İktidara yakınlığıyla bilinen Yeni Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, isim vermeden Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın oğlu Erkan Yıldırım'ın kumar masasında rulet oynarken çekilen görüntüleri üzerinden AKP’li bazı milletvekillerine ağır eleştiriler yöneltti. Dilipak, Mısırlı din alimi Yusuf el Kardavi’nin İstanbul’a yaptığı ziyarete AKP'lilerin ilgi göstermemesini eleştirerek, "Bugün olan ne.. Kumar masasında rulet çevirirken, karı-kız peşinde koşarken, malı götürürken daha bir cesur - cür’etkar oluyorlar" dedi. "Bunların sayıları giderek artıyor" diyen Dilipak, "Namussuzlar, namuslular üzerinde baskı kurmaya çalışıyorlar" ifadesini kullandı.
Dilipak'ın Akit'te "Niye mi yoklar, ne bileyim ben.." başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Niye mi yoklar, ne bileyim ben. Ya da asıl sebebi siz de, ben de biliyorum. Başkaları da..
“Nerde bir aş hemen yanaş, nerde bir iş hemen sıvış”.
“Teşekkürler Türkiye”ye Yusuf İslam İngiltere’den ses veriyor. 90’ına yaklaşmış Yusuf el Kardavi kalkıp binlerce km uzaktan kalkıp İstanbul’a geliyor, bizim efendiler nerede, kanaat önderlerimiz, STK temsilcilerimiz, siyasetçilerimiz, yazarlarımız neredeler..
Bir tek Yasin Aktay vardı. Açılışa Yalçın Akdoğan katıldı. 2. gün Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş vardı. Peki iş adamlarımız neredeydi.. Bu zat-ı muhteremlerin çocukları, eşleri neredeydiler.. İlk gün biraz zayıftı ama, “Teşekkürler Türkiye” beklenenden daha iyi oldu.. Mesaj adresine ulaştı..
Ankara “bizden” ya, Ankara’dakiler ne lazımsa yapsınlar, “yedirsin, içirsin, postalasınlar” birileri böyle düşünüyor herhalde.. Yazıklar olsun size.. Bir de örgütlüyüz ya, yukarılardan işaret almadan kimsenin kılını kıpırdattığı yok.. Abiler, ablalar, hacılar, hocalar, sağa sola bakıyorlar, hiyerarşik olarak yukarıdan bir talimat gelmeden hareket etmiyorlar. Böyle teşkilatçılık mı olur ya hu.. Yok! Bu işler böyle olmaz. Böyle gitmez, söylüyorum..
“Biz”den biri bir kamu kurumuna gittiğinde, biri size yaklaştığında, birileri korkuyor nedense. Ya birileri içeride birilerinin yaptıkları konusunda bir şey söylerse.. Kendi yedikleri haltı biliyorlar. Kendilerinin o işe ehil olmadığını biliyor birileri, çünkü o makama nasıl geldiklerini en iyi kendileri biliyorlar.. Yüzünüze gülüyorlar.. Kapıda karşılayıp, kapıda uğurluyorlar, ama o kadar işte.. Arkanızdan derin bir “ohhh” çekiyorlar.. Ve bunu biliyorsunuz, hissediyorsunuz. Üzülüyor insan..
Ötekilerden birinin bir güzelliği onu makbul insan yaparken, bizden birilerinin bir yanlışı, eksikliği dışlanmasına sebeb olabiliyor. Ebu Müslüm’ün şu ikazını aklımızdan hiç çıkartmamamız gerek: Onlar, şerrinden emin oldukları için, dostlarını kendilerinden uzak tuttular. Düşmanlarını kazanmak için, kendilerine yakın tuttular. Yakın tuttukları düşmanları ‘dost’ olmadı. Ancak, uzak tuttukları dostları ‘düşman’ oldu. Herkes düşman safında toplanınca, yıkılmaları mukadder oldu.” Kafanızı kiraya vermeyin, haksızlıklar karşısında susanlardan olmayın ne olur.. Zalimlere yardım etmeyin, sonra ateş size de dokunur!
Üniversitelerde bu kadar örgütlüyüz güya, bu kadar yurdumuz var, ortalıkta kimse gözükmüyor.. “Biyonik robot” gibi hareket ederek biz bu mücadeleyi daha ileri bir noktaya taşıyamayız, haberiniz olsun.. Çağrılmayı beklemeyeceksiniz, çağıran olacaksınız..
Bir takım bürokratların reflekslerini de anlıyorum.. “Kim bunlar ya”, bu insanlar meydanlarda yürürken, cezaevlerinde yargılanırken birileri daha ortalıkta yoktu.. Şimdi ya bunları tanımıyorlar, ya da “bir şey söylerler de başımıza iş açarlar mı” korkusu yaşıyorlar.. Bana bakışları da bu aslında.. TV’de canlı yayına çıkartırken bile ihtiyad eder kimileri. “Pat diye bir şey söyler” diye korkarlar.. Hani bir yanlışı görürüz de söyleriz diye endişe ederler..
