Birol Başkan*
Son günlerin sosyal medyayı esir alan tartışması dershanelerin kapatılması meselesi… Öyle ki, ne Erdoğan-Barzani’nin Diyarbakır şovu, ne Erdoğan’ın dağdakiler ve hapistekilerle alakalı hayalleri, ne de kızlı-erkekli eğitime son verme planı bu tartışmanın yerini alabildi. Bu tartışmayı birbirinden farklı görünen ama aslında bağlantılı iki gelişmenin kesişiminde düşünmek gerek…
Birinci gelişme, Erdoğan-Gülen veya AKP-Cemaat ilişkisinin tarihi ile alakalı… İlişkinin 19. Yüzyıl köklerine inmeden… 1970’lerdeki öncüllerine baktığımızda tarafların birbirinden sadece farklı değil, aynı zamanda oldukça zıt olduklarını görürüz. Bir tarafta toplumu tabandan tavana doğru islamlaştırmaya çalışan ve Said Nursi’nin ‘şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım’ düsturu ile bunun siyaset kanalıyla olmayacağına inanan cemaat… diğer tarafta tavandan tabana islamlaşmayı gaye edinen ve bunun içinde siyasetten başka bir kanalı olmayan AKP’nin içinden çıktığı Milli Görüş…
İkili arasındaki bu zıtlık 2000li yıllara kadar varlığını devam ettirdi ve ancak AKP’nin Milli Görüş gömleğini çıkardığına cemaati ikna edebilmesi ile aşılabildi. AKP’nin iktidara gelişi ve iktidarda kalışı salt cemaat desteği ile açıklanamaz tabi ki… Ama öte yandan cemaatin bu süreçte desteği de, Etyen Mahçupyan’dan Hasan Cemal’e bir çok entellektüel’in desteği gibi, yadsınamaz.
Cemaatin AKP’ye desteği bir çok yoldan oldu. Mensuplarının oyları… Medya desteği… ve tabi ki, devlet içinde kadro desteği… AKP, devletin tepelerinin tufan olduğu bir dönemde orta ve alt kadrolarda oldukça sempatik bir kadro bulmuş oldu.
Erdoğan, cemaate olan bu bağımlılığından aslında uzun süredir rahatsızdı. Devletteki pozisyonlar için alternatif bir kadro havuzunun oluşturulması… Alternatif bir medya gücünün oluşturulması… Erdoğan’ın cemaate karşı hareket alanını da genişletti. Üçüncü döneminde, artık şartların olgunlaştığını düşünmüş olsa gerek ki, Erdoğan yavaş yavaş cemaatle ipleri teker teker koparmaya başladı. Mülkiye, Emniyet ve Maarif ’te en kapsamlı tasfiyeler oldu. Erdoğan bu kadarla yetinmedi, dershanelerin kapatılması girişimi ile cemaate karşı saldırıya geçti. Bu zamana kadar sessiz kalan cemaat, bu girişime karşı yazılı-görsel ve sosyal medya kampanyası ile karşılık verince… bugüne gelmiş olduk.
Dershaneler tartışması, AKP-Cemaat ilişkilerinin tarihi ile ikinci bir gelişmenin kesiştiği noktada sürüyor. Bu ikinci gelişme, Erdoğan’ın ve AKP’nin gittikçe otoriterleşmesi ve artık işi hak-hukuk tanımama noktasına getirmesi…
Sadece güç sarhoşluğu veya sımarıklığı ile açıklanamayacak bir durum var karşımızda… 1970’lerin siyasal islamcı dönüşüm modelinin tekrar yürürlüğe konduğu korkutucu bir durum… Yani, tavandan tabana bir islamlaştırma ve muhafazakarlaştırma söylemine Erdoğan dahil bir çok AKPli de rastlamak sıradanlaştı artık.
Geçen Nisan ayında AKP’nin İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu bunu açıkça söylemişti:
'10 yıllık iktidar dönemimizde bizimle şu ya da bu şekilde bizimle paydaş olanlar, gelecek 10 yılda bizimle paydaş olmayacaklar. Onlar da şu ya da bu şekilde her ne kadar bizi hazmedemeseler de; diyelim ki liberal kesimler, şu ya da bu şekilde bu süreçte bir şekilde paydaş oldular ancak gelecek inşa dönemidir. İnşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak."
