Gündem

Gazeteci milleti Cüneyt Arcayürek için ne yazdı?

Aydın Engin: Ustam Cüneyt Ağabeyimin ölüm haberi gelip yüreğime yumruk gibi oturdu...

Okay Gönensin, Cüneyt Arcayürek, Hasan Cemal, Yalçın Doğan, Oktay Akbal, Sami Karaören, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, İlhan Selçuk, Yalçın Bayer (Soldan sağa. Kumkapı'da Balıkçı Fırat'ın yerinde. 6 Şubat 1987)

24 Haziran 2015 12:20

Türkiye basınının en kıdemli isimlerinden Cumhuriyet gazetesi yazarı ve gazetenin sahibi konumundaki Cumhuriyet Vakfı'nın Yönetim Kurulu üyesi Cüneyt Arcayürek, 87 yaşında hayatını kaybetti. Bazı yaklaşımları tartışılsa da, "Johnson mektubu" ve 12 Eylül 1980 darbesini aylar öncesinden haber veren "Ordu uyarı mektubu verdi" gibi haberleri ve kitaplarıyla Türkiye basın tarihine geçen Arcayürek, Ankara gazeteciliğinin sembol isimleri arasındaydı.

Meslektaşları ve dostları Cüneyt Arcayürek için Cumhuriyet’e yazdı. Hasan Cemal, yayın politikasındaki görüş ayrılığı nedeniyle genel yayın yönetmenliğinden ayrılarak Şubat 1992’de veda ettiği Cumhuriyet gazetesine yaklaşık 23 yıl aradan sonra ilk kez yazı yazdı. Cemal, yazısının başlığında "Cüneyt Baba..." başlığını attı. Cumhuriyet gazetesinde yıllarca başyazarlık yapan Radikal yazarı Altan Öymen, "60 yıllık dostluk" başlığını kullandı. Cumhuriyet yazarı Aydın Engin, "Ustalarımdan biri, en iyilerinden biriydi…" dedi. Cumhuriyet'in eski genel yayın yönetmeni Hikmet Çetinkaya, "Cüneyt Arcayürek..." başlığını tercih etti. Cumhuriyet'in Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar, "Dönüş tarihi belli olmayan izne çıktı" başlığını kullandı. Gazeteci yazar Hıncal Uluç, "Son gazeteci" başlığını kullandı. Arcayürek’in en yakınındaki insanlardan biri olan Ali Baransel, "45 yıldır evin içerisinde her şeyini paylaştığı bir kardeşi, evladı muamelesi gördüm" dedi. Cumhuriyet yazarı Mustafa Balbay, "Arcayürek ayakta öldü!" başlığıyla Arcayürek'i andı.

 

Hasan Cemal - Cüneyt Baba…

 

Benim için Cüneyt Baba’ydı o, Cüneyt Arcayürek değil.
Ve kâbusumdu.
Ankara gazeteciliğim sırasında her sabah Hürriyet’i elime çekinerek alırdım.
Korkulu rüyam, Cüneyt Baba bugün yine ne atlattı, sorusuydu.
Haberle yaşardı o.
Atlatma haberler yaşatırdı onu.
Bakla gibi imzası ve fiyakalı fotoğrafıyla Hürriyet’in tepesinde, sürmanşetinde bir süre gözükmezse, huzursuz olurdu.
Hatta huysuzlaşırdı.
Onun bu hâllerini bilenler, böyle zamanlarda Baba’nın yanına pek yaklaşmazlardı
Cumhuriyet’in Ankara temsilcisiydim.
1980 yılbaşının ertesi günü sabah erken İstanbul’dan Ankara’ya dönüyordum.
Uçakta elime Hürriyet’i alınca, başımdan aşağı kaynar sular döküldü.

Yazının tamamı için tıklayın.

 

Altan Öymen - 60 yıllık dostluk

 

Cüneyt Arcayürek’i kaybettik. Basınımızın en kıdemli gazetecilerindendi. Ben 1950 yılında Ankara’da, o zamanki Ulus gazetesinde stajyer olarak muhabirliğe başladığım zaman, Arcayürek gazetenin -o zamanki deyimiyle- “Meclis muhabiri”ydi. Bugünkü resmi deyimle “parlamento muhabiri”...

