T24 - Karadenizli sanatçı Volkan Konak, 'yürüyen konağı'nın kapılarını açtı. Konak, son albümünün 200 bin satarak uzun zamandır hiçbir sanatçının ulaşamadığı bir sayıya eriştiğini belirterek, "Benim dinleyicim AB grubudur, raftan CD alır. 200 bin sattığımı 10 yıldır birlikte çalıştığım plak şirketim DMC söyledi. Önümüzdeki günlerde Platin Plak alacağım. Benim dinleyicim hayatı bilen, hayata asılmış, kadına dokunmuş, suya dokunmuş, bilinçli ve kültürlü kesim olduğu için bilet alıyor. Müthiş bir aşk yaşıyoruz Türkiye’nin her tarafında. Ana yanağı gibi vefalı, yarin yanağı gibi asil bir aşk. Bizim aşkımız nefesin nefese vurması değil. Düzeyli insanlara müzik üretiyoruz" dedi.
Hürriyet gazetesi yazarı İpek Durkal'ın "Volkan'ın konağı karavan" başlığıyla yayımlanan (23 Temmuz 2010) yazısı şöyle:
İlk albümü ‘Efulim’i 1992’de çıkaran ancak yükselişi 2000’li yılların başına denk gelen Volkan Konak, bugün Karadeniz türkülerini tüm Türkiye’ye sevdiren bir fenomen.
Son albümü ‘Mimoza’ piyasadaki en yüksek rakamı yakalayarak 200 bin satan sanatçının konserlerini binlerce insan dolduruyor. Konserinde bedava bilet dağıtılmayan ender isimlerden biri o. Televizyon programı da reyting rekorları kırdı. Özel hayatının konuşulmasından ve müzik dışında herhangi bir konuyla gündeme gelmekten imtina ediyor. Bu röportajda yürüyen konağının kapılarını açtı ve ilk kez müzik dışında da konuştu
Konserleriniz de dahil, her yere karavanınızla gidiyorsunuz. Uçak korkunuz mu var?
- Uçağı ben kullanmadığım için binmemeye çalışıyorum. Uçakta özgürlüğümü kaybettiğimi düşünüyorum. Bir silindire biniyoruz, hiç tanımadığım insanlar etrafında, önümü görmeden gitmek canımı sıkıyor. Ama tabii ki Amerika’ya giderken ya da acil bir durum olduğunda uçağa biniyorum. Türkiye’de yılda ortalama 150 bin kilometre yol yapıyorum. Hatay Arsuz’tan Edirne Hamitabat Köyü’ne kadar çeşme çeşme her yeri bilirim karavanla gezdiğim için. Avrupa’ya da karavanla gitmişliğim var... Ya da otomobille gidip orada karavan kiralıyorum.
Konser için gittiğiniz şehirlerde otelde yeriniz olduğu halde, yine de kalmıyormuşsunuz geceleri?
- Konser sonrası otelde yer ayrılıyor belki kullanırım diye ama orada şoförüm yatıyor. Komik olan, şoförüm uçakla gider her yere, ben alttan karavanla gidiyorum. Konser yerinde buluşuyoruz. O, karavanı düzenliyor, temizliğini filan yapıyor sonra da oteline gidip yatıyor (gülüyor). 20 yıllık yoldaşım zaten Mahmut benim. Karavanı kullanma, tankları doldurma gibi ağır işçilik benim; mutfak, bulaşık, yatakları düzeltme Mahmut’un işi.
Kışın da karavan mı kullanıyorsunuz?
- Evet evet. Ön lastiklere zincir bağlayınca Abant’a, Kartalkaya’ya bile gidiyorum.
Nasıl başladınız karavancılığa?
- Sekiz yıl oldu. Benim sülalem kamyonculuk ve tırcılıktan geliyor. ‘Tek kişilik cumhuriyet’ onların hayatı. Tırcılarla çok iyidir aram. Yolda tır görüp de korna vurmadan geçmem mümkün değil. Bu karavanı da büyük yaptım. Böylece tır kullanma tatminini yaşıyorum. Ayrıca maceraperestim. Yeni yerler görmek, açan bir çiçeğin kokusunu hissedebilmek beni acayip heyecanlandırıyor. Sanat tarafımı çok besliyor. ‘Mimoza Çiçeğim’ şarkımı karavanda yazdım mesela. Türkiye çok güzel bir ülke ve ben her yerini karavanım sayesinde babamın evi gibi yaşayabiliyorum.
