Tabiatın 4 ana unsuru (Anasır-ı Erbaa) hava, su, toprak ve ateştir. Aslında tabiatın 2 ana unsuru vardır; toprak ve su. Toprak ve su buluşunca hayat başlıyor. Su aslında 2H1O’dan oluşur. Hidrojen yanıcı, Oksijen yakıcıdır. Yani ateş suyun içinde gizlidir. Oksijen ve hidrojen ortama göre gaz, sıvı ve katı hal alabilir. Yani “Hava” da su’da gizlidir.
İnsanın bedeni toprağa nisbet edilir. Biz topraktan yaratıldık. Kan ise su’ya nisbet edilir. Belki de su toprağın kanıdır. Su bileşenleri açısından yanıcı, yakıcı ve anti-biotik özellik gösterir. Bileşenler belli bir oranda buluşunca hayatın temel taşı ve söndürücü olur.
Bilirsiniz ilk kez kanla toprak, Şam’da, Habil-Kabil olayında buluştu.
Toprak “ana” kabul edildiği için bizim geleneğimizde toprağa sahip olunmaz ve tükürülmez! Topraktan yararlanılır. İntifa söz konusudur. Yani toprak bu anlayışa göre ne ulusların ne de şahısların “tapulu mal”ı değildir ve olamaz.
Mesela memleket, ülke, yurtta bu anlamda negatif bir anlayış yoktur. Vestfalya’da “kan, toprak ve din” temelli “ulus” anlayışından sonra batılılar “ulusun toprağı” anlamında “Homeland” ya da “Motherland” dediler. İttihat Terakki döneminde bu Arapça’daki Vatan şeklinde tercüme edildi. “Ulusun toprağı”ndan söz ediyorduk artık.
İttihat Terakki içinde, “Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak” “3 tarz-ı siyaset” olarak en çok tartışılan konuların başında geliyordu.. İttihat Terakki’deki Mehmet Akif’in temsil ettiği kanat kaybetti. Kurtarılması gereken topraklar artık “Hilafet” ve “Osmanlı yurdu” değil “Türklerin vatanı” idi. Osmanlıda İttihat Terakki’nin askeri kanadı yenilgiye uğradı ve Cumhuriyet döneminde İttihat Terakki’nin siyasi kanadı işbaşı yaptı.
İslam Birliğini savunan kanat kazansaydı, onların şiarı “Ay ve Güneş” olacaktı. Bugün Azerbaycan ve Malezya bayrağındaki gibi yani! Çünkü bir ayet var, “Ay ve Güneş Allah’ın iki şeairidir” diye. Çünkü bizde bütün günlük ibadetler Güneş’in, yıllık ibadetler Ay’ın hareketine göre yapılır. Temel kavramlarımız bile “Şemsi” ve “Kameri” karakter gösterir.
Mesela, esas olarak Hilafet münevverlerinin dilinde Vestfalya’da anlam kazanan “ulus” ve “ulusal vatan”, “ulusal kimlik” yerine, Ana yurt, yurt, memleket, ülke daha çok kullanılır. Bugün biz devlet ve hükümet arasındaki, ya da Cumhuriyet ile demokrasi arasındaki ilişki ve çelişkilerden bile haberdar değiliz. “Cumhuriyet” ve “Şeriat” ya da “Laiklik” konusunda bile, bir halk ansiklopedisi seviyesinde bile doğru düzgün bir bilgiye sahip değiliz. Dahası bilmediğimizi de bilmeyiz. Zaten bu konuda ne ciddi bir kaygı, ne bir talep ve ne de bir arz vardır. “Para kazanmak” gibi çok önemli işlerimizden bu tür “furuat”a ayıracak zamanımız yok!?
Kafanızı karıştırmaya devam edeyim mi? Sanırım bulanmadan durulmayacak. Bu konu “Racul-us sanem” tartışmasının ya da “Rıza Nur’un hatıratı”ndan çok daha önemli bir konu.