O zamandan bu yana yakın arkadaştık. Bazen aynı gazetede, bazen birbirine rakip olan gazetelerde muhabir olarak çalıştık. Rakip gazetelerdeyken birbirimizi -gazetecilik deyimiyle- “atlatma”ya gayret ederdik. O yarışın sonucuna göre birbirimize takılmayı da ihmal etmezdik.

Ankara’da Ulus gazetesinde çalıştığımız sırada, basınımızın büyük zorluklar içinde olduğu bir dönem yaşadık. Muhalefetin sözcüsü olan gazetemiz Ulus kapatıldı.

Onun yerine geçmek üzere çok dar imkânlarla çıkarılabilen yeni bir gazetenin -Yeni Ulus’un- bir iş hanının deposundan bozma bölümünde çalıştık. Cüneyt Arcayürek, Yeni Ulus’la birlikte, o dönemin ünlü siyasi dergisi AKİS’te de yazıişleri müdürü olarak görev almıştı. Dönemin Ankara’sında tutuklanarak hapse giren ilk gazeteci oldu. Tutukluluğu bir süre sonra sona erdi ama hakkındaki soruşturmalar bitmedi. Daha sonraki dönemlerde de, polise ve/veya savcılığa çağırılmaları olağan hale geldi.

1960’tan sonraki yıllarda Arcayürek, Hürriyet’in Ankara temsilcisi olarak pek çok “atlatma haber”e (şimdiki deyimle “özel haber”e) imza attı. Onlardan biri çok ünlü bir gazetecilik olayıydı. Arcayürek, ABD Başkanı Johnson’un 1960’ların ilk yarısındaki Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye yazdığı bir gizli mektubun metnini yayımlamıştı.

Yazının tamamı için tıklayın.

 

Aydın Engin - Ustalarımdan biri, en iyilerinden biriydi…

 

Meclis’te yemin törenine daha bir saat var. Ama benim yazıyı gazeteye yollamam için bir saat bile kalmadı. 50 dakikada noktayı koy, yolla. Oysa yemin töreninde “laik” teriminin 550 milletvekili tarafından neredeyse 550 farklı söylenişini izleyip keyifli birTırmık yazmak vardı. 
Eğer Cüneyt Arcayürek Ağabeyimin ölüm haberi gelip yüreğime yumruk gibi oturmasaydı… 
Hayır şaşırmadım. Haftalardır bir hastane odasında dönüşü olmayan sağlık sorunlarıyla boğuşup uzatmaları oynadığını biliyordum, biliyorduk. Yine de telefondaki kısık ses, “Abi Cüneyt Bey… Cüneyt Arcayürek öldü” dediğinde yumruk yemiş gibi oluyorsun. 
Hele mesleği geleneksel yöntemle, ustaçırak ilişkisi ile öğrenmişsen ve Cüneyt Arcayürek ustalarından biri, dahası ustalarının en iyilerinden biriyse… 
Kadri Kayabal, Fuat Büte, Kemal Bisalman, Abdi İpekçi, Hasan Pulur, HalukYetiş, İlhan Selçuk, Mustafa Ekmekçi, Cüneyt Arcayürek… 
Kimilerinin adını duydunuz, dahası okuru oldunuz, okuru olduğunuz için zenginleştiğinizi hissettiniz. 
Kimilerini ise duymadınız, tanımadınız bile. 
Olsun. 
Her biri ustamdır ve her birinden bir şeyler kapmışımdır. Kimileri insafsızdı, acımasızca fırça attılar; kimileri engin bir hoşgörüyle elimden tutup acemiliklerimi törpülediler. 
Öğrendiğim en önemli meslek ilkesi ne diye sorar mısınız? 
Sorun: Köşe yazısı, röportaj, söyleşi, yorum, fıkra, makale… Hepsi tamam da gazetecilikte aslolan haberdir ve gazetecinin hası da habercidir… 
Bunu öğrendim, bunu bildim. Bu mesleği de en çok bu yüzden sevdim. Kendimi bugün bile önce haberci olarak tanımlarım. Ondan ötesi olsa da olur, olmasa da… 
Öyleyse dün yitirdiğimiz Cüneyt Abime gelebilirim…

Yazının tamamı için tıklayın.

 

Hikmet Çetinkaya - Cüneyt Arcayürek...

