Yaşam

Dört duvar arasında yaptığın değil, hayatta yaptığın beni ilgilendiriyor

Modacı Cemil İpekçi, "Babama eşcinsel olduğumu söylediğimde, 'Dört duvar arasında ne yaptığın değil, hayatta ne yaptığın beni ilgilendiriyor' diye cevap verdi

08 Ağustos 2010 03:00

T24 - Modacı Cemil İpekçi, babasına eşcinsel olduğunu açıkladığında aldığı cevabı hâlâ unutamadığını ve hayatının en önemli cümlesi olduğunu söyleyerek, "19-20 yaşındayken, babamı karşıma alıp bir erkekle birlikte olduğumu söyledim. Ne hissettiğimi sordu. 'Kendimi buldum, baba' dedim. 'Dört duvar arasında ne yaptığın değil, hayatta ne yaptığın beni ilgilendiriyor' diye cevap verdi" dedi.

Vatan gazetesi yazarı Ayşe Aydın'ın "Babam bebeklerimi camdan attı. Halbuki onlar benim mankenlerimdi" başlığıyla yayımlanan (8 Ağustos 2010) yazısı şöyle:

 

Babam bebeklerimi camdan attı. Halbuki onlar benim mankenlerimdi

Cemil İpekçi’nin aslında hayatı roman... Biri mutlaka yapmalı, yazmalı. Bir defa İpekçi Ailesi ve köşklerde geçen çocukluğu şöyle kalınca bir kitabın üçte birini kaplar. Asi ve başkaldıran ruhu, iş hayatındaki titizliği, yalnızlığı, hayalleri ve tutkulu aşkları da geri kalan üçte ikisini... İpekçi’yi bu röportaja sığdırmam, mümkün değildi. Bunu bir “özet” kabul edin ve 1967’lerin Türkiyesi’nde babasının karşısına çıkıp “Ben eşcinselim” deme cesaretini göstermiş, bu aykırı adamı tanımaya hazırlanın.

 

* İpekçi Ailesi çok geniş... Bu yüzden sadece çekirdek ailenizi soracağım size...

Üç kardeşiz. Annem Sahire Tokay; Şehzade Abdülhalim Efendi’nin yaveri, Paris ve Budapeşte Büyükelçilikleri’nin Kültür Ataşesi Ekrem Sanvar’ın torunu, meşhur Karaköy börekçisi Hasan Çeyrekgil’in kızı... Küçükken terzi olmak istermiş, izin vermemişler. Leyla Gencer’le de kardeş çocuklarıydı. Babam Nejat Tokay jinekologdu. Çok çapkın bir adamdı. Ben 8 yaşındayken annemle ayrıldı. Sonra dört kez daha evlendi. 36 yaşında öğrendim ki, Yunanlı sevgilisinden bir oğlu daha varmış.

 

* Bir dakika bir dakika... Öncelikle sizin soyadınız niye anne babanızdan farklı?

Aslında iki soyadım var. Tokay İpekçi. Babaannem Ganimet Tokay’ın beş çocuğu varken, büyük teyzem Şefkat İpekçi’nin çocuğu olmuyormuş. Babam dünyaya geldiğinde, teyzem isyan etmiş, “Bu benim, bunu ben büyüteceğim” demiş. Babaannem de vermiş. Babamın soyadı değişmese de, bizlere İpekçi soyadını vermişler. Zaten annemle babam ayrıldıktan sonra erkek kardeşim annemde kaldı. Ablamla beni ise Şefkat babaannem büyüttü.

 

* Yunanlı kardeşe dönelim. Onu hiç tanıdınız mı?

Çok geç yaşta babasının Türk olduğunu öğrendiği için, bütün ailesinden nefret etmiş. Bizimle görüşmüyor. Ama ben onu tanımak çok isterdim. Kardeşim Kenan’la çok sevişiriz ama tamamen zıtız. O futbol düşkünü, ava meraklı, belinde tabancayla dolaşan, marka meraklısı bir tip. Bu kardeş mimarmış, yani sanatçı bir yanı var.

 

* Babaannenizin öz olmadığını ne zaman öğrendiniz?

12-13 yaşlarında... Adımı bile onun kocasından, Cemil büyükbabamdan almışım. Selanikliliğim ve İpekçi kanım bu taraftan geliyor. Hakiki büyükbabam Mahir Tokay ise, padişahın, sonra da askeriyenin doktoruydu. Ama bence en ilginç özelliği, Güzel Sanatlar Akademisi’nin ilk anatomi öğretmeni olmasıydı. O Serez’li. Serez’in Osmanlı döneminde yüzde 80’i Roman, yüzde 20’si Türk. Ben de kesin bir Roman kanı da var.

 

“Dört duvar arasında değil, hayatta ne yaptığın beni ilgilendiriyor oğlum”

* Romanlara benzeyen yanlarınız neler?