Seyyar köfteci sandılar karizmam çizildi
Başınıza komik olaylar da geliyor mu?
- Gelmez mi! Geçenlerde Adana’dan gelip Zonguldak’a gidiyoruz, “Mahmut Abi sulu yemek yap da yiyelim” dedim, Ankara tarafında çok güzel bir yer bulduk, çektik sağa. Ben tankları filan temizliyorum. Televizyon açık, cam açık, Mahmut de içeriyi topluyor. Genç bir çocuk geldi camın önüne, “Köfte ekmek ne kadar?” dedi. Bütün karizmam çizildi o anda. Çocuk benim karavanı, seyyar köfteci zannetti! Her şeyi bırak; karavanı yeni almışım, nasıl özeniyorum. “Benziyor mu lan köfteciye!” diye espri yaptım ama çocuk da çok mahcup oldu. Karavancılık bir yaşam tarzı. Üç-beş sene sonra müzikte frene bastıktan sonra dünya turu düşünüyorum. Belgeselcilik yapacağım. Yapılmıştır mutlaka böyle şeyler ama ben farklı bir formatta yapmayı düşünüyorum. İçinde müzik de olacak.
Tutkunları için karavanın özelliklerini mısınız?
- Burstner marka. Dokuz buçuk metrelik, otobüs gibi bir karavan. Yat gibi elde üretiliyor. Kasa fabrikadan alınıyor, iç dizaynı benim zevkime göre tasarlanıyor. Mesela salonda ve yatak odasındaki TV’de ayrı ayrı kanallar izlenebiliyor. Mikrodalga fırın var. Yerden ısıtma, güneş enerjisi, tanklarının büyüklüğü, arkada kamera sistemi, uydu anteni gibi spesiyal şeyler koyuyorsun. Koltuğun rengi, döşemesi bile benim istediğim gibi. Bence karavancılığın en üst noktası. Dört ayrı enerji kullanabiliyorum, jenaratörüm yok. Koltukların üstü iki kişilik yatak oluyor. Altı kişi yatabiliyoruz. Banyom tuvaletim ayrı.
Nerelerde konaklıyorsunuz?
- Güney’de birkaç tane olmasına rağmen ülkemizdeki karavan kampları çok gelişmiş değil. Biz şunu istiyoruz: Benzincisin mesela, arkanda müsait yer var. Oraya bir ceryan çek, bir de musluk yap. Elektriğimizi, suyumuzu alırken zorlanmayalım. Karavancılık ve kampları Avrupa’da büyük bir sektör. Hafta sonu herkes karavanda yaşıyor. Karavan ve çadır kültürü olan insanın ruhu terbiye olmuştur; dünyalıdır, ondan kimseye zarar gelmez. En fazla günlük tutar, şiir yazar, kitap okur. Keşke bu insanların sayısı artsa. Karavanın yaşam biçimini algılayan insan, sanat kadar masumdur.
İrlanda'nın çimenleri benim
Sınırlar da kalkıyor değil mi karavanda?
- Aynen öyle, bazılarının ihtirasları koymuş o sınırları, ben niye katılayım ki; İrlanda’nın çimenleri de benim; gider otlarım orada. Ben dünyayı avucumun içinde ve babamın eviymiş gibi algılıyorum. Kuzey Afrika’ya, Fas’a gidiyorum şimdi Tunus’a da gideceğim.
Başka hobiniz var mı?
- Eski otomobillere düşkünüm. Otomobil sporları severim, antika otomobil topluyorum. Seyahat etmek, yeni yerler keşfetmek çok heyecanlandırıyor beni. 20 Eylül-20 Ekim arasını kendime tatil verdim. Zigana’da, 2 bin metre yükseklikte, yaylada uçurumun tepesinden vadiye bakan bir dağ evi yaptım. Ayılar, kurtlar, domuzlar, geyikler var. Evimin camları da yere kadar. İki tane ayı evimin etrafında dolaşıyor. Birini devlet bırakmış oraya, anladım. Diğeri boz ayı ve karşılaşmamakta büyük fayda var.
Güvenliğinizi nasıl sağlıyorsunuz?
