T24- Prof. Dr. Deher Altıner, Türkiye'ye sığınan Alman bilim insanların durumunu Türk edebiyatında ilk kez kendisinin ele aldığını öne süren Zülfü Livaneli 'nin iddiasını kitaplardan kanıtlar göstererek yalanladı. Altıner, iddianın Livaneli'nin kendi romanının farklı tarihlerdeki içeriği ve Einstein'ın Atatürk'e yazdığı mektubun ortaya çıkış tarihi ile yalanlandığının altını çizdi.
Taraf gazetesinin Telesiyej köşesinde, romanı Serenad'ın Türkiye’ye iltica etmiş Alman bilim adamlarıyla ilgili ilk roman olduğunu iddia eden Zülfü Livaneli hakkında
2007’de yayımlanan ve Türkiye’ye iltica etmiş Alman bilim adamlarını konu alan Sevgili Üniversite romanının yazarı Prof. Dr. Dehen Altıner'le yapılan görüşmeye yer verildi.
Telesiyej köşesinde Zülfü Livaenli'nin iddialarıyla ilgili olarak yayımlanan (25 Nisan 20111) yazı ve görüşme şöyle:
Fikri takibe pek meraklı biri değilim, fikri takibin fazlası fikri buhran yaratabilir diye tırsarım hafiften, takıntıya açık bir bünyem olduğu düşünülür zira.
Ama bazen de şartlar zorluyor insanı.
Bir roman okuyorsunuz mesela, hayatınız değişmiyor ama.. bir başka romanı hatırlıyorsunuz birden.. öyle Proustvari bir hatırlama gibi de değil, açık ve seçik bir canlandırma yapıyor size zihniniz.. bir nevi dejavu gibi.
22 Mart tarihli Telesiyej’de; “Zülfü Livaneli’nin yeni yayımlanan romanı Serenad‘ı okurken, eski tanıdıklara şapka çıkarıp duruyorum nedense.. Serenad‘ın Max ve Nadia’sı, Dehen Altıner’in 2007’de yayımlanan ve Türkiye’ye iltica etmiş Alman bilim adamlarını konu alan Sevgili Üniversite romanındaki Hermann ve Hanna’yı hatırlatıyor çünkü,” demiştim. Üstelik Livaneli, roman kahramanlarına, bu konunun kimse tarafından bilinmediğini, hiç böyle bir şey duyulmadığını tekrarlatıp duruyordu ikide bir:“Ne hakkında yazdığımı soruyor. İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’ye iltica etmiş Alman profesörler hakkında olduğunu söylüyorum. Şaşırıyor, hiç böyle bir şey duymadım diyor. Anlayışla gülümsüyorum, merak etmeyin, kimse bilmiyor, diyorum.” (Sayfa 174)
İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’ye iltica etmiş Alman bilim adamlarıyla ilgili ilk romanı, -kendisi de bir bilim insanı olan- Prof. Dr. Dehen Altıner’in yazdığını da söylemiştim o yazıda; ve iki roman arasındaki benzerlikleri sayfa numaralarını da vererek anlatmıştım.
Balçiçek İlter, 4 Nisan’da Habertürk’teki köşesinde, Telesiyej’in yazısından bahsedip, Zülfü Livaneli’nin kayıtsız kalmamasını, mutlaka bir cevap vermesi gerektiğini söyledi. Zülfü Livaneli, iki gün sonra cevap verdi; hem Balçiçek İlter’e bir mektup gönderdi (6 Nisan, Habertürk Gazetesi), hem de kendi köşesinde, Türkiye’ye iltica etmiş Alman bilim adamları konusunu ilk kendisinin yazdığına dair bir açıklama yaptı. (l0 Nisan, Vatan Gazetesi)
Livaneli’nin, bu konuyu ilk ben yazmıştım, hem de 2003’de tarzı açıklamalarını okuyunca; biraz karmaşık bir hal alan bu hususu, Prof. Dr. Dehen Altıner’e sormak düştü bana.
Sevgili Üniversite romanının yazarı Dehen Altıner’den gelen cevabı aynen yayımlıyorum:
“Sizin yazınızdan sonra Zülfü Livaneli, aşağıdaki üç açıklamasında yanlış beyanlarda bulundu, Hitler’den kaçarak Türkiye’ye gelen Alman profesörler konusunu edebiyatta ilk kez kendisinin işlediğini ve bunu 2003’de yaptığını iddia etti.