Müthiş çingene ruhluyum. Teneke sesi duysam hemen kalçalarım oynamaya başlar. Üstüm dursa, altım durmaz. Göçebeyim, asiyim. Çocukluk hayalim şuydu: Bir karavanım olsun. Arkasına tencereler bağlayayım, dikiş dike dike tüm ülkeyi dolaşayım.

 

* Dikiş dikmeye çok erken karar verdiniz demek ki...

Karar vermedim, ben böyle doğdum. Annemin vefatından sonra dolabında küçükken yaptığım işleri buldum. Bir mendile kanaviçe işlemişim, arkasında “Cemil 4 yaşında” yazıyor, bir bebek paltosu dikmişim, arkasında “Cemil 5 yaşında” yazıyor. Muazzam iğne tutuyormuşum.

 

* Peki anne veya babanızdan “Hiç erkek çocuk dikiş diker mi?” fırçası yediniz mi?

Ailenin dikişleri, gündelikçilerin odasında dikilirdi. Ben okul sonrası vaktimi hep o odada geçirirdim. Bir de rengarenk kumaşların olduğu sandık odası vardı, orada gizli gizli dikiş dikerdim. Annemin hoşuna giderdi. Ancak babam için durum aynı değildi. 19 yaşımda cinsel tercihimi çok kolay kabul etse de, küçüklüğümde çok savaş verdi.

 

* Mesela, ne yaptı?

Baleye yazıldım, baleden aldı “Erkek çocuk bale yapmaz” diye... Piyanoya başladım, piyanoyu bıraktırdı. Ama hiç unutmadığım şey “Erkek çocuklar bebekle oynamaz” diyerek, 9-10 yaşında bütün bebeklerimi camdan atmasıydı. Babamı öldürebilirdim, çünkü mankenlerim gitmişti. Ben onlarla kızların oynadığı gibi oynamıyordum ki, üstlerine giysi dikiyordum.

 

* Babanıza eşcinsel olduğunuzu nasıl açıkladınız?

Zaten anlamıştı. 19-20 yaşındayken, babamı karşıma alıp bir erkekle birlikte olduğumu söyledim. Ne hissettiğimi sordu. “Kendimi buldum, baba” dedim. “Dört duvar arasında ne yaptığın değil, hayatta ne yaptığın beni ilgilendiriyor” diye cevap verdi. Bu yaşıma geldim, bu cümle hâlâ hayatımın en önemli cümlesidir.

 

* İş hayatı nasıl başladı?

Belçika’da üniversiteyi okuduktan sonra, İstanbul’a dönüp atölyemi açtım. Annemle ortak olduk. 20 sene beraber elbise kestik, prova yaptık. Bir ara 10 yıl Nice’te yaşadım, orada bir butik işlettim.

 

* Annenizle ortaklık ne kadar devam etti?

Ölünceye kadar... Annemle çok yakın arkadaştık. Beraber Nevizade’de içer, sonra atölyede sabahın beşinde dikişe başlardık. Annemi kaybedince çok büyük bir panik atak geçirdim, ölümünü hâlâ kabullenemiyorum. Ellerim annemin ellerinin tıpatıp aynısıdır. Arada sırada onu çok özlediğimde, küçük tırnağımı uzatır, annemin ojesini sürerim. Elimi bir yere koyduğumda, annem yanımdaymış gibi gelir bana...

 

Bazı transseksüeller, bazı botokslu kadınlardan çok daha güzel bence

* Makyajla aranız nasıl?

Çok severim. Evdeyken, ayak tırnaklarımı siyaha boyarım. Bir gün unutmuşum, ojeli ojeli vapura binmişim. Yanımdaki kadın “Ama artık bu kadarı fazla!” deyince anladım durumu... Aslına bakarsanız, Cumhuriyet’e kadar Osmanlı erkekleri sürme çeker, gül yağıyla kremlenirdi. Çin’de makyaj yapılır, Fransa’da peruk takılırdı.

 

* Estetik yaptırdınız mı?

Kendime bakarım. Altı kilo fazlam vardı, onu verdim. Yüzüme lazerle hücre yenilemesi yaptırıyorum. Çizgilerim çok iyileşti. Botoks filan hiç yaptırmadım. Ben şu anda transseksüellerle, gerçek kadınları ayırt edemiyorum. Bazı transseksüeller kesin olarak, bazı botokslu kadınlardan daha güzel.

 

* Sokakta saldırıya filan uğradınız mı hiç?

Genelde gaylerin kaderidir bu...

