Yaşam

'Dikizleme Günlüğü'

Ayşe Bozkurt T24 için yazdı.

20 Mayıs 2010 03:00

Facebook, twitter, myspace, youtube …derken hayatlarımızın her anını, tüm sırlarımızı sanal ortamlar da deşifre eder olduk. 

Artık Reality showlarda insanların özel hayatlarını tüm ayrıntıları ile  izlerken, güne “bugün canım işe gitmek istemiyor” cümlesiyle  ruh halimizi twittira, “ilişkim var” diyerek  özelimizi facebook’a yazarak başlar olduk.Yani tanımadığımız insanları dikizlerken, tanımadığımız insanların bizi dikizlemesine müsaade eder olduk.  Peki nereye kadar?

Mobeseler, casus kameralar, cep telefonlarının kameraları derken , hangi halimizle, kim tarafından kaydediliyoruz biliyor muyuz?. Ya yarın üstümde pijamayla çöpü çıkartırkenki halim komşum tarafından kamerayla çekilip youtube konulursa? Bunun yaptırımı ne? Kim denetliyor?   
Hal Niedzviecki  “dikizleme kültürü” adlı kitabında günümüz iletişim araçları ve sosyal paylaşım ağlarının hayatımızı nasıl kapladığını eğlenceli ve akıcı bir dille anlatırken,  dikizleyen  günümüz toplumuna örneklerle ayna tutuyor.ıYazar ayna tutmakla kalmıyor, kendini de bu ortama dahil edip bizleri  de onunla birlikte deneyimlerini aktardığı maceralı yolculuğuna dahil ediyor. Kendi deyimiyle “dikizleme kültürünün araçlarını kendi üstünde denerken, bizi izlemeye ve izlenilmeye iten nedenleri sorguluyor.

“Artık büyük biraderden korkmayan hatta bizzat büyük birader olmak isteyen “ insanlara dönüştüğümüzü vurgulayan Niedzviecki  bağımlılık haline geldiğini söylediği kendini teşhir etme ve teşhir edileni izleme duygusunun insanı gitgide yalnızlaştırdığını vurgularken sosyal paylaşım sitelerinde ve yeni iletişim araçlarında paylaşılan tüm bu bilgilerin kimler tarafından hangi amaçla , ne şeklde kullanabileceğinin  bizim denetimimizde olmadığı gerçeğininde altını çiziyor.
Yazar bizi eğlenceli ve şaşırtıcı örneklerle  konunun içine çekerken,tarihsel sürecten de mahrum bırakmıyor.Realty showların yaratıcılarının, bir süreliğine bu showlarda yer alıp yok olan katılımcılarının, sosyal paylaşım sitelerinin kurucularının  ve konu üzerine araştırma yapan bilim adamlarının görüşlerini de aktararak  bize geniş bir bakış açısı sunuyor.

Ve bizlere şu soruyu soruyor “Nereye kadar?..

Bir kamera edinen herkes istediği kişiyi, o kişinin haberi olmadan internette deşifre edebilir mi?. İsteyen kişi istediği kişiyi dinleyebilir mi? Patronlar çalışanlarını, eşler birbirlerini, erkekler kız arkadaşlarını haberleri olmadan izleyebilir, elde edilen görüntüleri kullanabilir mi? Hepimiz yüksek sesle tabiî ki hayır diyoruz biliyorum. Çok da samimiyiz bu konuda. Ama durum onu göstermiyor..

