Medya

Doğa kılavuzunu okuyamayan insan

Doğa yasaları, onun bir parçası olan insan ve dolayısıyla toplumsal yaşam için de geçerli. Oysa insan, bu kılavuzu bir kenara ittiği gibi doğaya hükmettiğini sanarak sınırlı kaynaklarını sınırsız bir hırsla tüketme yoluna gitti

19 Haziran 2021 14:08

*Gül Atmaca

İstanbul’da gökdelenlerin gökyüzünü kapattığı, trafik sesinin hiç eksilmediği Maslak’ta, bir konferanstaydık. Penceresiz, yapay ışıkla aydınlatılmış salondaki toplantılardan birisinde "Şimdi kapatın gözlerinizi ve kendinizi en çok olmak istediğiniz yerde hayal edin" dendiğinde, yemyeşil dağlar arasında masmavi akan bir derenin kenarında hayal etmiştim kendimi.

Büyüdüğüm kent olan ve çok sevdiğim İstanbul’u birkaç kez terk ettim, son durağım bir başka sevdiğim kent İzmir oldu. Gelin görün ki burada (Foça-Bağarası) kıraç tepeler ve yamaçlar boş dururken bahçemizin de bulunduğu verimli ova parça parça imara açılıyor. Anlayacağınız inşaat makinelerinin sesi bir lanet gibi takip ediyor bizi. Bu gidişle, yeşil ve maviyi görmek için hayal dünyamıza sığınacağız galiba. İstanbul’da AKP yönetimi sırasında iyiden iyiye koyulaşan grinin filmini seyretmiştik, sonu hiç güzel bitmiyordu! Ne yazık ki şimdi aynısını Ege’de seyrediyoruz.

Yurdumuzun nehirlerinden, çaylarından denizlere kahverengi pis kokulu sular akıyor. Toprak tarım ilaçlarıyla zehirleniyor ya da kuraklığın pençesinde, Marmara Denizi artık pisliği kusar hale gelmiş! Nasıl bu hale geldik sorusuna verilecek yanıtlar çeşitli ama en başta doğanın sınırlı kaynaklarının sınırsız kâr etme dürtüsüyle sömürülmesi geliyor. Bize dayatılan kapitalist dünya görüşünde, teknolojiyi doğa üzerinde her geçen gün daha fazla kullanıp onu daha fazla sömürmek yatıyor. Doğaya hükmetmeyi marifet sanan daha doğrusu hükmettiğini zanneden insan, kendisi görmese bile çocuklarının-torunlarının önüne çıkacak ağır faturayı düşünemiyor.

Anıt zeytin ağacı da tehlikede

Çevre kirliliğinin katkıda bulunduğu küresel ısınmayla birlikte kuraklık ya da aşırı yağışlar konuşuluyor dünyada, buna bağlı olarak gıda sıkıntısı kapıda. Ayrıca giderek artan sıcaklıktan dolayı yeni hastalık ve salgınların yaşanması da söz konusu. Üstelik bu olumsuz süreç öngörülenden daha hızlı gelişiyor.

İnsan önündeki doğa kılavuzunu doğru okuyabilseydi emin olun bugün çok farklı bir dünyada yaşıyor olurduk çünkü az sayıdaki ve anlaşılması kolay doğa yasaları, onun bir parçası olan insan ve dolayısıyla toplumsal yaşam için de geçerli. İnsan doğanın kılavuzluğunu bir kenara iterek, adına bazen din dediği "doğa üstü" anlayışa göre yaşamayı seçti. Ya da doğaya hükmederek kaynaklarını pervasızca tüketme yoluna gitti.

Gelin bugün, insanı doğanın üstünde değil onun bir parçası olarak görenlere ya da doğayı/evreni kutsal kabul edenlere açalım sayfalarımızı.

