Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, yeni parti kurulması iddiaları hakkında bir yazı kaleme aldı. Dilipak, AKP'ye uyarılarda bulunarak, " Bu kafa ile onların değirmenine kendi sırtınızda su taşırsınız. Benden söylemesi" dedi.
"Yeni oluşumların size karşı var olmasının önüne geçmek istiyorsanız, onlara karşı sopa göstermek değil, onları tercih edecek olan tercih gerekçelerini ortadan kaldırıp, size yönelmelerini sağlayacak bir siyaset değişikliği ve genişliğine, yeni bir söylem eyleme ihtiyaç vardır" diyen Dilipak'ın "Siyaset maslahat vesilesidir!" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Bir işi “Bismillah” diye başlayıp sürdürmek istiyorsanız önce Şeytan’ın şerrinden Allah’a sığınmanız gerekiyor. Bunun bir sonrası arınmanız gerekiyor. Yani söyleyeceğiniz söz ve yapacağınız işin İlahi rızaya aykırı olmaması gerek. Bunun içinde başlangıç, süreç ve netice itibarı ile düşünce ve yol haritanızın Allah’ın rızasına uygun olup olmadığına bakmanız gerekiyor. Çünkü “Kem alat ile kemalat olmaz”. Ve siz kendi nefsinizdeki kiri-pası temizlemeden başkasına temizliği öğütleyemeyeceğiniz gibi, kirli ellerle temizlik yapamazsınız.
Bu anlamda siyasetin bir fıkhı olmalı. Bu toprağın bir tarihi var. Bu halkın bir geleneği var. Bunu da görmemiz gerek. Toplumun ortak hafızasından ve tecrübeler birikiminden ders almamız gerek. Yoksa yol alamayız. Kırar-dökeriz! Altı ay bir güz gider, bir arpa boyu bile yol alamayız. Yaptıklarımızı da yıkarız. “Ben yaptım oldu” olmaz. “Beni bana bırakma, beni nefsimle baş başa bırakma, nefsimin kibrinden, heva ve heveslerinden sana sığınırım Rabbim” diye dua eden ilim ve hikmet sahiplerinin öğütlerinden ders almamız gerek.
Kimse kimseye kendi zannını dayatmasın, liderini, örgütünü, şeyhini bu anlamda mutlaklaştırmasın. Biz sözü dinleyelim doğrusuna tabi olalım, yanlışına karşı çıkalım. Söyleyen kim olursa olsun! Kimsenin kalbinden geçenleri bilmiyoruz. Kişilerin arkasında birileri var mı, elbette ona da dikkat edelim. O iş ve söz, kimin işine yarıyor, ona da dikkate alalım. Bazen bir gafil, bir hainden daha tehlikeli olabilir. Müminin feraset sahibi olması gerekir. Güzel söz ve hikmetle insanlara hakkı anlatması adil olması, “el emin” olması gerekir. Kiralık kafalar, sosyal medyanın silik yüzlü kiralık trolleri ile “Milli Gladio” mantığı ile karşısındaki herkesi tehdit eden ve aşağılayan bir anlayışla bir yere varamayız! Havayı kokluyorum da, bazı gerçekler Ankara’dan göründüğü, medyada göründüğü gibi değil. Gerçeğin farkına varıldığında ise çok geç olabilir, İmamoğlu örneğinde olduğu gibi!
Bugün “yeni bir siyasi fraksiyon yeni bir bölünme vesilesi olarak kimseye yarar sağlamaz” diyorsak, dışlanan kişilerin siyaset yapma zemininin nasıl oluşturulması gerektiği konusuna da bir cevap bulmamız gerekir. Ademe mahkum etmek ve ya da susturmak, yeni bir “Takriri sükûn” fermanından başka bir şey olmaz. Yeni oluşumların size karşı var olmasının önüne geçmek istiyorsanız, onlara karşı sopa göstermek değil, onları tercih edecek olan tercih gerekçelerini ortadan kaldırıp, size yönelmelerini sağlayacak bir siyaset değişikliği ve genişliğine, yeni bir söylem eyleme ihtiyaç vardır. Yoksa İmamoğlu örneğinde olduğu gibi, Tosya’ya pirince giderken evdeki bulgurdan olmaktan da öte, bugünkü süreç muhaliflerinizi ve muarızlarınız güçlendirmekten başka bir işe yaramaz. Bu kafa ile onların değirmenine kendi sırtınızda su taşırsınız. Benden söylemesi..
