilmeli”
Kanunla birlikte TSK’nın siyasallaşacağı eleştirilerini değerlendiren Öztürk, kışlaya ve yargıya siyasetin özellikle girmemesi gerektiğini ifade ederek şöyle devam etti:
“Türk Silahlı kuvvetleri içindeki terfi edeceklerin belirlenmesi yetkisi ve bu konuda işleyen sistem FETÖ terör örgütünün 1990'lı yıllardan başlayarak 15 Temmuz darbe dönemine kadar Türk Silahlı kuvvetlerinin kendi içindeki esaslara göre siyasetin bir müdahalesi olmadan devam etmiş ve sonuçta Türk Silahlı kuvvetlerinin bu sızmayı önleyemediği ve elmanın kendi içinde kurtlandığı görülmüştür. Bilindiği gibi 1980’li yılların sonundan itibaren başlayan sızmalar, 2015’lere gelindiğinde darbe yapabilecek imkan ve kabiliyetlere ulaşmıştır. Ancak bütün bu olumsuzlukların önlenmesi ve giderilmesi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin özlük hakları ve terfi sistemini kendilerine bağlayıp siyasallaşmayı meşru kılmak değil, önleyici tedbirleri alıp liyakatı, bilgiyi, yeteneği, cumhuriyet değerlerine öncelik verenleri yetiştirecek önlemleri almaktır. Dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetleri'nin terfi sisteminin bürokrasinin dışında olması, devletin güvenlik birimlerinin ve istihbaratının tehlike halini yetkili makamlara bildirilmesi, yürütmenin ilgili birimlerinin sistemde yol gösterici ve uyarıcı olması gereklidir. Siyasetçilerden bazılarının ve büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün deyişiyle; camiye ve kışlaya hatta yargıya siyaset kesinlikle girmemelidir, tarih bunun acı örnekleriyle doludur.
“Türk Silahlı Kuvvetleri’nin laik, demokratik, hukuk devletine sızması örneğine yaşadık”
Türkiye siyasetinde tarikat ve cemaatlerin etkili olmasının TSK’yı da etkileyeceğini söyleyen Öztürk, şunları söyledi:
“Siyasetin ve siyasi iktidarların Türk Silahlı Kuvvetleri'nin terfi sistemine katılması, iktidarların ideolojik yapısına göre kadrolaşma getirir ve bu durum ülkenin iç ve dış güvenliği açısından son derece tehlikelidir. Yakın dönem siyasi tarihimizde bunun örnekleri mevcuttur. Özellikle demokrasi konusunda henüz emekleme çağında olan ülkemizde son derece tehlikelidir. Ülkemiz siyasetinde tarikat ve cemaatler son derece etkilidir. Siyasete etkisi olan ve siyasetle kol kola yürüyen irticanın siyaseti basamak yaparak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin laik, demokratik hukuk devletine sızması örneğini yaşadık. Bu nedenle ülke bağımsızlığını, üniter devleti, demokrasi ve hukuk devletini savunan bir Türk Silahlı kuvvetleri istiyorsak siyaset Türk Silahlı kuvvetlerinden uzak kalmalıdır.”
“İfade özgürlüğüne aykırı”
Kanun teklif paketinde emekli askerlerin medyaya, basına konuşmasını yasaklayan ve 3 ila 6 ay arasında hapis cezasını içeren bir madde kamuoyundan gelen tepkiler nedeniyle iptal edildi. Öztürk, çıkarılan maddenin basın ve ifade özgürlüğünü kısıtladığını belirterek şunları söyledi:
“Emekli askerlerin, aydınların ve akademisyenlerin medya ve sosyal medyada yaptıkları yorum ve analizlerini somut gizli bilgileri açıklamadığı, devletin iç ve dış güvenliğine zarar vermediği takdirde ceza kovuşturmasına uğraması başta basın özgürlüğü olmak üzere düşünce ve kanaatlerini açıklanması özgürlüğüne aykırıdır ayrıca bu konuda mevcut gerek TCK gerekse ceza kanunda yeterli ve gerekli düzenlemeler mevcuttur.”
“Emeklilerin mağduriyetleri ele alınmalı”
Emekli astsubayların özlük hakkı olan tazminatlarını alamamasının tamamen siyasi bir karar olduğunu söyleyen Öztürk, “Astsubaylarla ilgili tazminat taleplerinin karşılanmaması tamamen siyasi bir tercihtir. Astsubaylar askerlik hizmetinin yürütülmesinde çok yoğun bir emek ve mesai harcar ancak bu konuda çok somut ve açık nedenler oluşmadığı sürece bu talebin yerine getirilmesi zordur” ifadelerini kullandı.
“120 bin astsubaya verilecek tazminatın karşılığı, sarayın bir aylık masrafından daha az”
Emekli astsubay Tamer Cihan ise 120 bin emekli astsubaya verilecek tazminatın karşılığının Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın bir aylık masrafından daha az olduğunu belirterek konuyu şöyle değerlendirdi:
“2 Mart 2024 İzmir mitinginde konuşma yaptım. Girişi şöyleydi; ‘Ülke kaynaklarının nasıl kullanılacağının tasarrufu, tespiti mevcut iktidarın sorumluluğundadır.’ Astsubaylara tazminat verilmemesi konusu ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılarla bağdaştırılıyor. 120 bin emekli astsubay var. Emekli astsubay maaşlarında 10 bin liralık bir iyileştirme 1.2 milyar TL gibi bir karşılık buluyor. Sarayın bir aylık harcaması 1.4 milyar TL. 120 bin astsubaya verilecek tazminatın karşılığı sarayın bir aylık masrafından daha az.
“Ülke kaynaklarının hangi sahalarda kullanılacağının iyi tespit edilmesi lazım”
Ülke kaynaklarının hangi sahalarda kullanılacağının iyi tespit edilmesi lazım. Emeklilerin zaten genel anlamda bir sıkıntıları var fakat 20-30 yıl normal memurluk yapıp aynı ilde masa başında hayati tehlikesi olmadan görev yapanlar var. 30 yıl içinde 10 üzeri tayin görmüş, hayati tehlikeler atlatmış, yüksek meblağlara denk gelen zimmetlerin sorumluluğunu almış, gazi olmuş ve her an hayati riski olan bir astsubay emekliliğinde daha rahat şartlarda yaşamalı. Normal memurla canını ortaya koyan biri arasında fark olması gerektiğine dair kamuoyunda da tereddüt olacağını sanmıyorum. Özellikle 90’lı yıllarda terör tehdidinin ağır olduğu dönemlerde görev yapan astsubaylar yeni emekli oluyor veya emekli. En ağır zamanlarda görev yapmış bir meslek grubunun küçük de olsa bir farkının olması gerekli.”