Casus telefonlar, casus programlar, anahtarlık, kol saati şeklindeki kameralar artık günlük hayatımızın içinde. Ulaşmak, satın almak çok kolay. 50 ytl den başlayan fiyatlarla alıcı buluyor. Bu teknolojiyi ithal ve satışını yapan bir firma yetkilisi ayda gelen müşteri sayısını binlerle ifade ediyor. Herkes izliyor, herkes dinliyor. Kameralar zaten her yerde. Kamerasız cep telefonu olmayan yok gibi.  İstediğimiz kişiyi, istediğimiz gibi görüntüleyip sanal aleme bu görüntüleri vermekten bizi kim alıkoyabilir? Peki ya sonrası.. böyle keyfi davranışların Sonuçları mağdurları açısından son derece yıkıcı olabiliyor. Hem manevi hem maddi kayıplar ölçülebilecek gibi değil.
Hal Niedviecki’nin kitabında verdiği örneklerden biri bize hiç yabancı değil. “ Nisan 2003’te Quebecli yeni yetme Ghyslain Raza’nın başına gelenler bir insanın, sırf biraz eğlenmek adına! bütün dünyaya rezil edilişinin öyküsü. Raza okulda yalnızken, elinde bir ışın kılıcı varmış, Star Wars karakterlerinden biriymiş gibi dövüşüyor ve bu anı videoya kaydediyor. Talihsizlik bu ya, videoyu sınıf arkadaşları buluyor; bu çocuklar, çocukluklarından ileri gelen bir dürtüyle, videoyu birbirlerine yolluyor, bununla da yetinmeyip internete yüklüyorlar. Şişman bir çocuk hayali bir Jedi şövalyesi ile ya da belki bizzat Vader ile dövüştüğünü varsayarak hoplayıp zıplıyor. Herkes Star Wars’ı bilir; herkes şişko çocukları da bilir. İkisini bir araya getirin ve zalim çocuklardan fazlasının ulaşabileceği bir mecraya, internete koyun… Sonucu tahmin etmek güç değil. Video sanal âleme dâhil edildiğinde takvimler 14 Nisan 2003 tarihini gösteriyordu. ABD’deki bir site, videonun bir ay içinde 1,1 milyon kez indirildiğini yazdı. Ekim 2004’te bir başka site, iki dakikalık bu videonun 76 milyon defa izlendiğini duyurdu. Bugün, yani beş yıl sonra, internet yorumcuları Star Wars Çocuk’un sanal ortamda tüm zamanların en çok izlenen videosu olduğu konusunda hemfikir.” Yazarın belirttiğine göre Raza okuldan ve çevresinden uzaklaşıyor, deprasyon teşhisiyle psikolojik tedavi görmeye başlıyor.

Bize de çok uzak değil bu haberler. Yıllardır TRT televizyonunda haber sunan kadın spikerin evinde üstünü değiştirkenki  görüntüleri bizzat boşanmak üzere olduğu eşi tarafından internet sitelerine konuldu. Kitapta da belirtildiği gibi “buradan şartlı tahliye yok, ömrünüz boyunca isminiz google da arattırılınca karşınıza çıkacak bu görüntüler”.

İster bu görüntülerden para kazanmak amacıyla olsun, ister sadece eğlence amaçlansın, ister bir siyasi rakibinizi bertaraf etmek için olsun “şimdi sırları sistematize etme ve onlardan para kazanma zamanı.” Acaba zamanla başka insanların hayatlarını ve sırlarını izleyip, bunları teşhir ederek para kazananların sayısı artacak mı? Elbette artacak.”

Peki mağdurun “ söz konusu görüntüler gerçek değil “ , bu “özel hayattır” demesi ya da haberinin olup  olmaması bir önem taşıyor mu ?  Ne yazık ki hayır. Yazarın vurguladığı gibi “ Siber dedikodunun zirveye çıktığı bu ‘Dikizleme Çağı’nda, kaynağın güvenilir olması, görülenin gerçek kabul edilmesi için hiçbir zaman bir önkoşul değil. Bir bilgiyi gerçek kılan şey, kaç insanın o bilgiye link verdiğine, bilgisayarına indirdiğine ya da paylaştığına yani bilginin ne kadar dağıldığına bağlı olarak değişkenlik gösteriyor. Bu çağ, aynı zamanda cep telefonlarının kamera fonksiyonu taşıdığı ve olayların bu sayede anında paylaşılabildiği bir çağ. Hem zaten neden kötü şoförler ânında teşhir edilmesin ki? Neden kötü komşuları rezil etmeyelim? Saçma sapan hareketlerde bulunan bir öğretmen neden layığını bulmasın.”

Peki ama nereye kadar?