Vallahi tahrik olup saldırmak isteyenler olmuştur ama öyle şiddette bulunan filan hiç olmadı. Halk beni kabul etti. Aslında biz çok medeniyiz bu konuda. Ne Osmanlı’da, ne Cumhuriyet döneminde gaylerle ilgili bir kanun yok. Fransa’da, İtalya’da, İngiltere’de eşcinselliğin ölüme varan cezaları vardı. Oscar Wilde, İngiltere’den bu yüzden sürüldü.

 

* Bu kadar açık ve dürüst olmanız şahane... Nice doktor, öğretmen eşcinseller kapalı kapılar arkasında saklanıyor.

Aman anlamıyorlar mı? Arkalarından borazan öttürüyorlar. Bunu saklamanız mümkün değil.

 

* “Eşcinsellik bir hastalıktır” diyenlere bir cevabınız var mı?

Hastalık olabilir mi? Dünya kabul etmiş üçüncü cinsi... Daha embriyo iken, bir insanın gay olup olmadığı belli. Bebeğin beyni kadın, bedeni erkek olarak gelişiyor. Hatta bir ara dünyada, “gay bebekleri anne karnında aldıralım” gibi bir katliam söylentisi çıktı da olay olmuştu.

 

* “2010 yılı Cemil İpekçi yılı olacak” demişsiniz. Neler oluyor 2010’da?

2010 yeniden doğuşum, meslekteki 40. yılım. Mardin’de moda okulu açtım, Konya’da, Diyarbakır’da moda projeleri yapıyorum, şiirler yazıyorum, kağıt elbiseler dikiyorum. Hayatım boyunca kakanoz bir karının karşısına dikilip “Drape mi yapayım, pembe mi dikeyim?” diye düşünemem. Bir de müşteriler değişti. 1.55 boyunda, 90 kilo bir kadın, elinde Hülya Avşar’ın tuvaletiyle geliyor, “Bana bunu dik!” diyor. Kendimi tutamayıp, “Bir aynaya bak, bir elindeki resme bak” diyorum, kadın bozulup gidiyor tabii. İşin zevki kaçtı.

 

Bekir bana döndü. Şu bir gerçek ki ben onun için güvenli limanmışım

* Bekir Bey’in bebeğini görüyor musunuz?

Aa görmez miyim? Doğumunda oradaydım.

 

* Karısı delirmedi mi?

Deliremezdi. Bekir’i o benim elimden almıştı. 8 yıl bir erkekle birlikte olmuş bir adamla evleniyorsanız, bu adamın eski sevgilisine geri dönme ihtimalini de hesaba katmalısınız. Zaten doğurmadan önce barışmıştık. Bekir “Ya bitecek, ya böyle devam edecek” demiş, kadın da çocuk doğurmak üzere olduğu için kabul etmiş. Ne düşündüğünün benim için önemi yok, önemli olan Bekir’in bana dönmesi... Nedeni sevgi, bende huzur bulması, çocuğuna bakacağımı bilmesi veya maddi rahatlık olabilir. Adını ne koyarsanız koyun... Şu bir gerçek ki ben Bekir için bir güvenli limanmışım.

 

* Sevgilinizin bir kadınla evli olmasını kıskanmıyor musunuz? Aynı yatağı paylaşıyor olmaları sizi çıldırtmıyor mu?

Hayır, hiç. Bir defa aynı cinsten değiliz. Ayrıca kadın benim hiç dengim değil. O artık, Bekir’in çocuğunun annesi... Bence tek misyonu budur. Yatıyorlarsa da yatıyorlardır. Evli olmasa, başkasıyla yatmayacağının ne garantisi var. Böyle basit bakıyorum olaya... Hiç sorun etmiyorum. Sanıyorum, o da bu yüzden bende huzur buluyor. Ben Bekir’le kayıtsız, şartsız sevgiyi öğrendim.

 

* O sevgiyi anlatır mısınız biraz bize?

Daha evvel ben de çok kıskançtım. Bugün bildiğim şey şu: Hiçbir şey benim değil. Yarın için plan kuramam, yaşadığım anın keyfini çıkarırım. Şu an onu çok seviyorum, çok mutluyum. Ama bu bir saat olabilir, beş saat olabilir. Eskiden olsa onu bırakıp Bodrum’a tatile gelemezdim. Şimdi keyfime bakıyorum. Allah, çocuk sevgimi de biliyor, “Bekir faiziyle döndü.” diyorum. Bebek iki aylık şimdi... Dünya tatlısı bir şey...

Aşklarımın hiçbiri ben istediğim için bitmedi. Bir süre sonra karşımdaki insanın ailesi onu evlenmeye zorladı. Çocuk için... Halbuki dünyaya herkes anne-baba olmak için gelmiyor. Ne babalar var, iskele babası, ne anneler var deniz anası... Zaten hepsi tek tek boşandı. En son sevgilim, biliyorsun evli şu anda, çocuğu var. Ama yedi ay önce yine bana geri döndü. Mutlu olsaydı, evinde kalırdı.