Siyaset maslahat vesilesidir. Sorun çıkarma değil, sorun çözme sanatıdır. Maslahat, yani “sulh etme” derken, ferden ferde her insanın önce aklı ile vicdanını barıştıralım ki, o insanlar birbirleri ile barışabilsinler. İnsan insanla barışınca, insan insanın kurdu olmaktan uzaklaşıp, erdem üzerinde ittifak sağlayınca, farklılıklarına rağmen barış içinde bir arada yaşama iradesi ile tabiatla barışabilsinler, fıtratları, yaratılış gayeleri ile yüzleşebilsinler..
Keşke siyaset, hayatımızda bu kadar belirleyici olmasa. Siyaset her şeye müdahil oluyor. Toplumun kozmik odası aileye, ferdin kozmik dünyası, akıl ve kalbine bile müdahale etmeye çalışıyor.
Hani siyaset mal, can, namus, akıl-inanç ve nesil emniyeti ile sınırlı bir alanda kalacaktı. Devletin, yasaların varlık meşruiyeti adalet, barış ve hürriyet üzere bina edilecekti. Makasid-i siyaset bunların ötesine geçip her alana müdahale etmeye başlayınca bugünkü sorunlar yaşanmaya başlıyor. Diyanette devlet erkinin elinde, eğitim de, sağlık da. Aile de, gençlik de. Devlet “her şey” oluyor. Devletin “Her şey” olması devletsizlik kadar büyük tehlike. Devleti ele geçirmek isteyenler arasındaki savaş, devleti ele geçirenlerin sapkınlıkları devletin kanseri haline dönüşüyor. Devlet “sulh”u sağlayacakken “kavga-savaş” vesilesine dönüşüyor. Bir defa bu yola saptınız mı, bunun sonu gelmez. Bölündükçe bölünürsünüz.
Siyaset sabır ister, halka karşı merhametli olmayı gerektirir. Bilgi, hikmet, tecrübe gerektirir. İstişare ve şura gerektirir. Kendi içlerinde kavgalı olanlar, başkaları ile farklılıklarına rağmen barış içinde bir arada yaşama konusunda bir iddia sahibi olamazlar.
Halkın nabzını iyi tutmak gerek. Karar vericilerin efradına cami, ağyarına mani bir şekilde hareket etmesi gerek. Uygulayıcıların, yani bürokratların hem işlerini düzgün ve zamanında yapıp yapmadıkları, işlerinde ehil olup olmadıkları, halka karşı adil davranıp davranmadıkları rüşvet ve yolsuzluk yapıp yapmadıklarının yakından takibi gerekir.
Siyasilerin cam evde oturmaları, halka hesap verebilirlikleri çok önemli. “Mülkün sahibi” değiller. “Yetim malını korumak için atanan kayyım” gibidirler. Yetim hakkını gözetmeyenlerin namazı, orucu, haccı, zekâtı, kurbanı duası kabul edilmez. Siyaset vekâlet müessesesidir.
Siyaset gönül kazanmak insan kazanmak sanatıdır, insan kovmak, kavga vasıtası değil.
Kitap, “bilmediğiniz şeyin peşine düşmeyin” der. Bu işin cahillerine makam verecek ya da seçecek olursanız, o yolun sonu felah olmaz. Çünkü Allah, cahil, zalim, fasık, kâfir, münafık, mülhid ve müfsitlere yardım etmeyeceği gibi “onların işlerini sarp dağlara sardıracaktır”.
Sırtını Allah’a dayamak, yüzünü Allah’a dönmek yerine, sırtını başkalarına dayayıp, yüzlerini başkalarına dönenlerin vay haline. Şeytan’ın işbirlikçilerinin taşeronluğuna soyunan siyasilerden daha zavallı kim olabilir ki! Onlardan icazet alıp, onlara hesap verenlerin, onların tetikçiliğini ve sözcülüğünü yapanların, onlara destek olanların vay haline!
O zaman, sadece “karanlığa küfretmeyi bırakıp, kalkıp bir mum yakalım” ve bilelim ki, “Karanlık aydınlığın yokluğudur”: Ve cael haggu ve zehagal batıl.. Hak geldi, batıl zail oldu.. Ve zaten batıl yok olmaya mahkumdur..
Müslümanların siyasetinde aslolan, “Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi” olma iradesi ile işi ehline vermek, istikamet ve eylem üzere olmaktan geçer, adil şahid olmaktan geçer.