İhsan Oktay Anar burada objektife kemanıyla poz veriyor. Onun lisedeki sanat tarihi öğretmeni Nihal Ataizi, yazarın kontrbası da çok iyi çaldığını söylüyor. Kitapları çok satan, kendisi ise basına konuşmayan, ortalıkta görünmeyen İhsan Oktay Anar edebiyat ve tarihi harmanlayan romanlarıyla biliniyor. Oysa lisede tarih dersinden bütünlemeye kalmış, edebiyatı ise ikinci dönem kılpayı kurtarmış!
Milliyet’te yayımlanan haberde, Anar’ın hocaları ve öğrencilerinin Anar hakkındaki görüşlerine yer verilmiş:
“Son yılların en çok satan romanlarının yazarı İhsan Oktay Anar’ı ne bir imza gününde kameralara gülümserken görebilirsiniz ne de medyaya verdiği bir söyleşiye denk gelebilirsiniz. Yüzünü tanıyan, onu nadir çekilmiş üç-beş fotoğrafından bilir. Bu yüzden de her şeyiyle “gizemli yazar” olarak anılır.
İhsan Oktay Anar’ın özgeçmişi ile ilgili bilgiler 10 satırı geçmese de yazdığı kitaplar kim bilir kaç milyon satırı geçmiştir! “Puslu Kıtalar Atlası” (1995) “Kitab-ül Hiyel” (1996) “Efrâsiyâb’ın Hikâyeleri” (1997) “Amat” (2005) ve “Suskunlar”ın (2007) yazarı, geçen hafta da Erdal Öz Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü.
O 10 satırlık özgeçmişten bazı satır başlarını da biz aktaralım: 1984’te lisans, 1987’de yüksek lisans, 1994’te de doktorasını tamamladığı Ege Üniversitesi’nde Felsefe Tarihi ve Antik Yunan Felsefesi dersleri veriyor şu an. Doktora tezi başlığı “Antik Yunan Felsefesinde Zaman Kavramı”, yüksek lisans tez başlığı ise “Sokrates Öncesi Felsefede Varlık Sorunu” olmuş.
Bölüm sekreterinden hizmetlilere kadar ortak görüş, zarif, nazik ve bambaşka bir adam olduğu yönünde. Öğrencileri ve hocaları ise “Tek kelimeyle anlatmak gerekirse ‘naif’ ona en uyanı” diyor. “Zaten bu naiflik yazdıklarına da yansıyor... İlişkilerini sınırlı tutar. Ama herkese karşı sıcaktır. İletişim kurmak istemedikleriyle de kurmaz” diye anlatılıyor.
Üniversitede onu tanıyanlar; Kültür Bakanlığı’ndan haftalarca aranıp, telefondakilerin “Ama Sayın Bakanımız Atilla Koç adına arıyoruz” demelerine rağmen Anar’ın onları geri aramamasını da olağan karşılıyor.
Bazıları “Oktay bize kızar” dese de gizemli yazarın okuldaki hayatını dinledik onu tanıyanlardan...
‘İlk romanını basmadılar’
Prof. Dr. Taylan Altuğ, yıllar önce Anar’ın hocasıydı, şimdi fakültenin dekan yardımcısı...
Öğrenciyken nasıldı?
Normal bir öğrenciydi. Pek kendine felsefeyi dert edinmedi gibi geldi bana, onun derdi edebiyattı zaten. Felsefe etkinliği içinde onu ayırt edemezsiniz. Diğer öğrenciler gibiydi. Zamanla da daha bir içeriye çekildi. Anlatmayı seven, anlatma tutkunu bir kişi olarak göründü.
Yazdıklarını mı anlatırdı? Romanlarında da görüldüğü gibi anlatma ve kurgu ustası... Konuşmalarında da böyle komik olaylar anlatırdı. Fakat kendisi yaşamış gibi bahsederdi. Kendi hayatına ilişkin anlattığı olayları da “Acaba yaşanmış mı yoksa Oktay kurup mu anlatıyor?” diye düşünürüm. Tarihsel kaynakları ve resimleri araştırır, bunlardan yola çıkıp olayı ya da dönemi edebi biçimde kurar. Mesela Eminönü’nde tarihi bir bina varmış, içine mahkûmları koyarlarmış. Gelip geçenler bağırışları, inlemeleri duyarmış. Böyle bir olaydan yola çıkıp karakterine ilişkin bir kurgu oluşturabiliyor.
Nerede, nasıl mekânlarda yazdığı da hep merak konusu...
İlk zamanlarda okulda yazdığını görmüştüm, bazı yazılarını da okumuştum. İlk olarak bir kısa romanı vardı “Tamu” adını taşıyan... Bir kitabı daha vardı, orada da yine özdeşlik sorunu, Wittgenstein ve Russell gibi felsefi figürlerin düşünceleri var. Onu Afa Yayınları’na vermiştik. Hikâyelerini de verdi oraya. Hatta hikâyelerinden birinde Nuh Peygamber ve tufanını anlatıyordu. Söyleyeyim mi bilmiyorum. Kızar belki de... “Tamu” güzel bir romandı ama onu basmadılar. O da galiba buna kızdı ve geri çekti. Bir yerlerde duruyordur yani... Ondan çok zevk almıştım. Müsveddesini vermişti.
‘Sigarasız yapamaz’ Yazmaya üniversitede mi başladı? Öncesini biliyor musunuz? Lisede başlamış diye duydum. O dönemlerde iletişimi daha iyiydi. Şimdi daha kendi içine kapanmış gibi duruyor. Eskiden kitaplarıyla ilgili, edebiyatıyla ilgili konuşurdu ama şimdi konuşmaz. Gördüğü bir Osmanlı minyatüründen yola çıkıp roman inşa edebilir.