 

Benim için zor bir yazı... 
Nasıl başlasam, neler yazsam, usta gazeteci Cüneyt Arcayürek’i nasıl anlatsam! 
Son yazısını 10 Mayıs’ta yazmıştı... Yazının başlığı şuydu: 
“Viraj ustası...” 
Ve yazısının girişi: 
“Seçim propagandasının tadı kalmadı. TV’lerde yayımlanan meydan konuşmalarının özü de sözleri de hiç değişmiyor...” 
Cüneyt Ağabey’in son yazısını okudum ölüm haberini alınca. 
Meclis açılmış, yemin töreni başlamıştı... 
Bir yazın ustasının kıvrak dilinden 10 Mayıs’ta yayımlanan bu yazı, her zaman olduğu gibi RTE’ye ilişkindi... 
Erdoğan’ın, AKP adına kollarını sıvadığını anlatan yazısında, Türkiye’deki baskıyı anlatıyor, iktidara yükleniyordu. 
Hayatı boyunca hep muhalif olmuştu... 
O son yazısı, dün açılan Meclis ve gazeteci Cüneyt Arcayürek... 
Haftada en az üç kez konuşurduk... 
Önce İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’ı arar, bulamazsa beni... 
“Anlat bakalım neler oluyor İstanbul’da?” 
Yanıt verirdim: 
“Bildiğin gibi ağabey, bir yaramazlık yok!” 
“İşler iyi gidiyor mu?” 
“Harika abi her şey!” 
Sohbetimiz böyle sürüp giderdi... 
Vakıf yönetim kurulu toplantılarında acımasızca eleştiri yapar, kükrer, sonra durulurdu. 
Siyaseti siyasetçilerden daha iyi bilirdi... 
Ölüm haberini alınca gözlerim doldu. 
Ne çabuk gelip geçmişti onca yıl!

Yazının tamamı için tıklayın.

 

Can Dündar - Dönüş tarihi belli olmayan izne çıktı

 

Son konuşmamızda kızgındı sesi; kinayeli konuştu: 
“Demek beni meydanlara çıkarmaya değer bulmadınız” dedi. Sonra vites yükseltti: 
“Kimse buna karar veren, ona selamlarımı söyle… O anlar.” 
Konu, Cumhuriyet’in seçim kampanyasıydı. Gazetede seferberlik ilan etmiş, 35 yazarımızla meydanlara çıkmaya karar vermiştik. Bütün yazarlarımız aranmış, iller dağıtılmış, harita çizilmiş, ilan edilmişti. 
Cüneyt Abi yorgundu, biliyorduk. Rahatsızlığını hiç dile getirmiyordu ama duyuyorduk. Yazarlarla konuşan arkadaşımız, bunları düşünerek, “Onu yorarız”kaygısıyla aramamıştı kendisini... 
Oysa o, bu geminin kaptanıydı. 
Kaptansız gemi nasıl yola çıkardı? 
Telefonda sitemle başladığı konuşması, giderek öfkeye dönüştü: 
“Kim karar vermiş benim alana çıkamayacağıma? Arasın beni, yüzüme söylesin.” 
Haklıydı. 
Onun son gününe kadar gazetecilik yapacağını, son nefesine kadar meslekten kopmayacağını düşünmemiz gerekiyordu. 
Bunu sadece düşünmemiz değil, ibret almamız, örnek almamız gerekiyordu.

***

Ben ki onu daha ilkokul çağında görüp etkilenmiştim. 
Okul çıkışı Basın Yayın Umum Müdürlüğü’nde çalışan annemin yanına giderdim. Cüneyt Abi gelir, hali tavrı, konuşmasıyla çevredekileri ve beni etkilerdi. 
Yaşayan bir tarih kitabıydı. Sonraki yıllarda belgesellerimizin baş konuğu ve danışmanımız oldu. Rengârenk kişiliği sadece yazılarında değil, birbirinden ilginç anılarla süslediği, jestler, mimikler, kahkahalarla bezediği konuşmasında da gözlenirdi.

Yazının tamamı için tıklayın.