26 Mart’ta Vatan gazetesindeki makalesinde; ‘2003 yılında Engereğin Gözü kitabına bir bölüm eklemiş ve Profesör Ludwig Steiner’in hikâyesini anlatmıştım’ dedi. (Ludwig Steinfeld olacak, kahramanının adını yanlış yazmış.)
Balçiçek İlter’in 4 Nisan’daki ‘Livaneli’nin kitabı çalıntı mı?’ başlıklı yazısına ise Livaneli, 6 Nisan’da cevap verdi ve ‘2003 yılında da Engereğin Gözü kitabımın ilk bölümünü Profesör Ludwig Steinfeld’in hikâyesi oluşturdu. Bu bölüm, Serenad‘ın ilk nüvesiydi. Yani bu konuyu edebiyatta ilk kez işleyen benim’ şeklinde bir ifade kullandı.
10 Nisan’da Vatan’daki makalesinde;’Bu konunun edebiyat alanına ilk kez girişi 2003 yılıdır. O yıl, Remzi Kitabevi’nden çıkmış olan Engereğin Gözündeki Kamaşma romanımın başında, Einstein’ın Atatürk’e yazdığı mektubu, Almanya’dan gelen profesörleri ve o dönemin olaylarını işledim’ dedi.
Einstein’ın mektubu 2006’da günışığına çıktığına göre, Livaneli’nin bunu 2003’de kitabına nasıl işlediği düşündürücüydü.
Livaneli’nin ‘Engereğin Gözündeki Kamaşma’ adlı kitabı hakkında yaptığım inceleme sonucunda şunları gördüm:
Livaneli’nin bu romanı ilk kez 2003’de değil, 1996’da yayımlanmış. İlk baskılarında ne Einstein ne Alman profesörler hakkında tek kelime yok. Tamamıyla bambaşka bir konu. Bir haremağasının ağzından bir padişahın katli anlatılıyor.
2008 sonrasındaki baskılara da baktım: romanın başına 16 sayfalık bir bölüm eklenmiş: Meğer harem ağasının elyazmalarındaki anılarını bir Alman profesör bulmuşmuş... Romanın devamında bir daha bu konuya hiç değinilmemiş, roman eskisi gibi kalmış.
Bu bölümü romana katarken Livaneli bir de önsöz yazmış. Alman profesörü romana sonradan neden eklediğini muğlak bir şekilde anlatıyor ve şöyle diyor: ‘Kitabı daha önce okumuş olanların, bu davetsiz misafiri yani Profesör Steinfield’i hoş göreceklerini umuyorum; ne de olsa ikisi de aynı kalemde hayat buldu’.
İşin ilginç yanı bu önsözün tarihi 7 Mayıs 2008: Bu durumda Livaneli’nin, Alman profesör bölümünü, yukarıda söylediklerinin aksine 2003 tarihinde değil 2008’de eklediği anlaşılıyor.
2003 tarihli baskıyı buldum. Bu baskının başına Alman profesör bölümü eklenmemiş, YOK.
2006 baskısını da buldum. Orada da YOK.
2008’de VAR. Aynı tarihli önsözle birlikte.
Bu noktada romanım ‘Sevgili Üniversite’nin Ekim 2007’de yayımlandığını hatırlatmak istiyorum.
Yukarda söylediklerime yorum eklememe gerek var mı? Dehen Altıner“
Gelelim Vehbi’nin kerrakesine...
Anlayacağınız Livaneli’nin eklediği bölümcük, Dehen Altıner’in Sevgili Üniversite’si 2007’de yayımlandıktan sonra - 2008 baskısında- zuhur etmiş. Yazarın, 2011 yılında yayımlayacağı Serenad’a -kendi ifadesiyle- bir nüve oluştursun diye; belki de kamuoyunda ve okurda, konunun ilk onun tarafından düşünüldüğü belgelenmiş gibi olsun diye.
Bir nokta daha var, Livaneli’nin bölümcüğündeki profesörün eşinin adı Hannelore. Adı konusunda biraz daha mesai harcanıp, Altıner’in kahramanı Hanna’yı çağrıştırmayacak bir ad bulunsaydı keşke; ne bileyim Magda filan hiç değilse.
Daha önce de söylemiştim, her kitabın kendine ait bir kaderi olduğuna inanırım ben; bu kaderin de etik olarak bir dokunulmazlığı olduğuna.
Bu işi bu kadar takip etmem de bundan!
Yoksa bilirim.. biz insanlar yaparız böyle şeyler.. bazen bile isteye, bazen elimizde olmadan.