- Karadenizli’ye sorulmaz bu soru! Pantolon düşmesin diye tabanca taşırız biz. Kemer kullanmadığımız için pantolonumuzu tabancayla sıkıştırırız belimize, daha ne diyeyim size! Dağdaysan eğer, gecenin ve dağın şahidi olmaz. Dağ evinde tabii ki pompalı tüfeğim de var. Silah bir sanatçının eline yakışmaz ama dağda mecbursun. Mesela taze olsun, otantik olsun diye gidip suyumu kendim dolduruyorum dağda. O zaman psikopat oluyorsun, elektrik yok bir şey yok, karanlıkta arkandan bir şey gelip dalacak sanıyorsun. Karavanda kaldığım zamanlarda da tedbirli yatıyorum. Bizim karavanımıza yanaşacak adam bazı şeyleri göze almak zorunda ama karavanı sakat yerlere çekmiyorum; ıssız bir ormana da gerek yok yani...
Mezarlıktan gelen çığlığı iyi bilirim
Babanızı kaybettikten sonra seslendirdiğiniz ‘Cerrahpaşa’ şarkısı çok kişiyi ağlatmıştı. Cerrahpaşa’ya gidebildiniz mi sonra?
- İki kere gittim. Hatta birinde tesadüf, babacığımın yattığı odanın önünden geçtim. Hastanelerin önünden geçerken geceleri ışıklarına bakar; acaba kimin canı yanıyor, kimin ne derdi var, diye düşünürüm. Hastanedeki insanların bakışlarını izlerim. Nemlidir hep gözleri. Ben de “Hayatım boyunca gözlerim nemli kalacak” diye yemin ettim. Gözü nemli insandan zarar gelmez.
Babanızın mezarına gidiyor musunuz?
- Bizim ailemizde mezarlık olgusu çok farklıdır. Babam öldüğünde mezarının başına ışık bağlayıp, üç gün onun yanında yattım. Hala da geceleri mezarlıkta babama çok güzel türküler okurum. Gündüzleri de gider duamı ederim.
Sizi duyduğunu düşünüyor musunuz?
- Tabii ki. Ama duymasa bile ben rahatlıyorum. Benim en büyük hobim gece ikide mezarlığa gitmektir. Ağlarım, dertleşirim, özelimi yaşarım. Mezarlık kültürü benim ruhumu terbiye etmiştir. Dolayısıyla insanların birbirini kırmasını, üzmesini saçma buluyorum. Ne zaman öleceğimi bilmiyorum ama yatacağım yeri kesin biliyorum. Konakoğlu mezarlığı, babamın yanı... Sekiz yüz sene yaşamayacağımı bilerek yaşıyorum yani. Bazı arkadaşlarımız beş yüz sene yaşayacaklarını sanıyorlar herhalde. Eh onlara da hayırlı işler baba! Hiç ölmeyeceğini sanan arkadaşlarıma Allah uzun ömürler versin ama ben öleceğim. Ölüler çürüyen bir dal gibi upuzun yatarlar toprak altında. Kör, sağır, dilsiz ama onların bir sesi vardır. Mühim olan o sesi duyabilmek.
Nasıl bir ses?
- Toprağın altından bir çığlık gelir ve ben o çığlığı duyanlardanım. Mezara girdikten altı ay sonra tahtalar yerleşir, mezar çöker, kara sinekler çıkar. Biz, o kara sineğin çıkacağı zamanı bilerek yaşadık. Maçka’da cenazemizi tabutla gömeriz biz. O bir psikolojik rahatlamadır. Çünkü, bir yakınımın üzerine toprağı atamıyorum. Yapamıyorum ne yapayım! Geçenlerde bir arkadaşımın babası vefat etti, cenaze defnedildi, kafamı bir kaldırdım herkes gitmiş, ben hala oturuyorum. E gidemiyorum ne yapayım; adamı koyduk oraya, hemen bırakıp nasıl gideyim!
Dinleyicim hayata da kadına da dokunmuş bilinçli kesimdir
Bölge-yöre ayırmadan hemen her yerde aynı büyük ilgiyi görüyorsunuz. Karadeniz’den böyle bir ismin çıkıp tüm coğrafyaya yayılması ilk mi?
- Geçen sene Diyarbakır’da 50 bin kişiye şarkı söyledim. Galiba bir ilk bu. Biz Karadenizliler sporda, sanatta siyasette başarılı olduk ama müzikte sınıfta kaldık. Kemençeyi müzelik ettik. Konservatuvarda okutulmayan tek enstrüman Karadeniz kemençesidir. O yüzden Karadeniz müziğini yayabildiğim için çok gururluyum. Trabzonspor şampiyon olamadı ama ben müzikte şampiyon oldum. Birkaç sene de bu şampiyonluğu bırakmayı düşünmüyorum.