Doğanın değişmez temel yasaları

Ekoloji yasalarını hazırlayan ABD’li biyolog Barry Commoner, 28 Mayıs 1917’de doğdu. Washington Üniversitesi’nde 34yıl boyunca hocalık yaptı. 1950’li yıllarda nükleer denemelere karşı çıkanların başında geliyordu. 1971 yılında yayınladığı "The Closing Circle-Daralan Çember" adlı kitabında, teknolojide kapitalist anlayışı çevreye zarar veren başlıca neden olarak gösteriyordu. Commoner, ekoloji alanındaki fikirlerini yaymak üzere 1980 yılında "Citizens Party-Vatandaşlar Partisi"ni kurdu.

Eko-sosyalist Commoner’in kitabında yer alan ekoloji yasaları başlıca şöyle:

  1. Doğada her şey birbirine bağlıdır. Bütün canlıların yaşayacağı tek bir eko-sistem vardır. Birisini etkileyen diğer hepsini etkiler. Sistem, birbiriyle etkileşim içinde bulunan bağımlı parçaların oluşturduğu bir bütündür. Ekolojik görüşe göre canlı ya da cansız doğanın her parçası önemlidir. Her türün doğada özel bir işlevi vardır. Canlı ya da cansız herhangi bir halkanın yok olması, zincirin kopmasına neden olacaktır. Ekolojik ağda bir noktadaki küçük bir bozulma, uzak bir noktada geç bir dönemde çok büyük etkilerle kendini gösterebilir. Zincirde bütünlüğü sağlayan evrensel ruhun karşılığı ise enerjidir.
  2. Doğada atık yoktur. Biyolojik komünitelerin işlevlerinde atık madde yoktur. Bir canlının artığı diğer formların besinini oluşturur. Doğada, her şey taşınır, dönüşür, bir döngüde yerini alır. Enerji yaratılmaz ya da yok edilemez. O sadece bir şekilden diğerine çevrilir.
  3. Doğa en iyisini bilir. Ekosistemin dengeli durumu doğal evrim sonucunda bulunan en uygun çözümdür. Ekosistem, kendi işleyişsini düzenler; öğelerini dengede tutar; popülasyon denetimi yapar. İnsan, doğaya hakim olmak için teknolojiyi geliştirdi ama doğa üzerinde insan eliyle yapılan her türlü büyük müdahale doğa için eninde sonunda yıkıcı olabilir; geri gelmeyecek kayıplara yol açabilir. İnsan müdahalesinin yarar sağlama olasılığı, riskinden küçüktür. (Kanal İstanbul buna en güncel örnek! GA)
  4. Doğada bedava yemek yoktur. Doğaya karşı elde edilen her başarının bir bedeli vardır ve bu bedel eninde sonunda ödenir. Doğaya karşı kazanılan zafer bir süre sonra yenilgiye dönüşür. Doğa öç alır.
  5. Doğadaki çeşitlilikte keramet vardır. Karmaşık ekosistemler, yalın ekosistemlerden daha istikrarlıdır.

Evrilen bir süreç

Ekolojik görüşte doğa, evrilen bir süreç olarak görülür, doğanın amacı ve zekası vardır. Doğada tek tek nesneler atomcu görüşte olduğu gibi ayrık, kapalı bilimler olarak değil, birbirine bağlı, birbirinin devamı veya uzantısı olarak görülürler. Ayrıca dünya sadece üzerinde canlılar bulunan cansız bir varlık değil, kendisi de canlı bir süper organizmadır. Dünya, üzerindeki canlıları, canlılar da onu etkileyerek evrilirler. Her şey değişim halindedir.

19. yüzyılın en önemli düşünce devrimlerinden birisi olan evrim anlayışı, iki farklı anlamda kullanılmaktadır. Birincisi biyolojik evrimdir ki Darwinizmle özdeştir. Diğeri ise sosyal evrimdir ki toplum gelişmesi ve işleyişi konularını inceler. Ekoloji, insani doğaya karşıt değil, doğanın içinde ve onun bir parçası olarak görür. O, ekosistemdeki enerji akısında bir devre, besin zincirinde bir halka, yaşam ağında bir düğümdür.

Mistik açıdan bakıldığında ise doğanın büyüklüğü, karmaşıklığı görkemi ona kutsallık atfedilmesini sağlar. Doğa, yaratıcıyı kendi içinde taşıdığından doğa-doğaüstü, Tanrı- doğa, kutsal- kutsal olmayan ayrımları ortadan kalkar.

