Ece Temelkuran | The Washington Post*
Çeviri: Metin Kaan Kurtuluş
“Hayır, burada öyle bir şey olamaz”
Trump üç sene önce, Trump Kulesi’nden büyük bir gümbürtü ile inerken Amerikalıların bunları söylediğini hatırlıyorum. Amerikalı arkadaşlarıma Türkiye’de olanların, onların ülkesinde olmasının da oldukça mümkün olduğunu anlatmaya çalıştım. Alışageldiğimiz siyasi araçların bu tür bir politik çılgınlığı durdurmaya yeterli olmayacağını söylemiştim.
İşte şimdi buradayız. Şimdi en saygıdeğer gözlemciler bile bir zamanlar reddettiği olasılığı göz önünde bulunduruyor: “Ya Trump seçimleri kaybetmesine rağmen Beyaz Saray’dan ayrılmazsa?” Belki şimdi imkansızların çağında yaşadığımızı ve bu işte hepimizin birlikte olduğunu fark etme zamanıdır.
Türkiye’de Mart’ta yapılan yerel seçimlerde muhalefet, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kötü şöhretli baskıcı rejimine rağmen birçok büyük şehirde kazanmayı başardı. (Türkiye’nin başından geçenleri anlamak için Trump’ın siyasi yeteneklerini 100 ile çarpın ve 17 yıl boyunca hükümette olduğunu düşünün. The Post’un Trump’ın damadının ailesine ait olduğunu düşünün. Pardon unuttum, bu mümkün değil.)
Bu acı dolu yıllar gerçek insanların hareketiyle başladı, otomatik olarak ayrıştırma yarattılar ve hareketi desteklemeyen herkesi yozlaşmış elitler olarak nitelendirip dışladılar. Siyasi tartışma giderek daha kafa karıştırıcı bir hal alırken Erdoğan ve çevresi siyasi gücünü daha efektif olarak kullanan, saygı duyulan politik oyuncular haline geldi.
Bunun arkasından ise mantıksal bütünlüğü altüst etmek ve dili bozmak için yapılan dev operasyon geldi.. Türk halkının, kamuoyu yaratan popülistlerle konuşmanın imkansız olduğunu anlaması biraz zaman aldı- Zekice tartışma tekniklerine sahip oldukları için değil ama insan aklını felç eden şizofren bir mantık kullandıkları için-. Tüm bunlar olurken biz anksiyetemizi azaltmak için liderlerle alay ederek siyasi mizah yeteneklerimizi mükemmelleştirdik, tıpkı Amerikalıların son iki buçuk yıldır yapıyor olduğu gibi.
Bu sırada siyasi liderin absürt söylemlerinin ürettiği öfke ve nefret sadece politikayı değil, en yakın ilişkilerimizi bile ele geçirdi. En sıkıcı bölüm bu zaman başladı: Liderin dalkavukları çoğalmaya ve günlük hayatlarımıza dadanmaya başladı. İşyerinizi “dünya düzdür” veya “iklim değişikliği gerçek değil” gibi şeyler söyleyen küçük Trumpların bastığını düşünün- ve sonra kendinizin onlara küçümseyici davranmadan bilimin önemini anlatmaya çalıştığınızı.
17 yıl içinde ülkenin eski siyasi ve hukuksal mekanizmaları istikrarlı bir biçimde acımasız hükümet ve parti makinesi tarafından parçalarına ayrıldı, Türk halkı kendini demokrasiden geriye kalanları korumaya çalışırken buldu. Bütün halk aşırı derecede karışık olan seçim yasalarımızı öğrenmeye çalışmaya başladı. Türkiye’de bugün herhangi bir muhalefet üyesine seçim yasalarını sorabilirsiniz ve en eğitimsizi bile size detaylı bir şekilde anlatabilecektir. Demokrasiyi kaybetmek bize tekrar kurmak için ne kadar kan, ter ve gözyaşı dökmek gerektiğini hatırlattı. Şimdi herhangi bir kurumun, hiçbir yasal soruşturmanın ve hiçbir “utanın” çağrısının gücü eline geçiren sağcı popülistleri deviremeyeceğini biliyoruz.
Artık 17 yıl önce Türkiye’de de ABD’de de imkansız olarak görülen bir şeyin tamamıyla aynı şekilde şu anda gerçekleştirdiği açık olmalı. Bunun evrensel bir siyasal ve ahlaksal fenomen olduğu kabul edilmeli ve global olarak üstesinden gelinmeli. Eğer Steve Bannon Avrupa’daki bütün sağcı liderleri organize edecek kadar zekiyse ve bütün bu liderler temas halindeyse dünya halkı da birbiriyle konuşup global bir birlik ağı kurmalı. Britanya’da üç senelik Brexit çılgınlığına sebep olan ve öğrencilerin öğretmenlerini solcu görüşlerinden sebep popülist partinin sağcı telefon servisine şikayet ettiren ulusal kendini beğenmişliğe zaman yok.
Aynı zamanda dehşete kapılma, şok olma ve sinirden felç olma lüksümüz de yok. Bu yüksek sesli çılgınlıktan ötesini görmeliyiz ve demokrasisi ne kadar olgun olursa olsun, kurumları ne kadar güçlü veya partileri ne kadar dayanıklı olursa olsun farklı ülkelerde benzerlikler gösteren bu siyasi hastalığın nasıl işlediğini anlamalıyız. Bu temsilci demokrasinin modern tarihte yaşadığı en büyük kriz ve sağcı popülizm halk karşısında direnecek kadar güçlü oluncaya kadar bu akımdan faydalanmaya devam edecek.
O zaman haydi işe koyulalım. Çok geç olmadan birlik olmalı ve güçlerimizi birleştirmeliyiz.
Gazeteci- yazar Ece Temelkuran'ın The Washington Post için kaleme aldığı "Think autocracy is ‘impossible’ here? Look at Turkey" başlıklı yazının İngilizce orijinaline buradan ulaşabilirsiniz