Bu sene en çok satan albüm sizinki. Konserlerinizde de yer bulunmuyormuş. Şehir efsanesi mi gerçek mi?
- Doğru. Benim dinleyicim AB grubudur, raftan CD alır. 200 bin sattığımı 10 yıldır birlikte çalıştığım plak şirketim DMC söyledi. Önümüzdeki günlerde Platin Plak alacağım. Benim dinleyicim hayatı bilen, hayata asılmış, kadına dokunmuş, suya dokunmuş, bilinçli ve kültürlü kesim olduğu için bilet alıyor. Müthiş bir aşk yaşıyoruz Türkiye’nin her tarafında. Ana yanağı gibi vefalı, yarin yanağı gibi asil bir aşk. Bizim aşkımız nefesin nefese vurması değil. Düzeyli insanlara müzik üretiyoruz.
90’lı yılların başından 2000’e kadar aynı çizgide gidiyorsunuz ama 2000’lerden sonra ivmeniz hızla yükseliyor. Sizce bu yükselişin sebebi ne?
- Bunu ben de çok düşündüm, muhasebesini yaptım kafamda. Her 10 yılda bir Türkiye’nin müzik kültürü değişiyor. Biz biraz frene bastık, caz armoniler filan yapıyormuşuz eskiden. Toplum da değişiyordu, bize yetişti ve orta yolda buluştuk. Yeni nesil iyi müzik dinliyor. Bazılarının da canı yanıyor, çünkü pasta aynı pasta. Maltepe Başıbüyük’te konser verdim geçenlerde, yedi bin kişi izledi. Yakışıklı bir adam değilim, popçu da değilim. Sempatik olduğum söylenir ama...
Her 10 yılda bir müzik kültürü değiştiği için mi ”Üç-beş yıl sonra müzikten uzaklaşırım belgesel yaparım” diye düşünüyorsunuz?
- Ağaçlar ayakta ölür diye bir söz var, severim o cümleyi. En çok reyting alan TV programımı 13 bölümde bitirdim, o da bir yiğitliktir. Leman Sam ablam aradı, “Ulan helal olsun” dedi. Bırakamam zannetmiş. Demek ki her şey para değil, paranın satın alamayacağı, verdiği sözü tutan birkaç adam da olsun bu memlekette. Benim TV programını kabul etme sebebim bir dinleyicimin, “Konserinize bilet aldım ama param olmasa sizi dinleyemeyecek miyim?” sözleriydi. Doğru, üst düzey konserlerin bilet fiyatları yüksek oluyor. Üç kişi gelmeye kalksa 250-300 lira para. Hediyem olsun diye 13 bölüm TV programı yaptım, herkes dinlesin dedim; dinledi de.
TV programlarınızda kumaş pantolon ve kolları kıvrılmış gömlek tercih ettiniz. Bu bir stil mi?
- Kollarımı kıvırdığım zaman hakikaten kendimi bir otobüs ve gemi kaptanı gibi hissediyorum.
Beni tanımak isteyenlere
Ben babamdan cesur ve dürüst olmayı öğrendim.
Atatürk’ten bağımsızlığın kıymetini ve devrimcilik ruhunu öğrendim.
Deniz Gezmiş’in emperyalizme karşı mücadelesinde, ölüme şarkı söyler gibi gidişinden çok etkilendim.
Che Guevara’nın yüzünü hiç görmediği insanlar için bile hayatını feda etmesinden çok etkilendim.
Nazım Hikmet’in vatanseverliği ve şairliğinden çok çok feyz aldım.
Uğur Mumcu’nun yurttaşlık bilinci ve Atatürkçülük’ünden çok nasiplendim
Bülent Ecevit’in mütevazı beyefendiliği ve devlet adamlığını örnek aldım.
Bunlar benim hayatımı şekillendiren olgulardır. Bunlar çok özel insanlar. Bu felsefe doğru bir felsefedir.
Aşkı sıtmalı hayvanlar gibi titreyerek yaşıyorum
Oluyor, hep uçlarda olduğum için aşkı da sıtmalı hayvanlar gibi titreyerek yaşıyorum. Romantizm de melankolikliğim de çok uçlardadır. Aşkı çok ciddiye alıyorum ve insanı terbiye ettiğini düşünüyorum. Yolda yalnız yürüyen bir heriften huylanırım, her an her şeyi yapabilir ama yanında bir kadın varsa, korkma.