Esat Korkmaz’ın "Zerdüştlük Sözlüğü"*nde de belirttiği gibi çevresindeki doğanın ya da doğa parçalarının birer canı olduğuna inanan ilk insanlar, canı "ruh" adı altında soyutlamaya başladıklarında, yani "Tanrı" kavramın ortaya atacak denli geliştirdiklerinde bunu doğaya yakıştırdılar. Doğanın doğurması, doğa ya da doğa parçalarının tanrısal dölleme olarak algılanan ışığın "gebe" bırakmasıyla nesne, bitki ya da insan biçiminde "ürün" vermesi anlamına gelir.

Panteizm, tanrı ile evreni bir, aynı ve özdeş kabul eden görüştür. Bir felsefe tasarımı olarak panteizm ise, eski Yunan Felsefesi'nde Plotinos, Rönesans'tan sonra Giordano Bruno ve Baruch Spinoza tarafından temsil edilmiştir. Tasavvuf (mistisizm) düşüncesi de özünde bir panteist anlam taşımaktadır. Hallac-ı Mansur, Mevlâna ve Şeyh Bedreddin bu düşüncededir. İran’da 858 yılında doğan Hallac-ı Mansur, "Enel Hak-Ben Tanrıyım" dediği için 922’de işkence yapıldıktan sonra asılarak katledildi. Şeyh Bedreddin 1420 yılında Serez’de asıldı.

Esat Korkmaz, "Şeyh Bedreddin’in de dahil olduğu Batıni akımlarda nasıl bir doğa anlayışı var?" soruma verdiği yanıtta şöyle diyor:

"Doğa yasalarına uygun bir inanç sistemi geliştirmişlerdir. Tek tanrılı dinlerin anayasası, yaradılış tasarımı (Âdem-Havva öyküsü) ve Mahşer tasarımını içerir. Bâtıni hareketler buna karşı çıkmışlardır; Buna göre yaradılış yoktur, bir nedene dayalı varlaşma vardır. Yok olan var olmaz, var olan yok olmaz; canlı ya da cansız doğa amaçsız değildir; Her şey doğurmak, sonuç vermek zorunda; tohum doğurmuyorsa tohum olamaz; Tanrı da doğurmak zorunda…Toplum ya da toplumsal yaşam Bâtınilikte "ek doğa" olarak kabul edilir…"

Doğa kutsallığına dair benim de söyleyeceklerim var: Alevi inancında kutsal mekanlar "ziyaret" adı altında ulu bir ağaç, pınar, kayalık gibi doğa parçalarıdır. Aleviler, buralardan aldıkları bir dal parçasını, bir taşı "teberik" diye kutsal kabul eder evlerinin en müstesna yerinde saklarlar. Yine bu ziyaretlerde dua eder, mum yakıp dilekte bulunurlar, adaklarını buraya sunarlar. Bazen de Cem’i burada yapar semah dönerler…

Doğa yasası akıl yasasıdır

19. yüzyılın İngiliz ve Alman yazarların ve düşünürlerin birçoğu yaşamlarının bir bölümünde panteist oldular. Johann Wolfgang von Goethe bunlardan birisidir. Albert Einstein, Giordano Bruno panteisttiler.

Avrupa’da aydınlanmanın başladığı 17.yüzyıl doğa bilimlerinde giderek hızlanan gelişmelere de tanıklık etmiştir. Aydınlanma düşüncesinin öncüleri arasında Rene Descartes ve Baruch Spinoza gibi rasyonalist filozofları, Thomas Hobbes ve John Locke gibi siyasal düşünürleri sayabiliriz.

18. yüzyıl filozofları ise eğitimin insan doğasını dönüştürme olanağına sahip olduğunu düşünüyorlardı. Eskinin değişmez dünya inancı kırılmıştı. Doğa bilimi, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında eski mekanik doğa anlayışını çürüten buluşlara tanıklık etti. Atomun parçalanamaz olduğu düşüncesi yıkıldı. Ve Charles Darwin’in Evrim Teorisi doğada değişimin esas olduğunu ortaya çıkardı.