 

Hıncal Uluç - Son gazeteci

 

Cüneyt abi bana sorarsanız son gazetecilerden birisiydi. Hani son Mohikanlar var ya onlar gibi. Neden bugün bu kadar gazete ve çalışanı var, bizler varız da Cüneyt Abi son gazeteci oluyor. Ben 1957’de 17 yaşında Ankara’da gazeteciliğe başladım. O devrin en ünlü gazetecisi Arcayürek’ti ve o dönemin ünlü gazetecisinin işi de Hürriyet gazetesinin Ankara diplomatik muhabirliği idi. Yani Genel Yayın Müdürü, Yazıişleri Müdür veya Ankara temsilcisi değil, sadece diplomatik muhabir. O zamanlarda gazete haber, gazeteci de haberci idi. Bugün çıkın sokağa karşınıza kim gelirse gelsin 10 tane gazeteci ismi sayın deyin, 1 tane muhabir ismi duyarsanız ben kalemimi bıkarıp kendi kendimi emekli ederim. Gazeteciliği biz şimdi ajanslardan gelen haber ve resimleri doldurup ondan sonra sayfaları yazarlarla süsleyen ve satan bir reklam medyasına çevirdik.

Yazının tamamı için tıklayın.

 

Ali Baransel - Gazeteci doğanlardan

 

Ali Baransel, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri oldu. Bu görevi Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı döneminde de sürdürdü ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü oldu. Baransel, Arcayürek’in en yakınındaki insanlardan biri. “45 yıldır evin içerisinde her şeyini paylaştığı bir kardeşi, evladı muamelesi gördüm. Dostluklara çok önem verirdi. Ama çok seçiciydi. Özeline giren insan sayısı bir elin parmakları kadar azdı” diyor.

Baransel, Arcayürek için şunları söyledi: “‘Gazeteci doğulur, olunmaz’ tanımlanmasına örnek birkaç isimden biriydi. Özellikle 12 Eylül askeri harekâtından sonra komutanlar karşısında iyi eğitim almış piyade askerleri gibi topuklarını birbirine çarparak selam duranlardan hiç olmadı. Hak, hukuk, adalet , insan hakları , özgürlük, temalarının yer aldığı yazılarında, kitaplarında o dönemi kıyasıya eleştiren belki de tek kalemdi.”

Arcayürek’in Kenan Evren ve diğer konsey üyelerini hicvettiği Ku-De-Ta, o dönemde büyük yankı yaratmıştı. Baransel, o günleri şöyle anlatıyor: “Başta Evren Paşa olmak üzere konsey üyeleri o kitaptan müthiş rahatsız oldular. Konuyu bana ilettiler. Ben de durumu Cüneyt Abi’ye aktardım. Evren Paşa’yla karşı karşıya gelip konuşmalarını sağladım. O her zamanki zekâsı, kıvraklığı ve sempatisiyle davrandı. Hiçbir şey olmamış gibi bir konuşmuşlar, hatta Evren Paşa ‘Nereden çıkardın sana kızıyoruz falan...’ diye konuşmuş. Hakkında bir hukuki işlem yapılmadı.”

Yazının tamamı için tıklayın.

 

Mustafa Balbay - Arcayürek ayakta öldü!

 

Cüneyt Arcayürek için 13 Mayıs’tan itibaren kabullenmeye çalıştığımız doğal sona, dün saat 14.30 sıralarında geldik. 
Artık aile gibi olduğumuz doktoru Cem Sungur, o gün için yaşama dönme umudunu yüzde 20 civarında vermişti. 11 Haziran’da ise, “Tedaviye cevap vermiyor, sadece beyin direniyor, son bir kez görmek isterseniz...” diye aradı. 
Cüneyt Abi’nin beyninin son ana dek yaşama tutunmasına elbette şaşırmamıştım. Zira çok gençti. Bedeni kaç yaşında olursa olsun, beyni hep gençliği, diriliği, zindeliği anımsatıyordu. 
Gazetecilik için sık kullanılan, “gazeteci doğulur mu, olunur mu” diye ikilem vardır. Kimileri bu mesleğin doğuştan kazanılan bir yetenek olduğunu söyler. Kimileri de adım adım gazeteci olunabileceğini savunur. 
Özellikle günümüz Türkiyesi’nde asıl olan gazeteci kalabilmek, devamında da gazeteci olarak ölebilmektir. 
Arcayürek, son ana dek gazetecilik soludu. Tedavi sürecinde biraz olsun kendine geldiğinde, “yazıyı yazmak lazım”, “yazımı geçtiniz mi” diye mırıldandığını söylediler. 
Arcayürek, kalemini ne sattı, ne kiraladı, ne de sağlığı el verdiği ölçüde bir an olsun bıraktı. 
Sözcüğün tam anlamıyla, ayakta öldü.

Yazının tamamı için tıklayın.