Cumhuriyet gazetesi yazarı Çiğdem Toker, bir devleti kabile veya mafyatik yapılardan ayıran temel unsurun hukuk kurallarına dayalı olması gerektiğini belirterek " Eğer Türkiye bir kabile devleti değilse, o devletin bakanı 'intikam'dan söz edemez" dedi. Toker, "Terör saldırısından bir gün önce yapılmış geniş kapsamlı, 'tam teçhizatlı' huzur operasyonuna rağmen, bu çaptaki bir katliamın nasıl düzenlenebildiği sorusunun cevabı havada asılı durmaktadır." diye de sordu.
Toker'in Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazısı şöyle:
Beşiktaş’taki terör saldırısının aramızdan aldığı “hayat”ların fotoğrafına tek tek, uzun uzun baktım. Gözlerim o fotoğraflardaki bakışlara, -eminim çoğunuz gibi- bakışlardan taşan heveslere kilitlenmişken, benim de kalbimin sıkışmasının hiç önemi yok.
Ana babalarının, çocuklarının, kardeşlerinin gülüşleri solmuşken....
Ama böyle olmayabilirdi, biliyorum.
Başka türlüsü mümkündü, bundan da eminim.
***
Her mikrofondan dalga dalga yayılan hamasetin “ikna” edemediği o kadar çok insan var ki.
Onlar, devletin kutsallık atfedilecek bir varlık değil, toplumlar kaostan uzak yaşasın diye geliştirilmiş, vergilerimizle finanse edilen bir organizma olduğunu biliyor.
Can güvenliğinin, her devletin yurttaşlarına sağlamak zorunda olduğu temel ödevlerin başında geldiğini.
Devlet için ödev olan can güvenliğinin vatandaş için temel bir hak olduğunu.
***
Seçimlere girip devlet yönetmeyi üstlenmiş hükümetlerin, “Can güvenliğini sağlayamıyorum, sen şurada bir şehadet şerbeti iç” demek gibi bir hakkı ve lüksü olamaz.
Şunu biliyoruz. Dinsel nitelik taşıyan ve bir diğer dinsel kavram “cihad”la birlikte anılan “şehitlik” mertebesinin, görev sırasında yaşamını yitiren asker, polis ve diğer kamu görevlilerine teşmil edilmesinin, Türk devlet geleneğinde kurumsal ve yasal bir çizgisi mevcut.
Ancak bu “mertebe”yi, devletin yurttaşlarına karşı sorumlu olduğu alanlardaki asli görevlerini yerine getirmemesi sonucu ölenler için kullanması, siyasi pragmatizmin daniskasıdır.
Soma iş cinayetinden bu yana devlet yetkililerinin yüksek sesle dile getirdiği “şehadet şerbeti” muhabbetinin, hukuk devleti çizgisinde yeri yok.
301 işçinin yerin dokuz kat altında yanarak öldüğü Soma’da, 10 işçinin yere çakılan asansörde can verdiği Torunlar rezidans inşaatındaki kazanın ardından, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu ile hükümet üyelerinin kullandığı “şehit” söylemi, sorumlulukları örtmeye, pasifize etmeye, hak taleplerini bastırmaya dönük işlevler gördü. Bugün ise terör örgütlerinin saldırılarıyla yaşanan katliamlardaki can kayıplarının tamamını “şehadet şerbeti” kalıbıyla anmak, yurttaşını koruyamayan, çatışmayı sona erdiremeyen iktidarın kendi ihmalini örtmeye dönüktür.
***
Bir devleti, kabileden ve/veya mafyatik yapılardan ayıran temel unsur, hukuk kurallarına dayalı olmasıdır.
Cumhurbaşkanı’nın sevdiği cümleyle “Eğer Türkiye bir kabile devleti değilse”, o devletin bakanı “intikam”dan söz edemez.
Mutlaka edilecekse, “intikam”dan önce, topluma karşı verilmesi gereken bir özeleştiri vardır. Terör saldırısından bir gün önce yapılmış geniş kapsamlı, “tam teçhizatlı” huzur operasyonuna rağmen, bu çaptaki bir katliamın nasıl düzenlenebildiği sorusunun cevabı havada asılı durmaktadır.
Yaşam hakkını, can güvenliğini sağlama ödevini yerine getiremeyip, bu alanı dini kavramlarla nizam ve terbiye etmeyi bir siyaset mühendisliği alanı olarak görebilirsiniz.
Bu alanın muhtelif köşelerine de Şehitler Tepesi, Şehitler Köprüsü, Şehitler Bulvarı, Şehitler Caddesi adını verebilirsiniz.
Ama biz ölümü değil, yaşamı yücelten bir yerde duruyoruz.