Aydınlanma düşünürleri insanın aklı ile evreni anlayabileceğine dair bir anlayış geliştirmiştir. Doğa yasası aynı zamanda akıl yasasıdır. Aydınlanmanın bazı düşünürleri, doğada keşfedilen fiziksel yasaları varoluşun tamamına yaymak istediler. Buna göre, doğa yasaları, evrenin bir parçası olan insan ve dolayısıyla toplumsal yaşama da uygulanabilirdi.

Prof. Dr. Mehmet Ali Kılıçbay, "Aydınlanma ve Modernite"* adlı çalışmasında, aydınlanmanın en büyük özelliklerinden birisinin, dinin dogmalarını reddederek, her şeyi doğa parantezine alması olduğunu belirttikten sonra, "Böylece bu hareketin en büyük ilkesine ulaşılmıştır: gerçeğin aranması, Kutsal kitaplar veya Aristoteles gibi doğrulukları peşin olarak ve sınanmadan kabul edilmiş kaynakların incelenmesi yoluyla değil, doğanın gözlemi yoluyla olmalıdır... Çünkü doğanın yasaları bir üst iradenin ürünü olarak anlaşılmaz ve gizemli nitelikte olmayıp, matematik kurallara boyun eğen ve her zaman aynı olan kurallardır. Yasalar, doğayı olduğu kadar insanları da yönetmelidir" diye devam ediyor.

"Tanrı ağacın tohumunda, rüzgârın içinde…"

Yazar Esat Korkmaz, Şeyh Bedreddin’in "Gönüle doğan duygu, esin" anlamına gelen eseri Vâridât’ı, "vahdet-i mevcut (doğanın birliğine ve doğadan başka tanrı olmadığı inanışı)" anlayışıyla paragraf paragraf yorumlayarak "Şeyh Bedreddin ve Vâridât" kitabını hazırlamıştı. Vâridât’ın ana konusu panteizmdir, Evrendeki bütün varlıkların, salt (mutlak) varlık olan Tanrının görüntülerinden başka bir şey olmadıkları ispatlanmaya çalışılmıştır.

 Vâridât’tan:

"Tümün değişik biçimleri, yine tümün kendisindedir. Demek istiyorum ki, bütün varlıklar her şeyde vardır. Belki de her zerrede. Tohumda, bütün ağacın bulunduğu ve ağacın her yerinde tohumun oluştuğu görülmüyor mu? Çünkü ağaç tümüyle meyvede vardır. Tohumun da içinde ağacın bütünü vardır ki, ağaç bundan türer. Bunun gibi varlıklar da asılarında belirir. Bu asıl da bütünü ile bu varlıkların her birinde; her varlık zerrede…Bütün aşamalar, cisimler aleminde toplanmıştır. Cisim ortadan kalkarsa ne ruhlardan, ne de başka soyut varlıklardan bir iz kalır.

Ağacın ‘Ben kendim tanrıyım’ demesi insan için bir uyarmadır. Bunun insan söylerse yadırganmamalı, hatta daha doğru görülmelidir. Evren onun sureti olunca ‘ben oyum’ diyen herkes doğruyu söylemiş olur. Çünkü bu sözü söyleyen parçaya değil, evrenin suretine bürünen varlığa işarettir…"

 


Kaynakça

Gül Atmaca, "Aydınlanmanın El Kitabı Doğa Yasaları", Cumhuriyet, 25-26-27Ağustos, 2007.

Mehmet Ali Kılıçbay, "Aydınlanma ve Modernite", "Özgür Üniversite Kavram Sözlüğü II", Editör: Fikret Başkaya, Ankara, Aralık, 2006.

Esat Korkmaz, "Zerdüştlük Terimleri Sözlüğü", Anahtar Kitapları, 1. Basım, İstanbul, Şubat, 2004.

Esat Korkmaz, "Şeyh Bedreddin ve Vâridât", Anahtar Kitapları, 1.Basım, İstanbul, 2007.