Bununla bağlantılı bir de söylem gelişiyor. AKPli bazı kadrolar artık kendilerini sıradan bir siyasi parti olarak görmüyorlar. Kendilerini (muhtemelen tanrı tarafından verilen) tarihi bir misyonu olan bir hareket olarak görüyorlar. 2023 veya 2071 planları da artık hiç seçim kaybetmeyeceğine inanmışlıklarının, yani tanrı-tarafından atanmışlığa inançlarının, bir göstergesi…
Bu kendi kendine bakışın en net ifadesini Yeni Şafak’ta yayınlanan bir köşe yazısında görüyoruz. Yazının başlığı aslında kendini ele veriyor: “Ak Parti sadece bir siyasi parti değildir.” 10 Kasım 2013 tarihinde, Erdoğan-Arınç arasında yaşanan tatsızlığın ertesinde Ali Nur Kutlu isimli yazar tarafından yazılan yazıdan bazı alıntılar yapmak aydınlatıcı olacak. Yazara göre,
“Ak Parti doğu ve batı kültürlerinin arasında, İslam ile demokrasiyi barıştıran, İslam dünyasının umudu olan bir harekettir, bir ışıktır… ”
Yazının tamamı ibretlik aslında… Ama şu cümleler AKP’ye diğer Müslüman ülkelerin bakışını anlatıyor:
“İslam ülkeleri … yüz yıldır bekledikleri müjdeyi, gururu, dik duruşu, Batının hegemonyasına, baskısına karşı sessiz devrimi göz yaşlarıyla izlediler.
Dudaklarda dua, gözlerde yaş, gönüllerde Türkiye sevgisi, tarihin şanlı günlerini hayal ettiler.
Yıllardır sömürge yönetimi altında ezilmiş, kimliğini, dilini, dinini, unutmuş Müslüman milletler, Payitaht İstanbul'dan gelen bir adamın gür sesiyle uyanmaya başladı. Ayağı yalın, başı çıplak gariban Müslümanlar, fakirlikten beli bükülmüş mazlum milletler, ezilenler, unutulmuşlar, dışlanmışlar Türkiye adını duydukça, Erdoğan adını duydukça canlandı, güçlendi, umutlandı.
Ak Parti İslam coğrafyasında bir ışık yaktı. Karanlık geçen yüz yılı aydınlatacak bir umut ışığı.
Ak Parti sadece bir parti değildir.”
Bu kadarla yetinmez yazar…
“Ak Parti sadece bir parti değildir ve Tayyip Erdoğan sadece bir parti lideri değildir. Erdoğan sadece bir Başbakan da değildir.
Erdoğan Saraybosna'da Boşnakların özgür bir ülke kurma hayalinde yardım bekledikleri bir liderdir.
Erdoğan Mısır'da demokrasisi elinden alınan Mısır halkının, çocukları öldürülen, mahkumların umududur.
Erdoğan, Tunus'ta, Fas'ta, Cezayir'de Libya'da huzuru, barışı, mutluluğu arayan halkların kahramanıdır.
Erdoğan Gazze'de abluka altında ezilen Filistinlinin duasıdır.
Erdoğan Arakan'da, Pakistan'da, Keşmir'de, Afganistan'da ayağı yalınların rüyasıdır.
Erdoğan dünyada umudunu yitiren fakirin, dışlanan mağdurun, ezilen mazlumun güç aldığı, yeniden hayata tutunmasını sağlayan enerjidir.
Erdoğan bizim, yüz yıldır ezilen Müslümanların özgür ruhlu lideridir.”
Yazar yazısını şöyle bitirir:
“Bir büyük hayalin mahsulüdür Ak Parti ve henüz tamamlanmadı bu hayal.”
Erdoğan’ın gittikçe otoriterleşmesi ve hak-hukuk tanımamaya başlaması bu tehlikeli bir bakış açısının ürünüdür: tarihi bir misyon üstlenmiş olma zannının …
Bu son derece soyut tarihi misyon için gerekirse bireysel haklar ve hukuklar da çiğnenebilir hale geliyor. Öyle ki, Erdoğan artık ne dini ne de seküler bir argümanı önemsiyor gözüküyor.
Yani,
Ne geziciler… Ne de cemaat…
Hangi karşı argümanla gelirlerse gelsin, karşılarında kendilerine hak veren ve duyarlı davranan bir Erdoğan bulabiliyor. Yüzde 50’yi temsiliyet ve son derece soyut ‘millet’e hizmet fikri ile Erdoğan için nerede ise ‘caiz’ olmayacak hiçbirşey kalmıyor.
Bugün Erdoğan’ın ve AKP’nin Türkiye’yi getirdiği tehlikeli nokta budur. Dün tehdit altında olan sadece gezi parkı protestolarına katılanlar değildi. Bugün de tehdit altında olan sadece dershaneleri kapanmak istenen cemaat değil... Bundan sonra hepimiz tehdit altındayız.
*Georgetown Üniversitesi-Katar Kampüsü