Her şey  çok kötü, tu kaka değil elbet. “Anton Çehov  ve eserleri hakkında  2 sayfalık ödevi haftaya getirin”  deyince öğretmenlerimiz yapabildiğimiz tek şey en yakın Halk Kütüphanesine  gitmekti. Sıraya gir, ilgili yayınları bul, mümkünse ödevi kütüphanede bitir. Güzel yanları ayrı bir tartışma konusu ama günümüzde bilgiye ulaşmak bir tık kadar kolay. Bırakın evdeki yada okuldaki bilgisayarı en ayrılmaz parçamız olan cep telefonundan, hareket halindeyken bile istediğiniz bilgiye ulaşabilirsiniz. Ya da irtibatınızın koptuğu, yıllarca görüşemediğiniz arkadaşlarınıza, facebooktan ulaşabilir “ fotoğraflarına baktım hiç yaşlanmamışsın” diyebilirsiniz. Tiyatro, sergi, sinema seanslarından haberdar olabilir biletinizi hiç yorulmadan alabilirsiniz.

Ya da kanun güçleri yayaya vurup kaçan otomobil sürücüsünü mobese kamerasından tesbit edilebilir, hırsızları güvenlik kameralarının kaydettiği görüntüler sayesinde yakalayabilirler. İnternetten çocuk pornosu indiren suçlular, internet takip programı ile anında tesbit edilebiliyor.

Elde Değil Kötü ve İyi Hep İç içe!

Televizyonu aptal kutusu olarak nitelendirdik çoğu zaman ama televizyonsuz bir hayatı da günümüzde hiç kimse düşünemiyor.. Ne eğlence aracı olarak insanlar ondan vazgeçebilir, ne ürünlerini en kolay ve çarpıcı yoldan tanıtan firmalar, ne politikacılar. Eğlenceye en kolay ve ucuz yolla ulaştırırken, haber almanın hızlı yolu, seyahat ve belgesel programları bilgilendirmenin aracıdır hayatımıza girdiğinden beri. Bununla birlikte yine bilirizki televizyon tüketim kültürünü körükler, özellikle uzun zamanını televizyon seyretmekle geçiren çocuklarda asosyalleşme, bilgiye ulaşmada isteksizlik görülebilir, şiddet, seks görüntüleri bunları olağanlaştırabilir.

Yedinci sanat olarak saydığımız sinema, propaganda ya da pornoyu da içinde barındırmıyor mu? İki bin yıllık tarihi olan biz Türkler sadece bir Hollywood yapımı olan bir film yüzünden (Gece Yarısı Ekspresi) az çekmedik.  Evet her yenilik her gelişme nasıl hayatımızı renklendirip, bize bambaşka dünyanın kapılarını açarken tehlikelerini de içinde barındırıyorsa internet , sosyal paylaşım ağları da bundan muaf değil.  Nasıl televizyondan, sinemadan, medya dan vazgeçemiyorsak bunun da önünde duramayacağımız aşikar. Demem o ki, bu olgu bir gerçektir onunla DOĞRU bir şekilde yaşamasını öğrenmek gerekiyor..  Güne başlarken  yaptığımız ilk iş neredeyse mail kutumuzu kontrol etmek oldu.  Bundan kaçış yok.  Ama ne yapacağız.  Ne yapsak da bunu kontrol etsek. İçki yasağı dönemlerindeki gibi “Ol kullarıma duyurulur, bundan kelli içki ve tütün zinhar yasak” der gibi yasaklasak bir çözüm olur mu? Eee Dördüncü Murad bile yasakla bunu halledemedi değil mi?  Geriye hukuksal yaptırımların gelişen teknolojiden önde olmasının gerekliliği kalıyor. Hem teknolojik gelişmelerin hem sosyal olayların geleceği noktaları önceden görmek ve kanunları suçlar oluşmadan belirlemek gerekiyor.  Bu yasal boşlukta herkes magazinci, herkes dedektif, herkes yargılayan herkes polis herkes ahlak zabıtası olmuş durumda. Bugün bir siyasinin odasına kamera koyanların yarın sizi kaydetmeyeceklerini biliyor musunuz? Dikkat edin bu komşunuz bile olabilir. Ne diyeyim Allah bizi eli kameralı kötü niyetli insanlardan korusun.

AYŞE BOZKURT

([email protected])