Medya

Ekşi Elmalar; ağaçlarla kavga eden reis...

"Aşı tutmayanları 'Bana karşı gelmeyecektin' diyerek kestiriyor"

28 Ekim 2016 14:52

Evrensel gazetesi yazarı Çağdaş Günerbüyük, Yılmaz Erdoğan'ın son filmi "Ekşi Elmalar"ı "Belediye başkanlığına üçüncü kez aday olma, kaybedeceksin demişler ama o olmuş. Kaybetmiş. Yine de herkes, kızları bile 'Reis Bey' diyor. Seçim sonucunu tanımamak gibi, inatçı ve her şeye karışan bir mizacı var. 'Bu şehirde iki şey çok meşhurdu' diye başlıyor hikayesi, 'Reisin bahçesi ve reisin kızları. Kızlarının kimseyle konuşmasına dahi izin vermediği gibi, ağaçları da terbiye etmeye kafayı takmış. Aşı tutan ağaçlarla tatlı tatlı konuşuyor da, tutmayanları 'Bana karşı gelmeyecektin' diyerek kestiriyor" ifadeleriyle anlattı.

Çağdaş Günerbüyük'ün "Ağaçlarla kavga eden reis" başlığıyla yayımlanan (28 Ekim 2016) yazsı şöyle:

Belediye başkanlığına üçüncü kez aday olma, kaybedeceksin demişler ama o olmuş. Kaybetmiş. Yine de herkes, kızları bile “Reis Bey” diyor. Seçim sonucunu tanımamak gibi, inatçı ve her şeye karışan bir mizacı var. “Bu şehirde iki şey çok meşhurdu” diye başlıyor hikayesi, “Reisin bahçesi ve reisin kızları”. Kızlarının kimseyle konuşmasına dahi izin vermediği gibi, ağaçları da terbiye etmeye kafayı takmış. Aşı tutan ağaçlarla tatlı tatlı konuşuyor da, tutmayanları “Bana karşı gelmeyecektin” diyerek kestiriyor.
Ekşi Elmalar’ın Reis’i Aziz, izleyenler için çok tanıdık biri aslında. İster istemez yaptığı bir çağrışım var. Ama filmin yazarı ve yönetmeni Yılmaz Erdoğan’ın ilham kaynağının dedesi Sait Atay olduğu biliniyor. Filmdeki Reis darbeye yakın seçimi kaybetse de, Atay 1963 ve 1977’de Adalet Partisi’nden Hakkari Belediye Başkanlığını kazanıp iki dönem yapmış, darbeyi izleyen yıllarda Antalya’ya göç etmiş. Onun hayatından esinlenmişliği yönetmenin elini başka tartışmalarda rahatlatır elbette. Yine de izleyeni kabak gibi gördüğü benzerlik üstüne konuşmaktan alıkoymaz. Rahmetli dede anılıyor diye, tanıdık baskıcı Reis’i nasıl gösterdiğini tartışmamak olmaz.
Hikaye 70’lerin sonunda kaybedilen seçimle başlıyor. Vizontele’den tanıdığımız Artos’un eteklerindeki küçük Hakkari şehrinde. Reis Bey’in hayatında en önemli yeri, ekşi elmalarını aşılayıp tatlı elmalara dönüştürdüğü bahçesi ve istedikleri kişiyle konuşmalarına da, evlenmelerine de izin vermediği kızları oluşturur. Bir de bir daha seçime girmese de sık sık yaptığı Adalet Partisi propagandası. Sadece katı ve baskıcı değil, kavak diye bildiği okaliptüs ağaçlarıyla bataklığı kurutan, dağa teleferik yapmaya niyetlenen geniş ufuklu da biridir. Büyük kızı Türkan, sevdiği adamla evlenebilmek için araya ağayı sokar. Öteki ikisi o kadar şanslı değildir. Reis, Safiye’nin Antalyalı mühendisle evlenmesine onlar gibi olmadığı için izin vermez ama ağanın yeğeniyle evlenen Safiye kocasını Antalya’ya yerleşmeye ikna eder. Hikayeyi anlatan en küçükleri Muazzez, elma bahçesinde tanıştığı Özgür’den yıllarca haber bekler. O ise Ankara’daki fakültesinde her an devrimi beklediğinden aşka zaman ayıramaz. Darbe olur, partiler kapanır, PKK kurulur, çatışmalar Hakkari’nin şehir merkezine taşınır. Biz bunları hızlıca radyo ve televizyon haberlerinden öğreniriz. Geçinmek de zorlaşınca Reis, eşi Ayda ve kızı Muazzez Antalya’ya yerleşir. Reis giderek hafızasını kaybetmekte, Muazzez de beklediği aşkı Özgür’ü ona rahatça anlatabilmektedir. Sonunda, Antalya’da bir elma bahçesinde, kocamış kurt Reis ve diğerleri buluşur ve siz deyin “Bu dünya kimseye kalmaz”, ben diyeyim yaşlılık, hastalık ya da aile bağı, kimseyi aklamaz.