Evet görürsem kendilerine de söylerim, yukarısındakilere de, Hakk’ın hatırı, halkın hatırından üstün olacaktır elbette.. Sizi engellemek için 40 yalan uydururlar.. Bahaneler bulurlar..
Sahi artık o kadar üniversitemiz var, akademisyenlerimiz nerede.. İslam ülkelerinden 200’den fazla kanaat önderi burada. Mesela Meş’al burada, Kudüs müftüsü, Yusuf el Kardavi nerede, bizim ilahiyat ve uluslararası ilişkiler öğrencileri nerede?
Bu sadece bana değil, işte “dosdoğru” olan, hayatı ilim ve cihadla geçmiş herkese karşı “tedbir” ve “ihtiyad”la maskelenmiş bir karartma uygularlar.. Elbette tedbir gerekli, elbette ihtiyadlı olacağız. Ama, peki bugün olan ne.. Kumar masasında rulet çevirirken, karı-kız peşinde koşarken, malı götürürken daha bir cesur - cür’etkar oluyorlar.. Ve bunların sayıları giderek artıyor ve namussuzlar, namuslular üzerinde baskı kurmaya çalışıyorlar..
İş işten geçmiş değil. Ama bunlar az da değiller. Paralel yapı gibi düşünün..
Eskiden “Cemaat” deyince “cami cemaati” yani namaz kılanlar anlaşılırdı.. Dün bunlar öndeydi. Bugün bir sürü cemaat denen yapı türedi. Dün insanları “biz”e değil, Allah’a, Resul’üne, Kitab’a çağırırdık, yine dilimizin ucunda “Allah, Resül, Kitap” olsa da, insanları, kendi liderimize, örgütümüze, şeyhimize çağırıyoruz.. Biz “biz” değiliz artık. Bizi birleştiren unsurlar değil, ayrılıklarımız öne çıkıyor sanki.. Bu durumda bir terslik var..
Esnaf da iktidar yorgunu, onlar da “Biz yapacağımızı yaptık, artık sıra iktidarda” der gibi.. Elini taşın altına koyma konusunda isteksiz..
Hani “at buldum meydan yok, meydan buldum at yok” gibi bir durum söz konusu..
Bugünün sonradan görmeleri, dünün çileli insanlarının hatırasına saygı duymak şöyle dursun, sanki onları önlerinde engel gibi görmeleri yok mu? Hepsi böyle değil kuşkusuz, ama bu tipler öne geçmeye çalışıyor..
Belediyelerin “kültür” etkinliklerine bakın bakalım, kim önde.. Sahnede onlar en önde, Devlet TV’sinde de, “bizim ekranlar”da da... Başköşe onların yine. Dün de onlar öndeydi, bugün yine ikram görenler onlar.. Garip ama gerçek.. Bizimkiler mi ahmaklık ediyor, onlar mı işini biliyor bilmiyorum.. Onlar telefonla aradıklarında hemen geri dönülürken, bizimkiler aradıklarında sekreter kız tanımıyor bile, tabi geri de dönülmüyor.. Başını örtmek bazı şeyleri açıklamaya yetmiyor.
Tepedeki birkaç vefakar insan ne söylüyor, alttaki tamburacılar ne çalıyorlar.. Gözlerini para bürümüş bunların. Paradan, eğlenceden konuşulmayan mekanlardan sıkılıyorlar.. Gezmek, eğlenmek, heyecan. Kartvizitlerinde şef yazsın, iyi bir maaşları olsun, ne iş yaptıkları önemli değil.. Geri kalanı heyecan ve macera.. Ve aşk tabi.. Aşk olmadan ne olur ki! Öyle değil mi?
Bana sorarsanız, aşk ve öfke aklı zail eder. Her ikisinden de sakının.. Neden korkar ya da neyi ihtirasla isterseniz, o şey sizin imtihanınız olur.. Zaten o aşk değil mi, birilerini Gülen’e ya da Kalkancı’ya mürit yapan! Sakın Şeytan sizi Allah’la aldatmasın bu arada.. Şeytanınıza aşık olmayasanız “manevi bir aşk” peşinde koştuğunuzu zannederken..
Bu malı götürenler, haccı, umreyi de ihmal etmiyorlar ha.. Elini öptükleri hizmette kusur etmedikleri, kendilerine referans olacak bir şeyh efendi de bulmuşlardır. Torpil, rüşvet varsa, kadın da vardır, kumar da.. Beyinleri ve vicdanları arasındaki savaşın sebeb olduğu kalp sıkıntısını dindirmek için sonunda alkolle de tanışacaklardır. O haram para fuhuşla da buluşturacaktır onu.. Psikolojik destek alması gerekecek. Stres yönetimi için bir de sağlıklı yaşam, başarı ve mutluluk için bir NLP’ci ile tanışacaktır.
Ey “mütrefinler” gelin bu sakim yoldan geri dönün, vazgeçin. Kendinize de zarar veriyorsunuz, ülkenize de. Bize ise “içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak eder misin Allah’ım” demek düşüyor. Selam ve dua ile..