 

Bu kış çizme üzerine İskoç eteği giyeceğim

* Bir modacı olarak, istediğiniz gibi giyinebiliyor musunuz?

Yüzde 80 giyiniyorum. Ama giyemediklerim de var. Mesela tangayı ancak Avrupa’da giyebiliyorum. Burada giysen olay çıkar. Yazın evimde uzun elbiseler giymeyi çok seviyorum ki bu elbiseler Osmanlı’da hep giyilirdi. Bu kış uzun çizmelerin üstüne mutlaka yünlü İskoç eteği giymek istiyorum. Gelecek yaz tek omuz kısa Roma elbisesi dikip giyeceğim. Bu sene bir cesaret başıma puşi bağladım. Ama korktum, bu sefer de “Cemil İpekçi başını bağladı, türban taktı” diyecekler diye...

 

* Size bir de “muhafazakar” diyorlar...

Muhafazakarlığı anlamıyorlar. Katil olup, ateist olup ya da çok dindar olup aynı zamanda konservatif olabilirsiniz. Ben el öpmeyi, el öptürmeyi, ayakkabı çıkartmayı, bayramları, kandilleri, türbe ziyaretlerini, ince belli bardaktan çay içmeyi severim. Benim muhafazakarlığım bu boyutta...

 

* Türbanı da savunuyorsunuz?

Kiminin ideolojik simgesi türbandır, kiminin ki portakal rengi bir Hindu elbisesidir. Bu nedenle bir memleket batmaz. Eğer hukuk devletiyse... Giyim insanın en büyük ve en zararsız hürriyetidir.

 

* Peki size mahalle baskısı yapılıyor mı?

Ben aldırmam, başkaldırırım. Maddi çıkarlar uğruna veya insanların ne düşüneceğini dikkate alarak yaşam şeklimi değiştiremem. Kul hakkı almadığınız, düşünce hakkına saygı duydunuz, tüm canlılara zarar vermediğiniz sürece yaşam sizindir. Doğru ve yanlış kavramları da zamanla değişiyor. Geçenlerde Fransız Sokağı’nda dört beş kadın muhabbet ediyor. “Kadın hürriyeti yok”, diyorlar. Ben de “Babaannem için hepiniz fahişesiniz şu anda” dedim. Anlamadılar önce. 80 sene öncesinde gecenin üçünde, önünde rakı bardağıyla oturan kadına ne denirdi? O zamanın yanlışı, bugünün doğrusu... Yargılamak çok yanlış.

 

Gayler kadınları da arzulayabilir

* Genç yaşta yaptığınız bir evlilik var. Onun nedeni ne?

Her zaman kadınlarla da ilişkim oldu. Bedeniniz erkek olduğu için, kadınları da arzulayabiliyorsunuz. “Gayler sadece kendi cinsiyle birlikte olur” diye bir şey yok. Ruhunuzun neyle mutlu olduğu çok önemli, diğeri bedensel bir reaksiyon. Çocuk sahibi olmak için ben de 20’li yaşlarımın başında evliliği denedim, çocuğum olmadığını anlayınca vazgeçtim.

 

* O kadar küçük yaşta, baba olmak istemeniz çok ilginç.

Artık baba mı olmak, ana mı olmak istedim onu bilmiyorum. Ama bu benim çocukluk hayalimdi. Beş kızım olsun, kapıdan içeri girdiğimde hepsi omuzlarıma çıksın ve ben hayatım boyunca onlar için çalışayım isterdim. Sokakta gördüğüm sümüklü çocukları bile kucağıma alır severim. Anlatılmaz bir çocuk sevgim var.

 

* Evlat edinmeyi düşündünüz mü?

62 yaşındayım. Dört yeğenim var. Baba yarısıyım. Onların çocukları torunlarım gibi... 20 yıldır yardımcım olan Oya kızım gibi... Hiç öyle bir ihtiyaç duymuyorum.

 

* Hiç gidip, yurtdışında evlenmeyi düşündüğünüz bir sevgiliniz oldu mu?

Dünyanın en saçma şeyi iki erkeğin evlenmesi... Evliliğin amacı, insanların çocuğuyla bir aile kurmasıdır. Gayler kadın olduğunu söylese de, kadın değildir sonuçta. Zaten belediye evliliğini hiç anlamlı bulmuyorum. O bir kontrat. Benim için dini nikah, resmi nikahtan daha anlamlı. Hiç olmazsa orada Allah’a bir söz veriliyor.

 

* Peki siz dini nikah yaptınız mı?

Yok ama birlikte olduğum üç erkeğin alyansını taktım bugüne kadar. Bazısında deniz kenarında söz verdik birbirimize, bazısında bir ağaç şahidimiz oldu. Ama öyle soyadı alma, soyadı verme, belediye nikahı çok anlamsız bana göre...