Belediye Başkanı Nazmi'nin yerine AP'li reis var

Filmin adı Vizontele 3 değil. Çünkü partisi böyle vurgulanmayan Belediye Başkanı Nazmi’nin yerine AP’li Reis var, Deli Emin yerine Şîno (Ersin Korkut). Demet Akbağ yok ama Vizontele’de de imzası olan, o zamanlar Kardeş Türküler’deki Erol Mutlu’nun ve Levent Güneş’in müzikleri fazlasıyla benzer. Sermiyan Midyat belediye reisi babaannesinden iki film yapar da Yılmaz Erdoğan yapamaz mı? Elbette yapar. Hem dedesinin hem Vizontele’nin hatırasını yaşatarak, “ilkinde komedi” ruhunu aynı başarıyla sürdürmese dahi, epey eğlenceli ve aynı zamanda duygusal, seyircinin Erdoğan’dan beklentisini karşılayacak bir film. Ama yönetmenin özellikle başarılı olduğu alan, tiyatroya hakimiyetinden gelen dengesi, ritmi, yani komik ve duygusal sahnelerin birbirini izleyişi ve işlenişindeki ustalık; işte o belki en çok bu filmde tekliyor. Bu oyunculuk değil, daha çok yönetmenlikle ilgili bir mesele, oyunculuk performansları ise genel olarak BKM skeci düzeyinin altında değil. Farah Zeynep Abdullah da başarılı ama döktüren isim ablası, Songül Öden.

Bir de, Yılmaz Erdoğan filmlerinin özgünlükten uzaklaşıp popülizmin en belirgin olduğu yer genelde finalidir, ya Vizonteleler gibi bir dönemin bitişine ağıt, ya Neşeli Hayat gibi katarsis denen iç rahatlamasına teslim olarak. Burada da sonu hazırlayan, darbe, PKK, iç savaş gibi meseleleri hızlıca dışarıdan haber metinleri ve yaşanmaz bir şehir imgesiyle yuvarlamak (anlatıcının ifadeleriyle “hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı” gibi ya da Antalya’ya göçün sebebi olarak “memleketin durumu” gibi). Muazzez başta olmak üzere Reis’ten çeken herkes mutlu bir finali ne kadar hak ediyorsa, seyircinin bunamış Reis’e acıma, anlayış gösterme, affetmeye davet edilmesi o kadar sorunlu.
 

Muazzez’in fotoromandan okuduğu ve filmin sonunda tekrarladığı “Şimdiden başka zaman yoktu” cümlesi ile Reis’in nutkunda söylediği “Ancak bugünü hayal edecek kadar aklı olanlar, yarının sahibi olamazlar”ı karşılaştırmak gerçekten anlamlı. Soyutlanmış birer önerme olarak bakınca ikincisi daha doğrudur. Ama film bunu vurgulayacak cesareti göstermese de, burada altı çizilsin: bu bahiste ilkinin eyleme çağrısı, faşizmin sloganı olarak kullanılan ikincisine üstün geliyor.