“Vatan” dediğiniz şey sadece “toprak” mı! Siz vatanınızdan bir karış toprak bile vermezsiniz değil mi! Paketlenmiş içme sularınızın %80’i yabancı firmaların elinde. Tabelalarınız işgal edilmişti. Mideniz, zihniniz. Ailenize, Mabedinize, çocuklarınıza el atmışlar. O kıyafetler kimin! Çocuklarınız kime benzemeye çalışıyor. Yırtık pantollular, mini şortlular..
“Sıbgatullah” ne demek! Bakara 138’i hatırlayın: “Biz, Allah’ın boyasıyla boyanmışızdır. Boyası Allah’ınkinden daha güzel olan kimdir? Biz ona ibadet edenleriz’ (deyin).” Bizim gençlerimiz kimin boyası ile boyanıyorlar, kime benziyorlar.
Bizim zamanımızda bir “İspanyol paça” modası vardı. Sonra ”Favori” çıktı. Öncesinde Alabros vardı. Bizim gibi Amerikan süttozu ve margarinle beslenmiş, Faşist İtalya’nın “Kara gömlekliler”inden ilham alınan “Grized önlük” giyen mektep talebelerinin saç stili “Alabros”du. Kafa tıraşı ile başladı bu iş ve hâlâ kafamızı tıraşlamaya ütülemeye devam ediyorlar. “Zeytinyağlı yiyecek, basma da fistan giyecek” hali yoktu gençlerimizin. “Çağdaş” olacaktık. “Batılı”laştırılacaktık.
Bir baktık bizim Müslüman erkekler bile at kuyruklu, topuz saçtı. Onlar büyüdü, onların açtıkları yoldan çocukları ve torunları yürüyorlar, Tattoo’lu ve Piercing’li, “Müslüman” gençler. Sahi bizim başörtülü hanımlar, tamam, “Helal!?” su geçiren ruj, tırnak boyası kullanıyorlar da, en çok hangi markayı kullanıyorlar aceba! Gvency, Gucci, Ester Lauder, Alix Avien, Elizabeth Arden, Loreal Paris, Calvin Clain, Bentley, Agent Provocateur, Hermes Paris, Kenzo, Versace.. Eğer başörtünüz Versace ise parfümünüz de Versace olmalı tabii!?. Ne markalar varmış, ben de yeni öğrendim.. Bizi meğer kimler boyuyormuş! Sahi, kimin rengine boyuyorlar. Kime benzetiyorlar bizi.
Bunlar çok önemli değil, “vatanımızdan tek çakıl taşı bile vermeyiz.”
“Vatan” dediğiniz şeyi sadece toprak parçası olarak anlarsanız, olacağı bu. Bu kadar dar bakınca yeryüzü ölçekli düşünemezsiniz. Hani biz “yeryüzünde Allah’ın halifesi” idik. Yeryüzü bize mescid kılınmıştı! Yerimizden, yurdumuzdan edildik. Hepimiz can derdine düşürüldük bu Vestfalya aklı ile. Ermeniler, Rumlar, Biz, Kürtler, Süryaniler, hepsi vatan derdinde. Ama hepimiz birbirimize düşman edildik.. Herkes aynı şeyi söyleyerek birbirinin elindekine göz dikmiş durumda. Herkes kendi için istediğini ötekine çok görüyor.
Hani hepimiz Adem’in çocukları idik ve Hz.Adem de topraktandı. Topraktan geldik ve toprağa döndürülecektik.
Düşünsenize bu sınırları biz mi çizdik. Biz derken bütün bu halkları kasdediyorum. Bu rejimleri biz mi tayin ettik, bu iktidarların çoğu gerçekten halkın meşru temsilcileri mi!
Her inanç mensubu kendi içinde müttehid, başkaları ile Hakkaniyet temelinde Müttefik, müfsit ve münafıklar dışında, değer üreten herkesle, nimet ve külfet dengesine dayalı adil ve mutelif ilişkiler kurmalıdır. Herkesin memleketine, ülkesine yurduna karşı sorumlulukları ve o topraklar üzerinde hakları vardır.
Hak, herhangi bir topluluğa ait olan bir ölçü değil, Allah’ın rızasına dayalı bir ölçüdür. Kimsenin malı değil, Allah’ın rızasının tecellisinin mekanıdır. Selâm ve dua ile.