Gündem

Türk Tabipleri Birliği üyesi ve öldürülen doktor Sevinç Özgüner dosyasını Hakkı Özdal yazdı: Devlet ve faşistler arasındaki dünden bugüne değişmeyen ilişkinin resmi

Gazeteci Özdal: Halk sağlığı için mücadele eden tabiplerin uğradığı saldırılar yöntem ve araçlar bakımından değişiyor olabilir; ama bu saldırılar bir süreklilik halindedir ve ‘ideolojik’ değildir

20 Eylül 2020 15:30

Gazete Duvar yazarı Hakkı Özdal, 23 Mayıs 1980 tarihinde ülkücüler tarafından evi basılarak öldürülen Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyesi Dr. Sevinç Özgüner'e ilişkin yazısında, olayın faillerinin birçok kez devletin ‘eline geçmesine’ rağmen yargılanmadığını; davanın zamanaşımına uğradığını söyleyerek, ''Tetikçiler de sorumlu bürokratlar da devlet hizmetinde çalışmaya devam ettiler. Topluma karşı sorumluluk hisseden, ülkesi ve insanları için endişelenen tabipler ve onların örgütü Türk Tabipleri Birliği’yle devletin ve faşistlerin arasındaki, dünden bugüne değişmeyen ilişkinin resmi budur'' ifadelerini kullandı.

Özdal'ın ''Dr. Sevinç Özgüner’in katli: Tabipler ve faşistler'' başlıklı yazısı şu şekilde:

''22 Mayıs 1980’i 23 Mayıs’a bağlayan sabaha karşı, Mecidiyeköy’deki bir evin kapısı üç saldırgan tarafından kırıldı. Saldırganlar, gürültü üzerine yatak odasından çıkarak kapıya yönelen bir çiftin üzerine kurşun yağdırdılar. Sonra yine gürültüyle merdivenleri inerek kaçmaya başladılar. Silah sesleri üzerine balkona çıkan komşulara da ateş ederek uzaklaştılar. Aynı kapıyı 4 gün önce de kırmışlar, tesadüfen evde kimse olmadığından cinayeti işleyememişler, ama ‘kim’ olduklarını gösteren bir not bırakmışlardı: “Mecidiyeköy komünistlere mezar olacak!”

Saldırıya uğrayan, Sevinç ve Vecdi Özgüner çiftiydi. Her ikisi de tabipti, sosyalistti. Sevinç Özgüner Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyesiydi. Hastaneye kaldırılırken, sadece “çabuk gidelim” ve “su” diyebildi. Yolda can verdi.

Özgüner çiftinin evi, Gayrettepe’deki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne birkaç yüz metre uzaklıktaydı; hatta dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı’nın evine de! Faşist tetikçiler, bu yakınlığa ve komşuların hemen polisi aramasına rağmen rahatlıkla kaçtılar. Polis cinayet mahalline gazetecilerden çok sonra geldi. İki yıl önce arabaları yakılan, dört gün önce kapıları kırılan, sürekli tehdit altındaki solcu tabipler, polis merkezinin ve polis şefinin evinin birkaç sokak ötesindeyken de güvende değillerdi. Peki makamının ve konutunun bu kadar yakınında işlenen cinayetin zanlılarını ‘bulamayan’ Emniyet Müdürü Şükrü Balcı kimdi? 12 Mart 1971 darbesi sonrası günlerde İstanbul’da Siyasi Şube Müdürü’ydü. O dönem solcu aydınlara ve gençlere yapılan ağır işkenceler, kanıtlarıyla ve defalarca gündeme gelmiş, ancak Balcı’nın bürokrasideki yükselişi durmamıştı. 1977’de İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı, 1978’de Müdür oldu. 16 Mart 1978’de, faşistlerin Beyazıt’ta öğrencilerin üzerine bomba atarak gerçekleştirdiği katliamla ilgili olarak ‘ihmal’ suçlamasıyla yargılandı. Yedi öğrencinin öldürüldüğü katliamı gerçekleştiren ülkücü Ali Yurtaslan sonradan itirafçı olacak ve kullandığı bombayı Abdullah Çatlı’dan aldığını söyleyecekti.

...

Tabiplerin “Sevinç Abla”sının cenazesi, Levent Camii’nden Zincirlikuyu’ya kadar uzanan, öfkeli ve kederli bir kalabalığın katılımıyla uğurlandı. Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’nin, Toplum ve Hekim dergisinin Haziran 1980 tarihli sayısında onunla ilgili yayınladığı açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Sevinç ablayı, bu ülkeye faşizmi daha da yerleştirmek için vurdular. Sevinç ablayı, bu ülkede özgürlükler ortadan kalksın diye, demokrasi ortadan kalksın diye, işçi sınıfı, emekçi katmanlar üzerindeki sömürü sürsün diye vurdular. Bu ülkedeki dış ve iç egemen güçlerin oynadığı büyük oyunun sürmesi için, daha büyük oyunlar oynaması için vurdular. Tekellerin kârları artsın diye vurdular.”

Topluma karşı sorumluluk hisseden, ülkesi ve insanları için endişelenen tabipler ve onların örgütü Türk Tabipleri Birliği ile devletin ve faşistlerin arasındaki, dünden bugüne değişmeyen ilişkinin resmi budur. Halk sağlığı için mücadele eden tabiplerin uğradığı saldırılar yöntem ve araçlar bakımından değişiyor olabilir; ama bu saldırılar bir süreklilik halindedir ve ‘ideolojik’ değildir''

Yazının tamamı için tıklayın.