Nasıl biri olduğu konusunda okurlarının çok da fikri yok.
Dışarıda pek görüşmedim, gelmezdi. Öğrencileri de yakından tanımadan önce romanlarındaki kişiler gibi bekliyor. Ama hiç de öyle değil. Onu yazdığı romanlardaki gibi naif buluyorum.
Sigarasız yapamaz. Ben hatta hayret ederim hâlâ içiyor diye. Okulda içmek yasaklandığından bu yana dışarıda arkeolojik taşların orada içer...
‘Felsefeci olacağı belliydi’
21 Kasım 1960 Yozgat doğumlu İhsan Oktay Anar’ın anne adı Ayşe Bedia, baba adı Mehmet Sait. İngilizce öğretmeni ablasının adı ise Füruzan... Anar’la ilgili üniversite öncesi bilgilerini mezun olduğu Karşıyaka Lisesi’nde bulduk.
İhsan Oktay Anar, Karşıyaka’daki Türkbirliği İlkokulu’ndan mezun olduktan sonra 1974-75 yıllarında aynı sokakta oturduğu Karşıyaka Lisesi’nde ortaokulu bitiriyor.
1975’te Karşıyaka Erkek Lisesi’ne kaydoluyor ancak daha sonra 1977’de aynı okulun akşam lisesinde devam ediyor. Lisede teşekkür ve takdir belgeleri olduğu görülen Anar’ın akşam lisesine geçmeden önce 1975-76’daki karnesi ise çok da iç açıcı değil. Edebiyat dersinin ilk dönem 10 üzerinden 4 olması dikkat çekiyor. İkinci dönem notunu 6’ya yükseltmiş. İlk dönem 4 olan tarih notunun ikinci dönem 2’ye düşmesi, Anar’ın bütünlemede geçmesi de başka bir ayrıntı...
Anar’ın Sanat Tarihi öğretmeni Nihal Ataizi, eski öğrencisini şu cümlelerle anlatıyor: “Felsefeci olacağı o zamandan belliydi. Düşünceleri farklıydı. Sanat tarihiyle ilgili kitaplar yazdığı için mutluyum.”
Öğrencileri ‘Kızması bile esprilidir’ Bahadır Gülşen Onun gizemli gibi görünmesinin nedeninin aslında böyle bir hava yaratmak için özellikle yapılan bir şey olmadığını biliyorum. Kendi kişiliğinden kaynaklanıyor. Okula başlamadan önce kitaplarından tanıyordum. Ancak dersin içinde yazar kimliğini bulmak çok zor. Sadece dersini anlatır. Zamanla ilgili sözüne sadıktır. Çok sakin... Kızdığı zaman bunu bile espriyle yapar. İnsanları incitmemeye dikkat eder, ince ruhlu birisidir.
‘Sınavlarda bize kolaylık sağlar’ Mukaddes Özdaş Sınavlarda bile öğrenciye yardımcı olabilecek sorular sorar. Sınavdan önce “Hazır mısınız?” diye sorar. “Hazır olmayan varsa haftaya gelsin” der hatta. Ders yılı başında dersle ilgili ne düşündüğümüzü soran anket yapar. “Ne bekliyorsunuz?” gibi sorular olur. Yıl sonunda da yine bir anket yapar, “Ne buldun?” gibi sorular sorar. Her şeyi planlıdır. “Sınav sonuçlarını şu gün 15.30’dan sonra açıklayacağım” der ve o saatte açıklar.
‘Herkese karşı saygılı, muhteşem bir hoca’ Mesude Öztekin Muhteşem bir hocadır. Cüssesiyle sanki dev gibi görünse de yanınıza yaklaştığında çok zarif, kibar biri olduğunu anlarsınız. Hiç ortalıktan kaybolduğunu görmedik. Kaybolması bile haberlidir. Herkese karşı çok saygılı bir insandır. Kapısına “16.00’dan sonra benimle görüşmek isteyenler gelebilir” diye not asar, gittiğinizde tam zamanında oradadır.
‘Okulun dergisine bile röportaj vermedi’
Ömer Aşan Bölümün hazırladığı dergi için röportaj yapılacaktı. Röportajı kabul etmedi. Toplantılara, seminerlere, imza günlerine katılmadığını biliyoruz. Dersiyle, yapacağı sınavla ilgili “Korkmayın” der. Dersiyle ilgili ne düşündüğümüzü de merak eder.
‘Kitapları hariç her şeyden konuşur’ Anar’la aynı odayı paylaşan Araş. Gör. Özgür Soysal “Dersler dışında çok fazla okulda zaman geçirmez. Kitaplarıyla ilgili çok konuşmaz. Ancak yeni kitabı çıktığında imzalar, getirir. Eğlenceli ve mizah yönü kuvvetlidir... İlgi alanları da çok geniş diye düşünüyorum, kitapları dışında her şey hakkında konuşur” diyor.
‘Zariftir, kaprisi yoktur’
İletişim Yayınevi’ndeki editörü Belce Öztuna: “Anar’ın kitaplarını ilk kez okumak ve bu metinler üzerinde çalışmak elbette oldukça keyifli. Yazdıklarının ön planda olmasını ister, ödül törenlerine katılmayı tercih etmez. Ama bir istisna yaparak, 26 Mart’taki Erdal Öz Edebiyat Ödülü törenine katılacak. Kitabını teslim eder, kitap üzerinde çalışılır ve yayımlanır. Rahat bir süreç bizim için. Zarif ve incedir. Naifliğini hissediyoruz biz de. Kaprisleri yoktur...”